Sen gelmeden yaşlanmış olacağım

Her gün bir siyah ayırıyorum saçlarımdan senin için

Sen yokken yaş’landı diyeceğim gözlerim 

Yakını göremez oldu 

Iraksadıkça yanıma gelmeyenim

Gelirsen haber et penceremden izleyeceğim 

Su dökeceğim arkasından sevinçlerimin

Ama biliyorum ya işte

Sen gelmeden gitmiş olacağım

Sözlerini ayıkladım eski bir kazanın içine 

Altını yakıp gideceğim

Yuttuklarım canının dişine değmesin diye

Benimle gömeceğim mezar taşlarını deşmeyesin sakın kabrimi 

Sildim hepsinden ismini

Sen gelmeden bir fotoğraf çekineceğim 

Aynanın kenarına iliştireceğim 

Belki senin yanına, nispeten hiç olmamışa 

Yaşlanmış görürsen sen de kendini 

Bak! Ben bu kıza kıydım diyeceğim 

Kanma aydınlığına o genç yüzünün, ağladıkça yıkanırdı buseleri gelinimin

İki sandalye bir de masa bırakacağım yalnız arkamda

Eskimemiş olan senin,

Hiç cilalanmamışsa uzaktakini gözlediğim

Kırık diyip atma kenara sakın!

Bırak tavandan sarkan nefes boğumunun altına, kalsın geriye gitme diyenim...

İki ayağı, felçli ve yorgun, ömrünü feda etti 

İkisi gitmeme izin vermemek için direndi

Dört ayak olsa ne olur işte! tek dileği, bir çifte binemedi 

Arada kapının önüne çıkart emi?

Yol görünmez oldu mu alırsın içeri

Bileyim benim yerime de bekleyeceğini

Benden bahseder belki sana

Der ki;

Vazodaki gelincikler kadardı ömrü 

İsmini Fatma koydulardı ya İsmail’e kaydı kaderi

Bir yaşamak sevdasına kurban gitti

Tutuşamadan yaşlandı güzelim elleri

Siyahından kanlar fışkırdı

Yetişemedim, ayaklarımın altında can’sız kaldı son kez soğuk bedeni

Soldu gitti o senden geçe, bir gece vakti

Görülmemiş günleri doladık bileğine

Bir ah geçti...

Ruhu üflendi, badem gözleri kapalı, kimse merak etmedi 

Meğer ölü doğmuş merhum dirisi

Evi mumlara bezedi

Söndüğündeyse, çoktan gitmişti.

Söyle bana!

Kim yakacak arkasından özlenene mumları şimdi?