Servet-i Fünun (Edebiyat-ı Cedide) Dönemi


Edebiyatımızda Tanzimat Edebiyatı ile başlayan yenilikler meyvelerini bir bütün olarak Servet-i Fünun döneminde vermeye başlar. Bu sebeple bu edebiyat dönemi Türk Edebiyatı’nın önemli bir basamağı olarak görülür.


Servet-i Fünun Edebiyatı, Tanzimat Edebiyatı’nın devamı gibidir çünkü bu edebiyat dönemi Tanzimat dönemi ikinci nesil sanatçıları etrafında gelişir. Tanzimat dönemi edebiyatımıza yeni türlerin girdiği, ilklerin ağırlıklı olduğu ve bununla beraber eski-yeni tartışmalarının yaşandığı bir dönemdir. Servet-i Fünun dönemi ise edebi türlerde daha olgun örnekler verilmeye başlandığı, edebiyatımızın Batı’ya daha çok yaklaştığı, yeni nazım biçimlerinin batıdan alınarak kullanılmaya başlandığı bir dönemdir.


Tanzimat Edebiyatı’nda olduğu gibi bu dönemde de eski-yeni çatışması ve fikir ayrılıkları görülür. Bu dönemde Recaizade Mahmut Ekrem ve Muallim Naci gibi hem Tanzimat’ın ikinci neslinde hem de Servet-i Fünun döneminde eser veren ara dönem yazarları arasında bazı fikir ayrılıkları vardır. Muallim Naci ve onun gibi düşünerek Malumat dergisi etrafında birleşenler divan edebiyatına dayanan eski bir edebiyatı hedeflemektedir. Ancak Recaizade Mahmut Ekrem ve onun önderliğindeki gençler yenileşme düşüncesiyle yeni ve dönemin ihtiyacına karşılık veren bir edebiyat döneminin oluşmasını sağlarlar.


1896-1901 yılları arasında faaliyet gösteren bu edebi topluluk, Üstad-ı Ekrem olarak bilinen Recaizade Mahmut Ekrem önderliğinde Ahmet İhsan Tokgöz’ün bilim dergisi olarak çıkardığı ve sonrasında bir edebiyat dergisine dönüşecek olan Servet-i Fünun dergisi etrafında şekillenir. Edebi hareketlerin başlangıcını ve bitişini kesin tarihlerle göstermek zor olsa da Servet-i Fünun Edebiyatı bir dergi etrafında meydana geldiğinden bu tarihleri vermek diğer edebiyat dönemlerine göre daha kolaydır.


Tevfik Fikret’in sanat ve edebiyat yönetmeni olmasıyla 256. sayısından itibaren edebi bir hal alan dergi Hüseyin Cahit Yalçın’ın Fransızcadan çevirmiş olduğu “Edebiyat ve Hukuk” adlı makaleden dolayı bir süreliğine kapatılır. Bu kapanış topluluğun dağılmasına yol açar ve bundan sonra bu edebiyat topluluğunun eski canlılığı geri getirilemez. Bu dönemde edebiyatımız için çok değerli olan Cenap Şahabettin, Tevfik Fikret, Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit Yalçın, Halit Ziya Uşaklıgil gibi isimler eserlerini vermişlerdir.


19. yüzyılın sonları Osmanlı Devleti için çok zor yıllardır. Uzun yıllardır gerileyen ve toprak kaybı yaşayan Osmanlı Devleti “Hasta adam” olarak nitelendirilmektedir. Fransız İhtilali sonucu ortaya çıkan akımlar neticesinde Tanzimat’tan bu yana birçok azınlık Osmanlı Devleti’nden ayrılmak için isyanlar çıkarmaktadır. Bu sebeplerden ötürü dönemin padişahı 2. Abdülhamit ülkede yıllarca sürecek olan sıkı bir yönetim sergilemek zorunda kalır.


Dönemin siyasi koşulları, olumsuzluklar ve dönemin bunaltıcı atmosferi sanatçılar üzerinde ruhi bir bunalıma sebep olur. Recaizade Mahmut Ekrem ve Abdülhak Hamit Tarhan’da görülen ölüm ve karamsarlık halleri bu dönemin diğer yazarlarında da kendisini gösterir. Halit Ziya Uşaklıgil ile Tevfik Fikret neşeli bir gecenin sonunda sandalla evlerine dönerlerken yanlarından bir gemi geçer ve Tevfik Fikret, Halit Ziya’ya “Bu gemi bizi batırsaydı ve boğulsaydık.” der. Dönemin sanatçılarından Mehmet Rauf da intihar girişiminde bulunur ancak intihar edeceği günün sabahı arkadaşlarına telgraf çekerek bunu bildirdiğinden arkadaşları onu kurtarır.


Bu edebiyat döneminde sanatçılar o kadar karamsar ve dönemin getirdiği koşullardan bıkkındırlar ki Yeni Zelanda’ya gitmeyi düşünürler. Bu düşünceyi gerçekleştiremeyince Osmanlı içerisinde kalmaya devam etmeye ve bir çiftliğe yerleşmeye karar verseler de bunu da başaramazlar. Bu olaylar dönemin eserlerine de yansımıştır.


