Düşüncelerin her daim orada olduğu halde sadece en canımızı acıtacak anlarda gün yüzüne çıkması ne tuhaf. Evdeyim, evimde… Sakin, bana huzur veren yerde… O en monoton olayını, en monoton gününü özlediğim, arkadaşım, dostum dediğim insanların yanında. O her günkü koşturmamdan uzaktayım. Nerdeyse beni her gün anksiyete krizlerine kadar sürükleyen, tek bir an bile ne olacağı belirsiz, her şeye sahip olan ama mutlu etmenin yakınına yanaşamayan o yerden, o kişilerden uzakta… Yoktu bu düşünceler o koşuşturmada, olsalardı vazgeçerdim herhalde onlardan, zamanım yoktu, gücüm yoktu veya sabrım. Ama onlar zihnimdekilere kafamı takabileceğim kadar sükunetle geçen bu bir kaç günde geldiler, yok sayamayacağım bir gürültüyle, güçle. 5 aydır zihnimde, hafızamda geriye attığım bu durum bir anda tekrardan tüm gücüyle vücudu ele geçirmeye kararlı bir kanser gibi yayıldı. Uzandığım o yatakta, kafamı kaldırıp baktığımda o tavanda, evet o tavanda, küçük bir kanca asılı. Beni asmaya, beni aşmaya çalışan ve kontrolü isteyen o duyguların temsili gibi. Bana bir mesaj bir çağrı veriyor yıllardır tavanımdan göz kırpan o kanca. Bir anda tüm o diğer rahatsız edici düşüncelerimi hatırlıyorum, bir olan problem on oluyor yüz oluyor… Ama merak etme, bu aramızdaki karşı konulmaz çekimi aşk diye adlandıramasam da aklımı yitirmiş gibi korksam da elini tutmaktan, kokunu içime çektiğimde gözlerimi kapatmadan ve bedeninle bütün olmadan duramayacak gibi hissedip yine de sana mesafeli de dursam en parlak, en karmaşık, en gösterişli problem sensin zihnimde.