Hayat bazen insanı şaşırtacak sürprizler yapabiliyor. Delikanlının hikayesi de böyle bir sürprizle başlamıştı aslında. Hep güzel bitecekmiş gibi gelen, hep yüzünü güldürecekmiş gibi gelen bu sürprize balıklama atlamıştı. Yirmili yaşlarının sonuna gelmiş fakat hâlâ hayata dair bir anlam bulamamış, yaşama tutunmayı başaramamış, içine kapanık, sessiz ve sakin bir yapısı vardı. Beklemediği anda çeşitli tesadüflerin karşısına çıkardığı gençliğinin baharında bir genç kıza kaptırmıştı gönlünü. Aşkına karşılık bulmasıysa hayatın ona yaptığı ilk sürprizdi ona göre. O günden sonra hayatı değişti delikanlının. Kalbini o kızla doldurdu. Varını yoğunu, vaktini, nakdini, her şeyini harcadı o kız uğruna. Tertemiz sevgisi arttı günden güne. Belki de hayatında ilk kez gerçek mutluluğu tadıyordu. Hayatı hep bir köşeden izleyip müdahil olamadığını düşünürdü oysa ilk kez yaşadığını fark ediyordu. Karamsar yapısından da uzaklaşmıştı bu kıza gönlünü kaptırdığı günden beri. Artık dünya gözüne bir hoş görünüyordu delikanlının. Kendisini bile sevemediği bu dünyada bir başkasını ölümüne sever olmuştu. Eee, hayat sürpriz yapar da bedel ödetmez mi? Bu güzel aşkın bedeli de aradaki mesafeydi. Başka şehirlerde yaşıyorlardı. Herhangi bir iş uğruna gitmek için uzak fakat sevdası uğruna iki adımmış gibi gelen mesafe. Her fırsatta gitti sevdiğini görmeye. Gidince de dönmezdi öyle hemen. Kalırdı günlerce. Girmedik otel, apart bırakmadı o şehirde neredeyse. Gözü görmedi hiçbir şeyi sevdiğinden başka. Öyle günler olurdu ki sevdiği “artık dön” derdi delikanlıya. Bir hafta kalsa bir saatmiş gibi gelirdi delikanlıya o şehirde sevdiğiyle beraberken. O şehrin otogarından yaşadığı şehre dönüşünü sevemedi bir türlü. Sevdiğimi bırakıp dönmek, onu tekrar görebileceğim güne kadar beklemek zor geliyor derdi. Bazen sırf o otogar hüznünü yaşamamak için arabasıyla giderdi. Bir keresinde sevdiğinin hastalandığını ve arkadaşlarının onu hastaneye götürdüklerini duyunca apar topar çıkıp gitmişti. Günlerce yanında kalmış ve sevdiği iyileştikten sonra ancak dönmüştü geri. Sevdiğinin arkadaşları tarafından “Seni iyileştirip mi döndü?” şeklinde şaşkınlıkla karışık takdirlere de şahit olmuştu. Oysa onun için olması gerekendi yaptığı. Yine biliyordu ki tekrar hastalansa tekrar giderdi. Tereddüt bile etmeden... O şehirde gidilmedik ne kafe bıraktılar ne sokak... Her köşesine bir anı diktiler şehrin. Yediler, içtiler, gezdiler, eğlendiler. O şehir dar gelmeye başlayınca civar şehirleri gezmeye başladılar. Anılar Türkiye’nin dört bir yanına yayılmaya başlamıştı ayrılık vakti geldiğinde. İki tarafın da kendince haklı olduğu sebepler vardı. Delikanlı çok direndi bitmemesi için. Anlatmayı sevmediğinden detayına inemedik çok. Ama şahit olduk çabasına. Mücadele etti sonuna kadar. Yeri geldi kızdı, yeri geldi küstü, hatta gücendi bazı şeylere ama vazgeçmedi. Nasıl vazgeçebilirdi ki? Çok sevmişti delikanlı, çok. Sevdiği de çabalamıştı, hakkı yenmez. Bitince belki de neden bu kadar beklemişim diyecek kadar ertelemişti bu ayrılığı. Bitmez gibi görünen bu ilişki bitmişti bir şekilde. Suçlusu da sorumlusu da bizi bağlamaz. Bittikten sonra pek bir önemi kalmıyor zaten kimin suçu olduğunun. İlk günler çok zor geçti delikanlı için. Büyük bir boşluk oluştu içinde ve hayatında. Ne koysa dolmayacak bir boşluk... Sürekli bir uçurumdan düşer gibi ama zemine de çarpamamak gibi... Düştükçe düşüyordu sadece. Boşluğun derinliğini varın siz düşünün. Sevdiği deseniz o da farklı değildir herhalde. Bir keresinde yalnızlıkla ilgili, kimsenin yanında olmayışıyla ilgili birkaç veryansın ettiğini duyunca sevdiğinin arkadaşlarıyla irtibat kurup o da kötü durumda, yanında olun, yalnız bırakmayın, destek olun şeklinde talepte bile bulunmuştu delikanlı. Yine kıyamıyordu. Kendi durumu yetmez gibi onun kötü olmasına da ayrı üzülüyordu. Delikanlıya vermeye çalıştığımız tesellilerin gram etkisi olmuyordu. Biz unut artık dedikçe o özledim, özlüyorum dedi bize. Günden güne zayıf düşmeye devam etti delikanlı o günlerde. Gözümüzün önünde erirken hiçbir