İnsanlık zamanla neden bozuldu bilir misin? Kadınlar kadınlıktan çıktı, adam olanı zaten bulamadık hiç.

Çünkü sen annen gibi yapamadın köfteyi. Onunki kadar sabun kokmadı senin yorganların ya da kızarttığın biberin kokusuyla dolduramadın tüm apartmanı. Üzerinde orlon önlüğünle çocuğunu okula uğurlamadın çünkü sen, dönüşte de karşılamadın hiç.

İşte o zaman azalmaya başladın insan olarak. Pek yakında da ufalıp yok olacaksın. Çocuğun senden bile az olacak çocuklarına karşı. Azalmış erkeklerden, içi boş döller alacak kadınlar. Eksik çocuklar doğuracaklar, çok eksik...


Telefonun sesi yazarla arasına girince tepetaklak koltuğa bıraktı kitabı. Yerinden kalkarken ayraca gözü takıldı bir an. Yok dedi, ne kadar uzun sürebilir ki? Ahizenin ucundaki telaşlı kadın sesini odaklanamadan dinledi. Aklının yarısı kitaptayken kadının simasını hatırlamaya çalıştı, çıkaramadı. Genç olmalıydı. Meraklı, heyecanlı hatta biraz da sitemkar veya kızgın. Yok yok, o kadar hadsiz değil, sadece kırgın. Üçüncü kez "Yalın Bey," derken aslında, "size ait bir telaş içindeyim. Lütfen gelip alın şu emanet kaygınızı benden," der gibiydi.

"Ben babanızın alt kat komşusuyum."

Sizin apartman biber kızartması kokuyor mu hanımefendi?

"Yarım saat kadar önce çok büyük bir gürültü oldu yukarıda."

Peki ya yorganlarınız...

"Kapısını çaldım ama hiç ses gelmiyor evden."

Çocuğunuzu uğurluyor musunuz okula?

"Bütün apartman çok telaşlandık düşmüş olabilir diye."

Ya okuldan dönüşte...

"Ama önce size haber vermek istedik."

...

"Yalın Bey!"

Bu dördüncü.

"Anladım," dedi kadının hiç de beklemediği bir sakinlikte. "Birazdan gelirim, yani hemen. Teşekkürler." Duyduklarından tatmin olmayan kadının son sözleri telefon ile ahize arasında sıkıştı. Dönüp kitaba baktı yeniden. Sorularına yanıt alamamış olsa da kadının henüz insanlığını kaybetmemiş olduğunu düşündü. Ayracı yerleştirirken bu iki sayfayla tekrar ne zaman görüşeceğini merak etti. Canı sıkıldı.


Çaydanlığın büyüğünü suyla, küçüğünü çayla kavuşturup ocağı yaktı. Su, tam olarak bir duş, bir tıraş süresinde kaynayacaktı. Demlikte ısınan çay kokusuna tıraş losyonu karıştığında, güzel bir kahvaltı yapmalı bu sabah diye düşündü.

Bazı kokuları hiç kaybetmemeli, sıkı sıkı sarılabilmeli onlara. Kızarmış ekmek kokusuna mesela ya da sardunyanın acımtrak kokusuna... Bir de annesinin saçına sinen kızartma kokusunu cüzdanında taşıyabilmeli insan.

Çocukluğundan tanıdık bir kahvaltı hazırladı kendine. Ağır ağır çiğnedi her lokmayı. Bir dem bir su bir dem bir su... Ama son bardak çayı içmezdi asla.

Yalnız yaşıyorsanız eğer, çaydanlıkta kalan son bardak çay, o akşam sizi karşılamayı bekleyen anne gibidir evde. Eş ya da sevgili gibi. Bilirsiniz ki bomboş bir eve gitmeyeceksiniz. Isınınca dost bir kokuyla karşılayacak sizi. Sanki gecikseniz hesap soracak...

Akşama görüşürüz der gibi kapattı çayın altını. Uzun zaman ne giyeceğine karar veremedi. Hep bu ânı beklemiş gibi bir süre ayakkabı dolabını seyretti. Dolmuşa binebileceği yerde yürümeyi tercih etti Yalın.