Bu edebi topluluk Batı uygarlığını ve Fransız edebiyatını örnek alarak “sanat sanat içindir” anlayışıyla yeni bir edebiyat oluşturmayı hedeflemiştir. Bu edebi topluluğun sanatçıları genelde İstanbul doğumludur ve Batı tarzı eğitim almışlardır. Eserlerinde dönemin siyasi olaylarından uzak kalmışlar ve toplumsal meselelere değinmemişlerdir.


Bu yolda büyük bir hızla sonuç alınan ilk ve önemli tür şiir olur. Topluluğun önde gelenlerinden olan Tevfik Fikret’in şair oluşu ve bu topluluğa mensup diğer çoğu sanatçının şair oluşu bu sonuçta etkilidir. Aynı zamanda Tevfik Fikret’in bir ressam olması sebebiyle pitoresk şiir denen tablo altına şiir yazma geleneği bu dönemde başlamıştır.


Servet-i Fünun şiirinde işlenen ana tema hayal-gerçek çatışmasıdır. Dönemin şartlarından ötürü bu dönemin sanatçıları gerçeklerden kaçarak hayali bir dünyaya sığınmak istemişlerdir. Onların şiirlerinde hüzün, ıstırap, karamsarlık, ölüm ve içe kaçış temaları geniş bir şekilde yer bulur. Pek çok şiir ve romanın konuları kadar isimleri de bu çatışmayı ifade eder. “Hayal İçinde, Hayat-ı Muhayyel, Ömr-i Muhayyel, Rubab-ı Şikeste, Kırık Hayatlar” bunlara örnektir.


Servet-i Fünun şairleri dönemin siyasi şartları sebebiyle eserlerinde toplumsal konulara yer vermezler. Özellikle Tanzimat’ın birinci döneminde ele alınan “hak, adalet, hürriyet, vatan” gibi konular bu dönemde yerini aşk, doğa, ölüm gibi bireysel temalara bırakır. Toplumdan ve insanlardan karamsar bir bakış açısıyla uzaklaşan şairler tabiata yönelmişlerdir.


Servet-i Fünun Edebiyatı çağdaşı Fransız edebiyatını örnek alarak “sanat için sanat” ilkesine bağlı kalmıştır. Toplumsal kaygı taşımadıklarından eserlerinde ağır ve süslü bir dil kullanırlar. Şairlerin çoğu ahenkli ve o zamana kadar kullanılmamış kelimeler kullanmışlardır.


Bu dönemin sanatçıları resim gibi şiir yazmayı hedefleyen parnasizm akımından ve şiirin bir müzikalitesi olması gerektiğini savunan sembolizm akımından etkilenmişlerdir. Parnasizmin etkisiyle şiirde tasvirlere önem verilmiş, pitoresk şiir gelişmiştir. Sembolizmin etkisiyle şiir musikiye yaklaşmış, farklı yorumlanabilen şiirler yazılmıştır.


Bu dönemin şiiri şekil, dil ve şiir anlayışı bakımından Tanzimat şiirinden farklıdır. Servet-i Fünun topluluğunun ilk amaçlarından biri Tanzimat Dönemi’nde ortaya koyulan ve tam anlamıyla başarı sağlanamayan şiiri modernleştirme düşüncesinin gerçekleştirilmesidir.

Tanzimat şiirinde şairler biçimsel olarak hem Doğu’ya hem Batı’ya bağlı kalmış, Divan şiiri ile Fransız şiirlerinin nazım biçimlerini birlikte kullanmışlardı. Tanzimat sanatçılarının etkisiyle yetişen dönemin şairleri Divan şiirinin nazım biçimlerine bağlı kalırlar. Bu şairler, toplu bir hareketin başlamasıyla bu nazım şekillerini bırakarak daha çok Batı’ya yönelirler. Bu dönemde sone, terzarima, serbest müstezat, triyole, balat gibi yeni nazım şekilleri denenir.


Sone, iki dörtlük ve iki üçlük olmak üzere on dört dizeden oluşan nazım biçimidir. İlk defa İtalyan Edebiyatı’nda görülmüş olup Türk Edebiyatı’na Fransız Edebiyatı’ndan geçmiştir. İtalyan, Fransız ve İngiliz Edebiyatı’nda farklı kafiye şemaları olsa da Türk şairler bu konuda serbest hareket etmişlerdir. Tevfik Fikret’in Hayata Karşı Beşer şiiri soneye örnektir.


Hayata Karşı Beşer-Tevfik Fikret


-Lanet bize ey hayat; sen masum ve Mübeccelsin!-

 

Gür saçlarında hep şu baharın güneşleri,

Şefkatli gözlerinde bütün gök, bütün deniz.

Bir ebr-i gonce-hize bürünmüş ve muhteriz,

Lakin her iştiyaka gülen nazlı bir peri.

