21.01.22

Yazmayalı iki hafta oldu sanırım, belki de üç. Bu haftalarım kütüphane, takım odası ve yurt arasında kıvranmakla ve içimdeki şeytanları susturmakla geçti. O şeytanlara göre hiçbir zaman sevilmeyecektim, başarılı olamayacaktım ve her zaman, nereye gidersem gideyim yuhalanmaktan kurtulamayacaktım.

Bu "yuhalanma" düşüncesi, o çok "eğlenceli" geleneğimiz vadi yürüyüşünden sonra çınladı beynimde. Şeytanlarım sağ olsun, üç gündür de çınlatmaya devam ediyorlar. Geleneğe göre vadi yurtlarında kalan erkek öğrenciler kız yurtlarına kadar yürüyüp kız yurtlarının önüne geldikleri zaman yurtlarda kalan kızlardan aşağıya ilk çamaşırı atmalarını talep ediyorlar. İstekleri yeterince karşılanmadığında ise yuhalıyorlar. "Zaten cinsel özgürlüğümüz ve eğlencelerimiz yeterince bastırılıyor, bari bu bir eğlence olarak kalsın." diye düşünebilirsin bunu. Düşünmek isteyebilirsin. Ancak kolay olandan uzaklaşıp sorgulamaya başlayınca işin rengi değişiyor. Neden tek bir kişi yaptığında ahlaksız olarak damgalanacak şey onlarca kişi yaptığında meşrulaşıyor? İlk çamaşırı için bu denli örgütlenebiliyorken kendi haklarınız için örgütlenmekten nasıl bu kadar korkabiliyorsunuz? Tuhaf değil mi? Bir yandan vücudunu yeterince kapatmadığın için yuhalanıyorsun, öte yandan ilk çamaşırı atmadığın için. Haticeler değişiyor ancak netice hep aynı. "İster baskıcı aile evinde, ister Türkiye'nin en iyi üniversitelerinden birinde ol, bir şekilde yuhalanacaksın. İsviçre'de bile bulacaklar seni. İşte bu yüzden... Gitmenin ne anlamı var ki?" diye fısıldıyor içimdeki şeytan. Bazen hiçbir yerde huzurlu olamayacağıma inanıyorum.


Kampüste gezen aşıklara imrenerek bakıyorum. Göz bebekleri umutla değiyor birbirine, ışıldıyorlar. Bu anlarda o insanlardan gözlerimi zorla kaçırıyorum, sapık veya onlardan rahatsız olan bir yobaz olduğumu düşünmesinler diye. Sevgiyi görmek beni mutlu ediyor sadece. İki insanın yoğun duyguyla birbirine yaklaşması bana çok estetik geliyor. Birbirlerini öptükçe ve sarıldıkça güzelleşiyorlar. "Belki de bu yüzden çirkinsindir." diyor o içimdeki yaratık. Aklı sıra benle dalga geçtiğini sanıyor maalesef ki her zaman en hassas olduğum noktadan vurmayı beceriyor. Bunu duyar duymaz burnumun direği sızlıyor. Evet, ben hiç böyle sevilmedim, sevilseydim güzelleşirdim belki de. Ancak çok sevdim, o kadar sevdim ki sevdiğim kişi izin verseydi anında güzelleştirirdim onu. Sarıp sarmalar; yüzünün, gözlerinin ışıldaması için her şeyi yapardım. Mutlu olması için... Ancak kime sevgimin yoğunluğunu göstersem koşarak kaçtı benden. Tek yaklaşanlar benden bir parça et koparmak isteyen sırtlanlardı. Sırtlan dememin sebebi ete duydukları açlık değil, beni sadece et yığını olarak görmeleri. Yoksa benim de ete duyduğum bir açlık var.


"Bu kadar sembolizm yeter, insanlar kendini sansürlüyorsun sanacak."


İnsan olduğum için benim de cinsellik ihtiyacım var. Bu ihtiyacımı kabullenmem ve bunu gidermeye çalışırken yaşadıklarım ise bambaşka bir hikaye. Bunu da sonra anlatacağım. Belki de sadece sırtlanların geliyor olması sırtımı daha da kamburlaştırmış, ifademi sertleştirmiş, bakışlarımı donuklaştırmıştır. Haklısın şeytan, çok sevdim, hiç sevilmedim, ve beni çirkinleştiren de bu oldu.

Ama bazen... İçimdeki şeytanlara hak vermediğim, hatta inanır mısın, susturabildiğim anlar oluyor. Özellikle dostum Melis ile birlikte olduğum anlarda… Bu yılbaşını ailemden habersiz Melislerin evinde geçirdim. Ailemin beni darlamadığı, sorunlarımı unutup Melis'le, alkolle ve müzikle özgürleştiğim bir geceydi. Uzun zamandır eğlenerek yeni yıla girmiyordum sanırım. En son çok eğlenerek yeni yıla girdiğim yılbaşılar bizim ailenin ve amca tarafının babaannemlerde toplanıp tombala oynadığı, kuzenlerimle eğlendiğimiz yılbaşılardı. Sonra para büyük bir sorun haline geldi, aileler dağıldı. Sonraki yeni yılbaşlarında ise hep ailemle birlikteydim. Huzurlu ve güzel oluyordu yine ancak hepsi birbirine benzemeye başlayınca anılar değerini yitiriyor, unutuluyor sanki. "Aaa bak, 2018'e girerken şunu yapmıştık." diyemiyorsun. Sahi, 2018'in ilk sabahında ne yapmıştım ki? Melis evini "özgür bölge" olarak adlandırıyor ki haklı. Aile dostları da dertleşmek ve eğlenmek için onları düzenli ziyarete geliyor. Melislerin evine gelmek bir kaçış aracı. Melis ve annesi, eskiden esnaflık yaptıklarından olsa gerek, duydukları hiçbir şey onları şaşırtmıyor, insan yargılamıyorlar. Keşke evleri onlar için de bir kaçış aracı olsaydı.

Zorlukla biriktirdiğimiz paralar ile gittiğimiz partinin dönüşünde, sokakta yürürken "Bana yüzebildiğimi hatırlatıyorsun." dedim Melis'e Bojack Horseman dizisinden alıntı yaparak. Gülümsedi.


"Sen de benim için öylesin. Kardeşim benim."


İnsanı güzelleştiren o sevgiyi hiç hissetmedim, evet. Yine de benimle benzer şeyler yaşamış, beni anlayan insanlara sahibim. Kütüphanenin önünde soğuktan titrememize rağmen konuşmaktan içeri giremediğim, içip eğlendiğim, sosyalizm hakkında konuşup aktivistlik yapabildiğim, birlikte proje yaptığımız ve başarılı olacağımıza inandığım insanlara sahibim. Onlara "İçimdeki şeytanları susturup yaşama umutla bakmamı sağlıyorsunuz." desem abarttığımı düşünürlerdi. Belki de abartıyorumdur, belki de her şeye bu abartılı romantik bakış açısıyla baktığım için böyleyimdir. Ancak sanat da bir bakıma abartma aracı değil midir? Onca şair sevgisini abartmasaydı o güzel şiirler yazılabilir miydi? Kendimi bu yoğun duygularla birlikte kabul etmeliyim. Belki bir gün başkaları da beni böyle kabul eder, ben de sevilirim.