İnsan olmanın sancısı hüznü içinde sürükleniyor zaman ya da insan zamanın sancısı ve hüznü içinde sürükleniyor, allak bullağım, ne ne seçemiyorum. Yalnızca hatırlıyorum, çok şey hatırlıyorum, bir an içinde bin anı içinde geziniyorum. Konuşmak istemiyorum ama içimde birikiyor her şey, bağırmak istiyorum, çığırmak belki de ve haykırmak, içimin ağırlığını hafifletecek hangisiyse onu, gerekiyorsa hepsini yaparım. Olduğum yere çöküyorum zavallı halimle, can yangınım tüm vücudumu hastalıklı kötücül bir ur gibi sarmış, ağırlaşıyorum, ağlıyor muyum ağlayamıyor muyum seçemiyorum, sancıdan bilinçsiz bir haldeyim ama belki bir dakika belki bir saat sonra duruluyorum.


''Ben bu hikayeyi hiç ve kimseye anlatmadım.'' diye konuşuyorum kırık bir sesle. Konuşmak konuştukça daha da kolay bir eylem oluyor. ''Serap'a olan delice aşkımı hiç ve kimseye anlatamadım. Korkaklık mıydı yoksa korumak mı cevap veremiyorum, ben bu hikayede fazla şeye cevap veremiyorum zaten, sadece çok sevdiğimi biliyorum, yürekse yüreğim, cansa canım, hepsi şahit, çok sevdim, çok seviyorum. Ne zaman ve nerede, nasıl başladı hatırlamıyorum, sanki hep içimde varlığını sürdürüyordu ve bir gün elim oraya değdi, fark ettim bu sevginin arkadaşlık değil de daha yücesi bir güçle yüreğimde dolaştığını, hiç yadırgamadım çünkü sevdiğim kişi Serap'tı, onu kim sevmezdi? Sevmeyen kişinin yüreğinde koca karanlık bir kötülük vardır sanıyorum, sevense insandır işte ama O'na aşık olan yürek, ah işte o yürek, yangınlardadır, viran bir sevdalıdır, daima hasrettedir. Ben şahitim.''


''Kimsin sen?'' diye sormak istiyordum ona. ''Kimsin sen de beni bu hale getiriyorsun, karşıma çıkıyorsun, beni darmaduman ediyorsun, seni tanımıyorum bile, sadece Serap olarak kalamaz mısın? Beni mahvetmeye hakkın yok, uyandığımda ilk gördüğüm yüz olman nedendi? Neden bunu yaptın? Ben senin için kimim? Hüzün kovanı gözlerinle bakıyorsun bana uzun uzun ama neredesin? Öyleyse neden sana sevdalı bir varlık oldum ben, çok yazık değil mi bana? Beni paramparça ettin ve bunların hiçbirini bilmiyorsun bile, en kötüsü de bu ya, çaresizim, sana kızamıyorum, suçlayamıyorum seni, beni bu kadar derinden yaraladığını bilmiyorsun çünkü.''


''Seni ilk gördüğümde yüreğimde bir parçalanma oldu, sana sevda tohumumdu bu. Gün geçtikçe de filizlendi, seni uzaktan gördüm, sesin geldi kulağıma, geceleri hep sesini duyar gibi oldum, uyudum sendin gördüğüm uyandım sendin görmek istediğim, yaşamak sen oldu çıktı benim için, Serap diye sayıklar oldum ismini çocuk gibi, dövündüm kendi kendime bu sevda yüzünden çünkü sana aşıktım artık. Ben sana aşığım, Serap. Kimsin sen? Çok ağladım, bitsin istedim, yalvardım yakardım ama nafile, kabul olmadı, ben seni sevmek ve aşkınla bu acı hale gelmek için yaratılmışım sanki. Artık içimdeki bu sancıyı soğuramıyorum.


Sevdiğin tarafından yaralanmak. Bu onulmaz yaranın ağırlığını hiç taşımadın, anlayamazsın beni bu yüzden. Bu acıdan kendimi kaybettim, kim olduğumu seçemiyorum artık, daima bir parçalanma halindeyim. Kendimi sevmeyi özledim ve bu duyguyu ne zaman kaybettim hatırlamıyorum, sık sık çok acı içinde kalıyorum ve hissizleşene kadar sancıyorum. ''Seni tanımaktan korkuyorum.'' Huzurumu öyle kaçırıyor ki bu cümle. Çünkü devamı var içimde. ''Ya seni tanıdıkça yaralanmam geçmezse.'' Gerçek var içinde. Benim korkum bu çünkü. Benim yaram.


Ağzımdaki yara sensin.

İyileştir beni.

Öp beni, Serap.

Öp.''