Apartmanda bir tek babasının dairesinin penceresi boştu. Her katta eli yüreğinde kadınlar sessizce binaya girmesini bekledi. Hepsinin kapıya koşup, binlerce soru soracağını ve her katta aynı hikayeyi tekrar tekrar dinleyeceğini düşündü genç adam. Fakat merdiven boyunca yolunu kesen olmadı. Mahallenin soluksuz beklediği ambulansın sesi de duyulmadı ama.

Yıllardır kullanmadığı anahtarları saklamış olmasına dua mı etmeliydi, bilemedi. Kapıyı açtığında dizleri titriyordu. Antrenin loş ışığına alışınca gözleri, yerde yattığını gördü. Mermer zeminde kan yoktu. Dizlerinin üzerine çökünce fark etti gözlerinin açık olduğunu. Dilinin ucuna gelen soruyu yutkunarak derinlere gönderdi yine. Camları açtı, havasızdı ev. Üstü kırıntılarla dolu küçük masada yer açtı dirseğine. Geçen onca yıla rağmen hiçbir şey değişmemişti mutfakta. Sadece daha ruhsuz, kirli ve eskiydi her şey...

İnce bir inleme işitti içeriden. Başıyla onayladı bu sesi, parmağının tersiyle kırıntıları hizaya çekerken. Masanın üzerindeki kirli bıçağı gördü ve temiz yerlerinde kendi yansımasını.

Yedi yaşındaydı Yalın. Onun ilkokula başlamasıyla, babasının annesine "git kendine iş ara," demesi bir olmuştu. Oğlanın küçücük boynuna ipe asılı bir çift anahtar geçirmişti. Çaresiz, evlere temizliğe gitmeye başlamıştı anası. Bir de beğenmezdi temizlik paralarını adam. Onca yorgunluğun üzerine yediği dayak da cabası.

O gece, bir adres verdi kadının eline. "Bu evi temizleyeceksin yarın," dedi "parası peşin verildi işin, adamın sözünden çıkarsan eve geleyim deme sakın," diye de tembihledi saçından çekerek. "Adam," lafını duyunca çocukla kadının karşılaştı gözleri. Hemen başını önüne eğdi genç kadın. O gece çocuğun karnına saplanan sancı, ertesi gün okuldan dönene kadar bırakmadı peşini.


Okul dönüşü, bir farklı geldi gözüme apartman. Ben yukarı çıkıyordum ama, her defasında merdiven beni birkaç kat aşağı atıyordu sanki. Bitmedi basamaklar, bitemedi... Anahtar da iki kez dönmedi kilitte. Yaşasın annem evde dedim ama, yüreğimdeki ağırlık hafiflemedi nedense. Ayakkabılarımdan kurtulmamla, oda kapısının kolunda asılı kalmam bir oldu. Annemin zayıf bedeni kanlar içinde yatıyordu yerde. Yanaşamadım yanına. Tenindeki soğukluk sert bir rüzgar gibi vurdu yüzüme, bütün bedenimi titretti. Neden sonra tanıdık bir hırıltı fark ettim odada. Kapının arkasındaki divanda uyuyordu babam. Bir anneme baktım, bir babama. Bir anneme, bir babama... Aklım olan biteni anlamaya yetmiyordu bir türlü. Zihnimdeki uğuldama kapının tıklatılmasıyla kesildi. Ayten teyzeydi gelen. Gülen yüzü gölgelendi halimi görünce. Belindeki orlon önlüğünden çekip odaya getirebildim kadını. Telaşla terliklerini çıkartırken boğazında kaldı sözleri. Annemin etrafına saçıldı getirdiği pişiler. Dövünmeye başladı. Bir yandan beni gövdesine bastırıyor, bir yandan da sessiz çığlıklar atıyordu. Zorla uzaklaşıp parmağımla gösterdim kapıyı. Korkuyla eğilip ardına baktı ve dehşetle açıldı gözleri. Kolumdan tuttuğu gibi evin dışına çıkarttı beni ve boynumdaki anahtarla kapıyı dışarıdan kilitledi. Sokağın bir ucundan annem çıktı sessiz bir ambulansla, diğer ucundan polis arabasında babam.

Uzunca bir süre pencereden seyrettim hayatı. Annem ölürken babamın onu seyretmesi gibi. Yıllarca ikna olamadım annemin kendi canına kıydığına.


bahar yaka, Başkalarının Çiçekleri (Seçki)