 

-Ta Rabbımızla gökteki hengameden beri

Biz daima güneşte siyah bir göz, en temiz

Vicdanda gizli bir leke fark etmek isteriz,

Asi biziz, biziz yine şak-i müfteri-

 

Ey hüsn-i mültefit, bize aldanma, biz denî

Bir aşk-ı bî-sebat ile iğfal eder seni

İğfal eder, mülevves eder, sonra neş'esiz


Bir ânı mahvın oldu mu, levm eyleriz... Sakın 

İncinme kendi kendine, içlenme ey kadın, 

Mel'ûn eden de biz, seni tel'in eden de biz...

 

Terzarima, ilk olarak İtalyan Edebiyatı’nda kullanışmış olup sonrasında başka edebiyatlar da kullanmıştır. Dante’nin İlahi Komedya’da bu nazım biçimini kullanması yaygınlaşmasını sağlamıştır. Dört üçlük ve son bir dizeden oluşur. Ahmet Telli’nin Giz şiiri buna örnektir.


Giz-Ahmet Telli


Bu kadar uzak mıydı

git git bitmiyor yol

görünmüyor dağın ardı

 

Oysa bilmem kaç yıl

bu yollardan yürünmüş

Şimdi sanki bir masal

 

Bu dilsiz dağ ve taş

nerde saklar kuşları

hangi gizle sarmaş dolaş

 

Anlamak zor susuşları


Serbest müstezat, aruz ölçüsünün klasik kalıplarının bozulmasıyla oluşturulmuş bir nazım biçimidir. Serbest müstezatta birden çok aruz kalıbı aynı anda kullanılmıştır. Anjambmanlara sıkça rastlanır ve şiir konuşma diline yaklaştırılmıştır. Serbest müstezat şaire söyleme kolaylığı sağlayan bir nazım biçimidir. Ahmet Haşim’in Kış şiiri bu nazım biçimine örnektir.


Kış-Ahmet Haşim


Yine kış,

Yine şems-i mesada, ah o bakış,

Yine yollarda serseri dolaşan

Aşiyansız tuyur-ı pür-naliş…

 

Tehi kalan ovalar

Sükût eder sanılır mevsimin gumumuyla

Harab olan sarı yollarda kalmamış ne gelen,

Ne giden,

Şimdi yalnız kavafil-i evrak

Mütemadi sürüklenir bir uzak

Ufk-ı pür-ızdırab u nevmide.

 

Yine kış, yine kış,

Bütün emelleri bir ağlamayan duman sarmış…


Triyole; on dizeden oluşan bir nazım biçimidir. Önce iki mısralı kısım, sonra dörder mısralı iki kısım gelir. Birinci kısmın ilk mısrası birinci dörtlüğün sonunda, yine birinci kısmın ikinci mısrası ikinci dörtlüğün sonunda tekrarlanır. Tahsin Nahit’in Hilal-i Seher şiiri buna örnektir.


Hilal-i Seher-Tahsin Nahit


Yüzünde hasta-i sevdâ gibi melâhet var

Nedir bu hâl-i perîşânın ey hilâl-i seher?

           

Sabah-ı feyz-i bahârîde mübtesem ezhâr

Çemen çemen mütemevvic nesîm-i anber-bâr

Niçin? Ben anlamadım kimden etsem istifsâr?

Yüzünde hasta-i sevdâ gibi melâhet var

 

Dem-i seherde yanında şu parlayan ahter

Hazân içinde solan bir çiçek gibi dil-ber

Sürûr-ı fecr ile şâdân iken bütün yerler

Nedir bu hâl-i perîşânın ey hilâl-i seher?


Balat; Batı şiirinde efsanemsi, masalımsı, çoğu zaman acıklı, kimi zaman gülünç olayları, söylenti niteliğindeki eski hikâyeleri işleyen nazım biçimidir. Üç uzun bir kısa bentten oluşur.


Asılmışların Baladı-François Villon


Olmayın bu kadar katı yürekli,

Ey dünyada kalan insan kardeşler;

Allah da sizden razı olur belki

Sizler acırsanız bizlere eğer;

Şurada asılmışız üçer beşer;

Kuş tüyüyle beslenen şu bedene

Bir bakın, dağılmada günden güne;

Bakın kül olan kemiklerimize;

Gülmeyin, dostlar, bu hale düşene;

Tanrıdan mağrifet dileyin bize.

 

Kanun namına öldürüldük diye

Hor görmeyin bizleri, kardeş bilin;

Dünyada herkes akıllı olmaz ya,

Biz de böyle olmuşuz n'eyleyelim,

Madem alnımıza yazılmış ölüm,

İsa Peygambere dua edin de

Yanmak cehennem ateşlerinde

Esirgesin bizi, acısın bize.

Etmeyin, işte ölmüşüz bir kere;

Tanrıdan mağrifet dileyin bize.

 

Görmedik bir gün olsun rahat yüzü;

Yağmur sularında yıkandık yunduk;

Kurda, kuşa yedirdik kaşı gözü;

Gün ışıklarında karardık, yandık;

Kuş gagalarıyla kalbura döndük;

Durmadan kâh şu yana, kâh bu yana

Esen rüzgârla sallana sallana...

