SAİT FAİK ABASIYANIK-SEMAVER


18 Kasım 1906’da dünyaya gelip 11 Mayıs 1954’te vefat eden hikayecimiz Sait Faik Abasıyanık’ın yayınlanan ilk hikaye kitabı Semaver 1936 yılında yayınlanmıştır. Kitabın ilk hikayesi de kitaba adını veren Semaver’dir. 

Anlatıcı: 3. Tekil Şahıs Anlatıcı

Bakış Açısı: İlahi

Kişiler: Ali, Ali’nin annesi

Zaman: Hikaye bir sabah vakti başlar. Hızlıca, Ali ve annesinin rutin hayatlarının aktarıldığını görürüz. Sabah erkenden annesi uyanır, kahvaltıyı hazırlar, Ali’yi doyurup işe yollar. Bütün gün çalışan Ali önce eve uğrar, sonra kahvehaneye gider. Arkadaşlarıyla oyun oynadıktan sonra eve gelir, yemek yerler, Ali roman okur ve yatarlar. Yine bir sabah vakti Ali’nin annesi vefat eder. Aslında görürüz ki zaman sabah ve akşam arasına sıkışmıştır onlar için. Bir makine gibidir daim hızla işler zaman. Aynı zamanda bir nehre benzetebiliriz. Olağan akışında sürüp gider hayatları ve hep aynıdır yaşadıkları. 

Mekan: Hikayede olaylar Halıcıoğlu’nda geçer. Halıcıoğlu fakir insanların yaşadığı bir semttir. Burada bir ev vardır, bir kahvehane bir de fabrika vardır. Ev, Ali’nin huzurlu ve mutlu hissettiği yerdir. Fabrika, grevi, kazayı, mücadeleyi, ıstırabı içerisinde barındırır. Kahvehane eğlence içindir. 

Olay Örgüsü: 

Bu hikayede, Ali adında genç bir adam ve onun yaşlıca annesini başrol olarak buluruz. Anne, namazında niyazında, oğlundan başka kimi kimsesi olmayan, gariban bir kadındır. Ali’nin de annesinden başka kimsesi yoktur. Bir gariban anasıyla Ali; fakir bir mahallede sıradan, göze batmayan bir hayat yaşarlar. Epeydir işsiz olan Ali nihayet bir fabrikada işe girer. Bir işe başlamak, gayet ‘sıradan’ bir durum olsa da Ali ve annesi gibiler için çok önemli bir gelişmedir. Tüm hikayedeki olaylara bu gözle bakılması gerekmektedir. Zaten hikayede esas itibariyle hikaye edilmeye değer bir olay bulamayız. En azından hikayenin yazıldığı dönem için. Fakat, yazarımız tam da bu gibi kişi ve olaylara gözünü diker. Hayatın kıyısında, göze batmayan, sıradan olaylar, sıradan kişiler ve hayatlar. 

Ali’nin annesi sabah namazıyla kalkar, namazını kılar, semaverde çayını demler. Oğlunun kahvaltısını hazırlar ve onu doyurup işine yollar. 

Tüm gün çalışan Ali, akşam evvela eve uğramayı ihmal etmeden kahvehaneye gider. Arkadaşlarıyla oyunlar oynadıktan sonra evine döner. Burada dikkat çekici bir unsur olarak, Ali gibi fakir bir semtte yaşayan, kendi halinde bir fabrika işçisinin -ki büyük ihtimalle okuma yazma dışında yahut en fazla lise dışında bir tahsili de yoktur- akşamları kitap okuması verilebilir.

Ali ve annesinin hayatı bu kadardır işte. Sabah mutlu mesut bir kahvaltı, semaver kokusu, Ali’nin işe gitmesi, Annesinin gün boyunca ev işleriyle uğraşması, Ali’ye yemek hazırlaması, Ali’nin kahvehaneye gitmesi eve gelip yemek yemeleri, Ali’nin kitap okuması ve uyku. Her zaman aynı şekilde akan bir nehir gibi devam ederken hayatları, Ali’nin annesine ölüm uğrar. 

Bir sabah son kez namazını kıldı ve oğluna kahvaltısını hazırlamaya niyetlendi ama olmadı. O, olağan akış birden bozuldu. Artık, sabahları evi saran semaver kokusu, sevgiyle hazırlanan yemekler; anne şefkati, anne gülüşü artık yok. Ölüm elbette hayatın bir gerçeğidir. O da sıradan bir olgudur ve elbette bir gün herkesi bulacaktır. Ancak, ölüm uğradığı kişi veya kişiler için hayat denen nehrin adeta yatağını değiştiren bir olgudur. Bireylerin, en açık ve geri dönülmez gerçeğidir. Düşünelim: Annesini kaybeden Ali, artık eski Ali midir? O hayat, o eski sıradan hayat mıdır?

Denilebilir ki, sıradan, yaşlı bir kadının ölümü neden bir hikaye olarak karşımıza çıkıyor.? Aslında bireysel anlamda bakıldığında hiç kimse sıradan değildir. Sadece, daha yakından bakmak gerekiyor insana. İşin özü, her birey apayrı bir dünyadır. Sait Faik de bireye yönelir. Yakından, çok daha yakından bakar. Gündelik olana, sıradan olana yönelir. Hatta, toplumun daha alt tabakalarına iner, denilebilir ki, görülmeyeni gözler önüne serer.

Annesinin ölümünden sonra Ali artık semaveri hayatından çıkarır. Çünkü semaver demek ‘anne şefkati’ demektir. Sabahların saadeti, anneye sarılmanın huzuru, onun gülüşü demektir. Bunlar olmadığına göre semaveri de gözünün önünden kaldırır Ali. Annesi yoktur, semaver de yok olur. Annesi toprağın altında gizlidir, semaveri de gizler Ali.

