Kitabımızın kapağını açmamızla başlar "kendimiz ile tanışma" serüvenimiz. Bu serüven bizi rutin yaşamımızdan alır ve içsel bir yolculuğa çıkarır. Kendimizi, çiçek açar gibi kelime açan sözcükleri okurken ve rengarenk çiçeklerle donatılmış bir bahçenin kokusunu içimize çekmeye başlarken buluruz ve her okuduğumuzda etkisini hissederiz. Sonra fark ederiz ki cümleler tıpkı ışığın camdan geçmesi gibi zihnimizin içinden geçer; yaşamın bütün görünüş ve alanlarını belirleyen koşullarını göstermeye başlar. Bizlere zamansal, mekânsal, fikirsel olarak derin ve farklı bakış açılarından bolca sunar. Farklı insanların düşünceleri beynimizin içine girdiğinde, onların açılarından bakmayı deneyimlediğimizde, her şeye sadece kendi açımızdan bakan bir insan olmaktan çıkarız. Kendi inancımızla ya da düşüncemizle bağdaşmayan karşıt görüşlerde bizim için önemli olan şeylere nasıl bakıldığını bu sayede anlamış oluruz ve başkasının perspektifinden dünyaya bakabilen; gerektiğinde kendi yerleşikliğinden ayrılabilen, empati kurma çabası gösteren olgun bir insan olmaya doğru evriliriz. Dolayısıyla kitap, bir nevi açı edinme aracına dönüşür ve hayatta yalnızca kendi konumumuza odaklanıp değerlendirmeyi değil, diğer varlıklarla olan göreceli konumumuza göre değerlendirmeyi gösterir. Böylelikle küçük bir bahçeden yavaşça ormana doğru yol alırız…


Kitaplar kendi benliğimiz hakkında bizi durup düşünmeye iter. Franz Kafka, "Yaralayan, darbe vuran kitap okumalıyız. Okuduğunda kitap yumruk gibi inmiyorsa kafana, neden okuyorsun ki? Felaketler gibi, canınızdan çok sevdiklerinizden koparılmanın sürgünü gibi olmalı kitap… Kitap, içimizdeki buzulları parçalayacak balta olmalı." der. Kendi benliğimize erişebilmemiz için Kafka'nın dediği gibi buzullarımızı parçalayabildiğimiz, yani görünür yüzeyin altına inen kitaplar okumalıyız ki bu da yalnız; zihinsel, duygusal ve düşünsel kitapları okuma ile mümkündür. Bunları okuduğumuzda bilincimizle bilinç dışımız arasında kalan o belirsizlikleri eritip onları minimal duruma getirebiliriz. Beraberinde bir dönüşümlülük yaşarız, kendimizi bir obje gibi ele alıp incelemeye başlarız, zihnen ve fikren elastik; değişmeye, gelişmeye açık bireyler oluruz ve artık sadece bir kitabı değil kendimizi okuma iradesine sahip olduğumuzun farkındalığına ereriz. Esasında kendimizle karşılaşmak üzere çıktığımız yolculuğumuz, kendimizden çıktığımız bir yolculuğa doğru devam eder... 


Zamanla kütüphanemizi oluşturduğumuzda bahçemizin alanının genişlediğini, büyük bir emek ve zahmet ile diktiğimiz fidanların büyümüş olduğuna şahit oluruz. Çeşit çeşit meyvelerini yediğimiz ağaçlarımızın arasında dolaşırken ruhumuzun duyumsal ve rasyonel iştahını karşılarız. En güzel bitkilerimizden kopardığımız çiçeklerimizi balkonumuzda sergilerken değer ve itibar kazanırız. Serüvenimizde bahçemizin, yeni tomurcuklarının doğuşuna her vakit şahit olmak için parlak güneşin sıcaklığını yansıtmayı, sevecenlik rüzgarı üflemeyi, yağmur olup bir nebze de olsa hayat vermeyi hiç eksik etmemeliyiz ve bunun için de daima okumayı sürdürmeliyiz. Bir gün zamansız gelen mevsimler çiçeklerimizi solduracak, ağaçlarımızı kurutacak. Belki de ormanımızda kupkuru tek bir ağaç kalacak ama biz yine de her zaman bir yerlerde kök salan bir ağacımızın olduğunu bilmenin verdiği umutla yaşayacağız…