Kargalar geldi kondu üstümüze.

Sakın siz katılmayın bu kervana.

Tanrıdan mağrifet dileyin bize.

 

Servet-i Fünun Şiiri Özellikleri;


▪Batı edebiyatından yeni nazım biçimleri alınmıştır.

▪Türkçeyi aruza uyarlarlar. Aruzun farklı kalıpları şiirde kullanılır.

▪Kafiye kulak içindir anlayışı görülür.

▪O güne kadar kullanılmayan kelimeleri şiire sokmuşlardır.

▪Aşırı melankoli, karamsarlık ve ölüm şiirlerin ana temasıdır.

▪Hayal ve gerçek çatışması görülür.

▪Toplumsal duyarlılıktan uzaktırlar.

▪Anjambmanlar kullanarak anlamı birden fazla dizeye taşırırlar.

▪Anjambmanlar sayesinde mensur şiirin oluşumu sağlanır.

▪Kelimelerin seçimi ve ses uyumu önemlidir.

▪Pitoresk şiir geleneği bu dönemde başlamıştır.

▪Uzun tasvirlere yer vermişlerdir.

▪Orijinal başlıklar konulmuştur.

▪Parnasizm ve sembolizm etkisi görülür.

▪Sanat için sanat anlayışını benimserler.

▪Dil sanatlı ve ağırdır.

▪Arapça ve Farsça sözcüklere yer verilir.

▪Bireysel konulara yönelmişlerdir.

▪Nazım nesre yaklaştırılmıştır.


Milli Edebiyat Dönemi


2. Meşrutiyet’in ilanından sonra oluşan serbest ve özgür ortamda dönemin aydınları tarafından sosyal, siyasi ve kültürel alanda pek çok konu ele alınmıştır. Trablusgarp Savaşı, Balkan ve 1. Dünya Savaşı gibi olaylar ise devleti ve toplumu çıkmazlara itmiştir. Bu çıkmazlardan kurtulmak isteyen Türk aydınları 1923’e kadar olan sürede bazı çıkar yollar ararlar. Bu çıkmazdan kurtulmak için bazı fikir akımları ortaya atılır.


Bu akımlardan ilki Osmanlıcılıktır. Bazı aydınlar dil, din, ırk ayrımı yapılmaksızın bütün milletleri kapsayacak bir üst kimlik oluşturmaya çalışmıştır. Osmanlıcılık adı verilen bu düşüncenin temelinde gayrimüslimleri devlete bağlı tutma fikri yatar. Bu fikir Jön-Türkler ve İttihatçılar tarafından da desteklenmiştir. Temsilcileri arasında Mithat Paşa, Namık Kemal ve Ahmet Mithat Efendi sayılabilir. Fransız İhtilali ile ortaya çıkan milliyetçilik akımı Osmanlı Devleti’nde de etkisini göstermiş ve bu akımın devleti çıkmazdan kurtaramayacağı Balkan Savaşları sonucu dağılan Balkan milletleri ile anlaşılmıştır.


İslamcılık adı verilen başka bir düşünce ile Müslüman milletleri Osmanlı Halifesi etrafında birleştirmek ve kalkındırmak hedeflenmiştir. Bu fikir 31 Mart Ayaklanması sonrası 2. Abdülhamit tarafından geliştirilmiştir. Cemalettin Efgani, Sait Halim Paşa, Filibeli Ahmet Hilmi Bey ve Mehmet Akif Ersoy gibi temsilcileri vardır. 1. Dünya Savaşı sırasında bazı Arapların İngilizlerle iş birliği yaparak Osmanlı’ya karşı savaşması bu akımın da başarısız olduğunu göstermiştir.


Ortaya atılan bir diğer fikir akımı ise Batıcılık olmuştur. Avrupa’da bilim ve teknolojide yaşanan hızlı gelişmeler bazı Osmanlı aydınlarının yönünü Batı’ya dönmesine neden olmuş ve bu aydınlar devletin kurtuluşunu Batılılaşma fikrinde aramışlardır. Batıcılık adı verilen bu fikrin savunucuları, Avrupa’daki gelişmelerin örnek alınarak devletin modernleştirilmesi gerektiğini savunmuştur. Bu akımın temsilcileri Tevfik Fikret, Abdullah Cevdet, Baha Tevfik ve Celal Nuri’dir.


Fransız İhtilali’nin yaydığı milliyetçilik fikri bir yandan azınlık isyanlarına diğer yandan da bir kısım aydınlarda Türkçülük fikrinin doğmasına zemin hazırlamıştır. Türkçülük, bütün Türklerin tek bayrak etrafında toplanmasına dayanan bir fikir hareketidir. Bu akım özellikle Kurtuluş Savaşı yıllarında büyük bir hareketlilik gösterir. Önce edebiyatçılar ve aydınlarca ortaya atılan ve sonradan siyasi nitelik kazanan Türkçülük fikri bu dönemde büyük gelişme gösterir. Mehmet Emin Yurdakul, Ziya Gökalp gibi temsilcileri bulunmaktadır.