 

Semaver Üzerine:

Ali’nin annesi sabahları erkenden kalkar, semaveri yakar, namazını kılar, oğlunun kahvaltısını hazırlar ve oğlunu uyandırır. Şakalaşır, gülüşürler, baş başa kahvaltılarını yaparlar ve oğul işe gider. Annenin ölümünden sonra ise bu semaver ortadan kalkar. Çünkü semaver demek ‘anne şefkati’ demektir. Sabahların saadeti, anneye sarılmanın huzuru, onun gülüşü demektir. Bunlar olmadığına göre semaveri de gözünün önünden kaldırır Ali. Annesi yoktur, semaver de yok olur. Annesi toprağın altında gizlidir, semaveri de gizler Ali. 

Semaver, annesi ile yaşadığı evin saadetinin sembolü, varlıklarının ve mutluluklarının emaresidir. Semaver, Ali için huzur ve mutluluk diyarına açılan bir kapıdır. Acıların, ıstırapların, grevlerin ve patronların olmadığı bir alemi ifade eder.

Ali Üzerine: 

Ali; müşfik, namazında niyazında, gariban annesiyle fakir bir mahallede, fakir bir hayat yaşayan bir fabrika işçisidir. Uzun bir müddet işsiz kaldıktan sonra Halıcıoğlu’nda bir fabrikada iş bulmuştur. Sabah annesiyle birlikte kahvaltısını yapar, işine gider, akşam iş çıkışı evvela eve uğrar, sonra kahvehanede oyun oynadıktan sonra evine döner. Yemeğini yer, kitabını okur ve uyur. Hayatı, bir makine gibidir. Sabah ve akşam arasında sıkışmış bir hayatı vardır ve hep aynı düzen içinde devam edip gider. Burada Ali ile ilgili dikkat çeken unsur, fakir bir semtte yaşayan Ali’nin akşamları roman okumasıdır. Ali gibi birinin kitap okuması yapay gibi durmaktadır. Fakat okuduğu kitap bir Natpinkerton romanıdır. Natpinkerton’un biraz araştırılmasıyla Ali’ye bu kitabın yazar tarafından okutulması çok da tesadüfi değil gibidir. Keza, Ali’nin tamamen bir makine gibi yaşamadığı ve zihin dünyasının detayları okura açılmamasına rağmen, her fabrika işçisinden beklendiği kadar bir düşünce dünyasının olmadığı da sezilebilir. Bir fabrika işçisi olan Ali’nin işçi hakları için mücadele eden bir dava insanı olmadığı görülür. Ancak konuya tamamen duyarsız da değildir. Şu ifadelerde sezeriz bunu:

“ Ali, semaveri içinde ne ıstırap, ne grev, ne de kaza olan bir fabrikaya benzetirdi. Ondan yalnız koku, buhar ve sabahın saadeti istihsal edilirdi. “(Sayfa 2)

“Ali, semaveri içinde ne ıstırap, ne grev, ne de patron olan bir fabrikaya benzetirdi. Ondan yalnız, koku, buhar ve sabahın saadeti istihsal edilirdi. “(Sayfa 3)

Bu ifadelerden Ali’nin bu konulara tamamen ilgisiz kalmadığını, ancak olaylara doğrudan müdahil olmadığını söyleyebiliriz. 

Bununla birlikte Ali’nin bir kimlik sahibi olmaya çalıştığını da görebiliriz. 

“Ali bütün gün zevkle, hırsla, iştiyakla çalışacak. Fakat arkadaşlarından üstün görünmek istemeden. Onun için dürüst, gösterişsiz işleyecek. Yoksa işinin fiyakasını da öğrenmiştir.”(Sayfa 2-3) 

Bu ifadeler Ali’nin bir kimlik sahibi olmaya çalıştığını düşündürtmektedir. Aslında Ali, fabrika işçileri arasından kimlik sahibi olma çabası gereğince özenle seçilmiştir denebilir. İşin özü, Ali işinin fiyakasını bildiği halde dürüst ve gösterişsiz çalışmayı tercih etmesiyle tip sınıfından çıkar. 

Yazarın, Ali’ye Nat Pinkerton romanı okutması da sanki boşa değildir. Nat Pinkerton, dönemin çok popüler bir polisiye roman kahramanıdır. Ancak temeli, ABD’li Allan Pinkerton adlı bir şahsa dayanmaktadır. Aslen İskoç olan bu şahıs, ABD’de ilk dedektiflik ajansını kurmuştur. Aynı zamanda kendisi de bir casustur. Pinkerton şirketi devletin ve patronların tarafında şiddetle durmasıyla bilinir. 19-20. Yy’lardaki işçi sınıfının hak mücadelesinin önündeki en büyük engellerden biri olmuştur. Kanlı olaylar meydana getirmiştir.

Ali hakkında dikkati çekmek gereken bir durum daha vardır. O da Ali’nin topluma dahil edilmesidir. Genel yoksulluk alıgısınca yoksullar, toplumun alt tabakasıdır. Yani, yoksullar toplumun bir parçası değil, ona dahil edilmeye ya da dahil olmaya çalışan gruplardır. Buna zıt olarak Sait Faik hikayenin sonunda Ali’yi işe giderken, salep kazanından salep alıp içerken “…işe gidenler, mektep hocaları, celepler ve kasaplar…” yani toplumun unsurları arasında gösterir. Sadece Ali değil, yoksullar; yani işte fakir mektep talebeleri, kafaları grevli, ıstıraplı pirinç bir semaver gibi tüten sarışın ameleler, mektep hocalarıyla aynı kazandan salep içerler. Aynı fabrika duvarına sırtlarını verirler. Böylece onları ortak bir paydada birleştirmiş olur yazar.