şey yapamadık. Evde bulamaz olduk bir zaman sonra. Sabahın köründe çıktığı evine gecenin bir yarısı dönerdi. Ne nereye gittiğini bilirdik ne de ne yaptığını. Uyku uyumuyordu artık. Gözümü kapatsam kabus görüyorum derdi. Şişmiş ve kızarmış gözleriyle bakıyordu artık etrafına. Kan çanağı misali... Ağzını da bıçak açmadı zaten bir yerden sonra. Bir tek konu aşka gelince konuşurdu. Güzel günleri anlatır dururdu. Üzülürdük o hâline. Bir gün tutamayıp kendini yazmış sevdiğine. Olumlu bir dönüş alamamış tabii. Ertesi gün başka bir numaradan arayıp sesini duymuş birkaç dakika. Biz neden arıyorsun onu diye kızarken o hâlâ yüzüme kapatmadı, birkaç dakika da olsa konuştu benimle diye sırıttı yüzümüze. Kızdık ama ses çıkaramadık aylar sonra ilk kez güldüğünü görünce. Ee, hasrete ne yürek dayanıyor ne de engel. Bizim delikanlı da dayanamamış, bir gün atlamış gitmiş sevdiğinin şehrine. Sevdiği diyorum hâlâ çünkü gram eksilmemişti sevgisi aylar sonra bile. Görüp göremeyeceği bile belli değilken oynamış bu kumarı. Bir kez uzaktan görsem o bile yeter demiş. Sevdiğinin haberi yok tabii. Oturmuş, sevdiğinin sık geçtiği yollardan birinin kenarında beklemiş. Saatlerce... Bakmış olacağı yok, göremeyecek bu gidişle, hemen mesaj atmış. 2 dakika göreyim seni demiş. Terslemiş sevdiği. Gelmeseydin demiş, git demiş, bana mı sordun demiş. Hani ne vaktine ne aşıp geldiği mesafeye ne de harcadığı zamana üzülmemiş de bizim delikanlı, oraya kadar gelip onu göremeden dönmek zorunda kalmak çok zoruna gitmiş. Uzun uzun uğraşıp saatlerce bekledikten sonra ikna edemeyeceğini anlayınca dönüş yoluna geçmiş. Sevdiğinden aldığı son mesaj da “Seni görmek istemiyorum.” olmuş. Birlikte gittikleri, el ele yürüdükleri yollarda eli cebinde yürümüş delikanlı. Her bir anıyı yeniden yaşayarak, her bir adımda gözlerinden süzülen yaşlarla beraber yürümüş. Otogarda beklerken uzun bir mesaj atmış sevdiğine. İçimden gelenleri yazmış ama detayını öğrenemedik onun da. Tek bildiğimiz o mesaja da cevap alamadığı... Her seferinde sevdiğini bırakıp dönmek zorunda olduğu için hüzünlendiği o otogarda bu kez bambaşka bir hüzün yaşamış delikanlı. İlk defa o şehirden sevdiğini göremeden dönmenin hüznü... Öncekilerde yanında içini ısıtan anılarla döndüğü o şehirden bu kez umutlarını bırakarak dönmenin verdiği ızdırap çöküvermiş yüreğine. Oysa tek isteği birkaç dakika görmekmiş. Uzaktan bile olsa. İlk defa “inince ve eve varınca haber ver” mesajı alamamış sevdiğinden. Sağ salim dönüp dönemediğimi ilk defa merak etmedi dedi. Demek ki yaşanılanların, karşılıklı yapılan fedakarlıkların ve o birbirinden güzel anıların birkaç dakika hatırı bile kalmamış sevdiğinde. Gururundan bile çok sevmişti delikanlı. Gel dese her zaman giderim, ayağım taşa takıldı dese koşar elinden tutarım derdi de inanmazdık. Ama bensiz daha mutluysa, beni görmek bile istemiyorsa onun iyiliği için gerekirse geriden izlerim, yeter ki o mutlu olsun, başka bir arzum yok dediği akşam birkaç damla gözyaşı da biz döktük onun için gizlice. Çok sevmişti delikanlı. Ne aklını kullanabiliyordu ne gururunu önde tutabiliyordu. Kalbinin peşinden sürüklenip gidiyordu. Yapma, etme dediğimizde ise ben onu gururumdan daha çok seviyorum derdi. O günden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Daha da içine kapandı. Kimselerle muhatap olmazdı kolay kolay. Hiçbir şey yapamadık onun için. Bir gün haberi geldi. İnanamadık. Oturduk, çocuklar gibi hüngür hüngür ağladık. Almış arabayı, düşmüş yine yollara. Gitmiş gitmesine ama dönememiş. Dönmek istememiş belki de. Sevdiğini son bir kez görebildi mi, öğrenemedik. Kendisine haber verildi mi, ondan da haberimiz yok. Sormaya, sorgulamaya çekindik. Şarampole yuvarlanan arabasından çıkan eşyaları teslim ederlerken bir kağıt parçası gözüme çarptı. Baktım, üstünde tek bir cümle yazıyor. Bacaklarımın bağı çözüldü okuyunca. Herkes herkese ecel diye, kaza diye bahsetti ama herkes anladı işin gerçeğini. O kağıdı hâlâ saklarım. Üzerine de ben tarih attım hatta. Altında tek bir cümle:


23.05.22

“Seni bugün görmem lazım.”