Bütün bu sosyal ve siyasal olaylar edebiyatı da yakından etkilemiştir. 20. yüzyıl edebiyatını neredeyse tamamen etkileyen Türkçülük akımı Milli Edebiyat’ın doğup gelişmesini sağlar. Balkan Savaşları ve 2. Dünya Savaşı ile yaşanan gelişmeler yeni bir edebiyat anlayışının doğmasına zemin hazırlar.


Milli Edebiyat’ın gerçek anlamda ilk başlangıcı Mehmet Emin Yurdakul’dur. Şairin Yunan Harbi sırasında yazdığı “Cenge Giderken” şiiri milliyetçilik fikrinin şiirimizdeki ilk yansımasıdır. Bu şiir, edebiyatımıza getirdiği yeni temalar ve şiir anlayışı bakımından önemlidir. Döneminde “Ben bir Türk’üm dinim, cinsim uludur” dizeleri sebebiyle eleştirilmiştir.


Cenge Giderken-Mehmet Emin Yurdakul


Ben bir Türk'üm dinim, cinsim uludur

Sinem, özüm ateş ile doludur

İnsan olan vatanının kuludur

Türk evlâdı evde durmaz, giderim.

 

Bu topraklar ecdâdımın ocağı

Evim köyüm hep bu yurdun bucağı

İşte vatan! İşte Tanrı kucağı!

Ata yurdun evlât bulmaz, giderim.

 

Yaradanın kitabını kaldırtmam

Osmancığın bayrağını aldırtmam

Düşmanımı vatanıma saldırtmam

Tanrı evi viran olmaz giderim.

 

Tanrım şâhid duracağım sözümde

Milletimin sevgileri özümde

Vatanımdan başka şey yok gözümde

Yâr yatağın düşman almaz, giderim.

 

Ak gömlekle gözyaşımı silerim

Kara taşla bıçağımı bilerim

Vatanımçün yücelikler dilerim

Bu dünyada kimse kalmaz, giderim.


Mehmet Emin Yurdakul’dan sonra bu yeni edebiyat anlayışının öncü isimlerinden biri de Ziya Gökalp’tir. Yazdığı yazılar ve verdiği sosyoloji dersleri ile milliyetçilik düşüncesinin aydınlarca benimsenmesinde ve yeni bir edebiyatın oluşmasında etkili olur. Kendilerinden önce öne sürülen Türkçülük düşüncesine bilimsel bir yön katarak sistemleştirir.


Ziya Gökalp, Milli Edebiyat’ın fikri yönden yapımcısıdır. Edebiyatımızın gelişebilmesi için halka ve milli kaynaklara yönelmek gerektiğini savunur. Ona göre halkın diliyle konuşma dili birleştirilmeli, konuşma dili ile yazı dili arasındaki fark ortadan kalkmalı, şiirde aruz yerine hece ölçüsü kullanılmalıdır. Ziya Gökalp bu düşüncelerini “Lisan” adlı şiirinde özetlemiştir.


Lisan-Ziya Gökalp


Güzel dil Türkçe bize,

Başka dil gece bize.

İstanbul konuşması

En sâf, en ince bize.


Lisanda sayılır öz

Herkesin bildiği söz;

Ma'nâsı anlaşılan

Lûgate atmadan göz.


Uydurma söz yapmayız,

Yapma yola sapmayız,

Türkçeleşmiş, Türkçedir;

Eski köke tapmayız.


Açık sözle kalmalı,

Fikre ışık salmalı;

Müterâdif sözlerden

Türkçesini almalı.


Yeni sözler gerekse,

Bunda da uy herkese,

Halkın söz yaratmada

Yollarını benimse.


Yap yaşayan Türkçeden,

Kimseyi incitmeden.

İstanbul'un Türkçesi

Zevkini olsun yeden.


Arapçaya meyletme,

İran'a da hiç gitme;

Tecvîdi halktan öğren,

Fasîhlerden işitme.


Gayrılı sözler emmeyiz,

Çocuk değil, memeyiz!

Birkaç dil yok Tûran'da,

Tek dilli bir kümeyiz.


Tûran'ın bir ili var

Ve yalnız bir dili var.

Başka dil var diyenin,

Başka bir emeli var.


Türklüğün vicdânı bir,

Dîni bir, vatanı bir;

Fakat hepsi ayrılır

Olmazsa lisânı bir.

 

Milli Edebiyat akımının etkin olduğu 1910-1923 yılları arasında şiirde değişik eğilimler bir arada görülür. Bu dönemde Milli Edebiyat şairleri kendilerini kabul ettirmeye çalışırken Fecr-i Ati şairleri edebiyattaki etkinliğini sürdürür. Servet-i Fünun edebiyatının önemli isimlerinden olan Cenap Şahabettin ve Tevfik Fikret de bu dönemde şairlik güçlerini ellerinde tutmuşlardır. Fecr-i Ati topluluğunun dağılmasıyla birlikte bir kısım genç şair şiirde yeni arayışlar içerisine girer.


