Reyhan’la parkta oturuyoruz. Cıvıl cıvıl kuşlar içimi neşelendiriyor. Güneş tam tepede. Baharın o sevgili kokusu geziniyor havada. Yerimde durasım gelmiyor, kıçımda kurt var sanki. Oturup kalkıp Reyhan’ı öpüyorum. O, durgun. Genelde durgun olmayı seviyor. Öyle olunca da ben yanında çocuk kalıyorum. Birden bana dönüp diyor ki: “Beni seviyor musun?”

“Evet” diyorum. Anlık bir yalandı.

“Şimdi seni bu güzelliklerin içinde bırakıp gitsem üzülür müsün?” diyor.

“Evet.” diyorum. Anlık bir yalandı. Yanağıma bir öpücük kondurup kalkıveriyor yanımdan. Üzülüyorum gidişine, şok oluyorum. Öpücüğünün izi kalıyor yanağımda. Sokağın başından dönene kadar arkasından bakıyorum. Ben ve onun öpücüğü iki yalnızız.

Kuşların cıvıltısı yok artık. Güneş de kayboluyor, demek o kadar saat oturdum bu parkta. Eve gidip şiir düzesim geliyor Reyhan’a. Ona daha önce hiç şiir yazmadım. Neden şimdi yazasım geliyor ki? Sevmediğim kız benden ayrılınca neden üzülüyorum ki? Yoksa aşık mı oluyorum? Evet, oluyorum.

Günler saniye gibi geçiyor ve ben yelkovandan başka bir şey değilim. Reyhan’ı istiyorum. Reyhan’ı özlüyorum. O da beni özlüyor mu? Cebimden bir sigara çıkarıyorum, yakıyorum bir çırpıda. Karşı durakta Reyhan. Tek başına koca durağı işgal etmiş gibi duruyor. Demek o kadar büyük gözümde. Yanına gidip özür diliyorum.

“Beni sevmediğini fark ettim.” diyor. Halbuki bana bunu söylerken ne kadar da seviyorum onu.

“Bir gün seni seveceğim hiç aklıma gelmemişti.” diyorum. Gözlerini yere deviriyor. Suskunluk... Otobüsüne binip gidiyor. Yine bakakalıyorum bir şeylerin ardından. Kendime kızıyorum. Kaybettim beni seven bir insanı. Seni seven bir insanı kaybetmek demek her şeyi kaybetmek demek, ders olsun bana.