Kimsenin kimseyi anlamak istemediği bir dünya. Eskiler anlamak için çabalıyorlarmış en azından fakat günümüzde insanlar birbirlerini anlamamak için büyük bir çaba içindeler. Kendi varlıklarından başka varlıklara kör, kendi seslerinden başka seslere sağır oluvermişler.


Körlerin ve sağırların arasında kendimi aradım hep. Kendimi ve insan denilen muammayı bulmak için düştüm yollara. Kimi zaman Dostoyevski ile kesişti yolum kimi zamansa Nietzsche ile beraber sabahlara kadar sohbet ettim. Bazenleri peygamberlerin yanında diz kırdım hakikat denilen bilmeceyi çözmek için. Tolstoy'un, Kafka'nın, Hugo'nun, Schopenhauer'ın, Balzac'ın yazdıkları satırların arasına ruhumu gömdüm. Gün oldu Oğuz Atay'ın Tutunamayanlar'ı ile ahbaplık yaptım. Kimi geceler Cemil Meriç'in fildişi kulesinde misafir oldum. Yorulup bir köşebaşında dinlenirken Cemaller, Edipler, Sezailer, İsmetler ile ruhumu arındırdım. İki dünyam oluşmuştu bir anda. Aklımın ve ruhumun bir parçası kitapların içinde ömür sürüyor, bir parçası ise normal yaşamın telaşı içinde sıkışıp kalmıştı. Hayatın akışına kendimi bırakamıyordum bir türlü. Hayatın bir tiyatro sahnesine dönüştüğünü, herkesin kendince birer oyuncu olduğunu ve girdikleri rolün hakkını vermek için çabaladıklarını görmeye başladım. Görmez olsaydım keşke! Keşke kitaplarla aydınlanan aklım karanlıkta kalsaydı, belki hayat daha yaşanılası olabilirdi benim için. Bunca oyuncunun içinde bir yudum samimiyeti bulmak ve bizi terk eden insanlığı bulmak için çırpındım. İnsanlığı ve kendimi aradım kentin ortasında. Ayaklarım hakikatin dikenli yollarında kan revan içindeydi fakat ben kafamda aynı soruyla yolda yürümeye devam ediyordum.


Hayat denilen hırçın atın üstünde oradan oraya savruluyoruz fakat unuttuğumuz insanlığımızı, kaybolan ve işgale uğrayan kişiliğimizi bulma zamanımız gelmedi mi? Dedim ya hani, İsmetler ile ruhumu arındırdım diye. Kulak ver! Bak ne diyor şiirinde:

''Karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında.

Aşklarım, inançlarım işgal altındadır...''

Uyan artık! Hepimizin aşkları, inançları işgale uğratılmış, düşünceleri iğdiş edilmiş, sanki görünmeyen bir el tarafından kukla gibi sahnede oynatılıyoruz ve görevimiz bittiği anda da ötekileştirilip yalnızlığa terk ediliyoruz. Kimsenin kimseye ne değer verdiği var ne de güvendiği. Devrimiz içtenliğin, samimiyetin ve bilmem kaç milyar insanın içinde insaniyetin kıtlığını yaşıyor.


Kimsenin kimseyi anlamak istemediği bir dünya. Şairimizin dediği gibi kimse zaman ayırmıyor artık durup ince şeyleri anlamak için. Yaşamın tanımı çok para artı toplumda elde edilecek yüksek bir statü veya makam olarak formüle edilmiş. Buna yaşamak deniliyor fakat bu vahşi bir savaş. Bay Tolstoy, üzülerek belirtmeliyim ki efendim, günümüzde kimse ne kendi acısını duyabilecek ne de bir başkasının acısını hissedebilecek kadar insan kalamadı. İşte bu körlerin ve sağırların tam ortasında ayaklarım parçalanmış bir halde yüreğimi muska bilip bir şeyler anlatmak için çırpınıyorum.

Biliyorum kimsenin kimseyi anlamak istemediği bir dünya var artık.

Olsun. Ben anlattım ya, sen anlamasan da olur.