Milli Edebiyat akımının edebiyat alanında belirgin bir şekilde görülmesi “Genç Kalemler” dergisinde çıkarılan “Yeni Lisan” makalesi ile olur. Tanzimat döneminde başlayan dilde sadeleşme hareketi Yeni Lisan makalesi ile Milli Edebiyat’ta gerçekleştirilebilmiştir. Bu hareketi Ömer Seyfettin, Akil Koyuncu ve Aka Gündüz gibi isimler başlatır.


Yeni Lisan hareketi Milli Edebiyat akımının temellerinin atıldığı bir dil hareketi olmuştur. Şinasi’den bu yana süregelen ve uygulayıcıları artan “halkın anlayabileceği bir dille yazma” düşüncesi bu hareketle önemli bir aşama kat eder.


Milli Edebiyat şairlerine göre “eski lisan” kendisiyle ilgilenen yüksek zümrenin zevklerine hitap etmektedir. Türklerin Anadolu’ya gelmesi sırasında dilimize gereğinden fazla kelime girdiğini belirtirler. “Eski lisan” olarak nitelendirilen dönemlerde yazarlar ve şairler ya Doğu’ya ya Batı’ya eğilmiş ve yeni bir edebiyatın doğmasını sağlayamamışlardır. Yeni bir edebiyatın doğmasını sağlayacak en önemli etmen dildir ve dilde yeniliklere gidilmeden yeni bir edebiyatın oluşması da söz konusu olamaz.


Herkesin anlayabileceği bir dille yazılmalı, halka ulaşabilmek için İstanbul Türkçesi esas alınmalı ve yazı dili ile konuşma dili arasındaki fark ortadan kaldırılmalıdır. Yeni edebiyat Türkçe kelimelerden ve tamlamalardan oluşabilir ve bunun için dildeki yabancı kelimeler atılmalıdır. Türkçeleşmiş ve dilde karşılığı olmayan kelimeler bunun dışındadır.


Milli Edebiyat anlayışına mensup yazarlar dil ile ilgili çalışmalarından sonra edebiyatta taklitçilikten kaçınılması gerektiğini savunmuştur. Divan Edebiyatı’nı Doğu edebiyatının, sonrasını ise Batı edebiyatının taklidi olmakla suçlarlar. Divan Edebiyatı şiir temelli ve toplumsallık barındırmadan bireysel konulara eğilen bir edebiyat olduğundan okuyucusunu bulamamaktadır. Divan Edebiyatı sonrası şiir ise Batı’dan alınarak taklit edilmiş türlerden oluşur ve yine dönemin ihtiyaçlarına cevap vermez. Fecr-i Ati şairleri her ne kadar Servet-i Fünun Edebiyatı’nı beğenmeyip edebiyatı bir üst kademeye taşıyacaklarını iddia etseler de onları taklitten öteye gidememiş ve yeni bir edebiyat oluşturmayı başaramamışlardır.


Bu dönemde yalın bir dille yazma, konularını ülke gerçeklerinden seçme ve milli kaynaklara yönelme ilkeleri önemli bir yer tutar.


1910-1923 yılları arası Türk şiiri ses, söyleyiş, yapı, tema, dil ve anlatım özellikleri bakımından ana hatlarıyla üç başlık altında incelenebilir.


1)Ziya Gökalp Çevresinde Gelişen Milli Edebiyat Dönemi Şiiri


Ziya Gökalp çevresinde bir şiir anlayışının gelişmesinde Genç Kalemler dergisinin önemi büyüktür. 1911’de Selanik’te yayımlanmaya başlayan Genç Kalemler dergisi sade bir dil ve hece ölçüsüyle şiir yazma görüşü etrafında yayım yapar. Dilde sadeleşme düşüncesinin savunucuları düşüncelerini Genç Kalemler dergisinde dile getirmiş ve bu çerçevede yazılan şiirler yayımlanmıştır.


Bu dönemde Ziya Gökalp, Mehmet Emin Yurdakul ile birlikte hem fikirleri hem de edebiyatı ile bu yeni edebiyatın öncü isimlerinden olur. Bu iki ismin yolundan giden genç şairler hece ölçüsü ve sade bir dil kullanarak Anadolu hayatını şiire işlerler. Bu şairler “Beş Hececiler” olarak bilinen Yusuf Ziya Ortaç, Orhon Seyfi Orhon, Enis Behiç Koryürek, Halit Fahri Ozansoy ve Faruk Nafiz Çamlıbel’dir. Edebiyat hayatına aynı dönemde katılan Halide Nusret Zorlutuna, Kemalettin Kamu, Şukufe Nihal, Necmettin Halil Onan, Necip Fazıl Kısakürek gibi isimler de bu dönemde hece ölçüsüyle şiirler yazmışlardır.


Ziya Gökalp çevresinde gelişen şiir anlayışında dilin sadeleştirilmesi, sanat toplum için anlayışı, Arapça-Farsça ve diğer dillerden alınan kelimelerin Türkçe dil bilgisi yapılarına uygun olarak kullanılması, halkın meselelerinin geçmiş yıllardan bu yana süregelen Türk kültürü ile paralel biçimde anlatılması gibi unsurlara büyük önem verilmiştir. Servet-i Fünun’un ve Fecr-i Ati’nin içe kapalı, sosyal hayattan uzak, Arapça ve Farsça unsurların etkisinde olan edebi anlayışı terk edilmiş ve yerine Ziya Gökalp’in de telkinleriyle duru ve temiz bir Türkçe benimsenmiştir.


Milli Edebiyat döneminde milliyetçilik ve Türkçülük konularını işleyen pek çok şiir yazılmıştır. Turan düşüncesine bağlı olarak Türk tarihi, Türk kahramanları, Orta Asya bozkırları gibi unsurlara şiirde yer verilmiştir.


Bu dönem eserlerinde duygudan çok düşüncenin ön plana çıkarıldığı görülür. Bu dönemde şiirler milli ölçümüz olan hece ölçüsü ile yazılmıştır. Ziya Gökalp’in Sanat şiirinde geçen “Arûz sizin olsun, hece bizimdir. Halkın söylediği Türkçe bizimdir. Leyl sizin, şeb sizin, gece bizimdir.” sözleri ile ortaya koyduğu şiir anlayışı bir ilke haline gelir ve hece ölçüsü ile şiir yazmak aruzla şiir yazan şairleri de etkileyecek şekilde edebiyatımızda yer etmeye başlar.


Batılılaşma dönemi Türk şiirinde ses ve söyleyiş gerçek anlamda bu dönemde değişir. Şairlerin bu dönemde halk şiirine özgü söyleyişle modern şiire özgü söyleyişten birlikte faydalandığı görülür. Türk şiiri tema, vezin ve dil bakımından oldukça farklı bir çehre kazanmıştır.


Servet-i Fünun ve Fecr-i Ati şiirlerinden farklı olarak Milli Edebiyat’ta toplumsal konuların hece ölçüsü ve sade bir dille kaleme alındığı görülür. Bu dönemde konular İstanbul’daki yaşantıyla sınırlı kalmaz, şiirlerde Anadolu ve Anadolu insanının yaşamı da işlenir. Bu anlayış doğrultusunda yazılan şiirlerle birlikte bir memleket şiiri ortaya çıkar. Bu şiirler arasında Faruk Nafiz Çamlıbel’in Han Duvarları şiiri önemli bir örnektir. Bu şiirden etkilenen pek çok şair şiirlerinde Anadolu’yu işlemiştir.


2)Yahya Kemal Beyatlı ve Ahmet Haşim İle Gelişen Saf(Öz) Şiir Anlayışı


Saf şiir, dünya edebiyatında Paul Verlaine öncülüğünde gelişmiştir. Müziğe yakın bir ritmin, ahengin, söyleyişin ön planda olduğu ve içinde şiirsel ögeler dışında hiçbir şey barındırmayan şiire “saf şiir” denir.


Saf şiirde anlam, şekil, ahenk ve imgeler birleşerek bir bütün oluşturur. Şiirde bu unsurları birbirinden ayrı düşünmek olanaksızdır. Milli Edebiyat Dönemi’nde Yahya Kemal Beyatlı ve Ahmet Haşim saf şiir olarak nitelendirilebilecek şiirler kaleme alırlar. Soyutluk ve anlamda kapalılık şiirde önemli bir özelliktir.


Bu dönemde saf şiir anlayışıyla kaleme alınan bazı eserler anlamı kapalı bulunduğu için tepkiyle karşılanmıştır. Ahmet Haşim de yazdığı bazı şiirler sebebiyle eleştirilmiş ve bunun üzerine “Şiirde Mana ve Vuzuh” başlıklı yazısıyla şiir anlayışını ortaya koymuştur. Bu yazısında şiirin hakikat habercisi olmadığını, musikiye yakın bir dil olduğunu, büyük şairlerin herkes tarafından anlaşılamayacağını, mananın değil telaffuzun kıymetli olduğunu ve şiirin okuyucunun ruhunda mana bulacağını söylemiştir.


Ahmet Haşim’in bu yazısında ortaya koyduğu düşünceler sembolizmi çağrıştırmaktadır. Şiirde anlamdan çok musikiye önem vermek, iyi şiirin herkesçe farklı yorumlanabileceği görüşü saf şiirin sembolistlerden gelen bir özelliğidir.


Yahya Kemal Beyatlı’nın şiir anlayışı da Ahmet Haşim’in şiirle ilgili görüşlerine benzer. Yahya Kemal’e göre saf şiir çeşitli parçalardan oluşan bir bütün, bestedir ve saf şiir dilden dile dolaşan bir atasözü gibi olmalıdır. Yahya Kemal de şiirde mükemmeli yakalama peşindedir. Rindlerin Ölümü şiirinde “karanlık serviler” istediği tamlamaya uymadığından daha uygun olan “serin serviler'” tamlamasını bulmak için yirmi beş yıl beklemiştir.


Yahya Kemal “Şiir bir nağmedir. Şiirde nefes ve ses iki unsurdur.” sözleriyle şiir ve müziğin birbirine yakınlığına vurgu yapar. Yahya Kemal’in şiirlerinde ritim ögesi çok önemlidir. Rindlerin Ölümü ve birçok şiirinde seslerin ardı ardına tekrarlanmasıyla ritim ön plana çıkmış ve kuvvetli bir iç ahenk oluşmuştur.


3) Mehmet Akif Ersoy’un Şiiri ve Manzumeleriyle Halkın Yaşama Tarzı ve Değerleri Üzerinde Durduğu Şiir Anlayışı


Dönemin en etkili sanatçılarından bir tanesi İstiklal Marşı şairimiz olan Mehmet Akif Ersoy’dur. Mehmet Akif Ersoy’un eserlerine Safahat merkezli olarak realist diyenler, milli diyenler, sade ve anlaşılır diyenler gibi birçok fikir görülmüştür.


Mehmet Akif Ersoy’un eserlerindeki gerçekçi yön tamamen tasvire ve gerçek gözleme dayanır. O, halkın içinde yaşar ve halkın duygularını dile getirir. "Doğrudan doğruya Kur’ân’dan alıp ilhamı asrın idrakine söyletmeliyiz İslâm’ı..." sözleriyle Mehmet Akif Ersoy’un realist tarafıyla karşılaşırız.


“Safahat” adlı şiir kitabında halka fildişi kulelerden değil bizzat halkın içinden bakan, toplum meseleleri karşısında çile çeken bir şairin gerçekçi gözlemleri bulunur. Örneğin Mahalle Kahvesi adlı manzum hikâyesinde aile hayatını yok eden mekânlardan biri olan kahvehaneleri anlatır.


Mehmet Akif Ersoy’un eserlerinde günlük konuşma dili ve içtenlik şiire yansır. Şiir kitabını “hayatın yüzleri, safhaları” anlamlarına gelen “Safahat” olarak seçen Mehmet Akif’in manzum hikâyelerinin kaynağı genel olarak sosyal hayat ve onun gerçekleridir.


Safahat adlı eserinde hayatın her kesitinden insanlar çeşitli meseleleriyle gerçekçi bir bakış açısıyla ele alınır. Konularını tamamen halkın yaşamından alan sanatçı şiirlerinde sokak dilini bazen argo da dâhil olmak üzere şiire yansıtmıştır. Onu Ziya Gökalp çevresinde şiir yazan şairlerden ayıran en önemli özellikleri Türkçülük yerine İslamcılığı öne çıkarması, hece vezni yerine aruz vezni kullanmasıdır.


Mehmet Akif aruz ölçüsünü kullanarak halkın diliyle halkın içinde bulunduğu çıkmazları, yaşama tarzını ve değerlerini anlatan manzum hikâyeler kaleme almıştır.


Milli Edebiyat Şiiri Özellikleri


▪ Toplum için sanat yapılmıştır.

▪ Halkın anlayabileceği tarzda sade ve yalın bir dil kullanılmıştır.

▪ Aruz büyük ölçüde terk edilmiş, hece ölçüsü ile şiirler yazılmıştır.

▪ Türk geleneklerine dayanan nazım biçimlerine dönülmüştür.

▪ Konusunu milli tarihten alan şiirler yazılmıştır.

▪ Duygudan ziyade düşünceye önem verilmiştir.

▪ Halkın ve ülkenin sorunları işlenmiştir.

▪ Milli nazım birimimiz olan dörtlük kullanılmıştır.

▪ Anadolu, Anadolu insanı, savaş, kahramanlık gibi temalar işlenmiştir.


Servet-i Fünun ve Milli Edebiyat Şiirlerinin Karşılaştırılması


Yağmur-Tevfik Fikret


Küçük, muttarid, muhteriz darbeler

Kafeslerde, camlarda pür ihtizâz

Olur dembedem nevha-ger, nağme-sâz

Kafeslerde, camlarda pür ihtizâz

Küçük, muttarid, muhteriz darbeler…

Sokaklarda seylabeler ağlaşır

Ufuk yaklaşır, yaklaşır, yaklaşır;

Bulutlar karardıkça zerrata bir

Ağır, muhtazır dalgalanmak gelir;

Bürür bir soğuk, gölge etrafı hep,

Numayan olur gündüzün nısf-ı şeb.

Söner şimdi, manzur olurken demin

Hayulası karşımda bir alemin.

Açılmaz ne bir yüz, ne bir pencere;

Bakıldıkça vahşet çöker yerlere.

Geçer boş sokaktan, hayalet gibi,

Şitaban u puşide-ser bir sabi;

O dem leyl-i yâdımda, solgun, tebâh,

Sürür bir kadın bir ridâ-yı siyâh

 

Saçaklarda kuşlar -hazindir bu pek! –

Susarlar, uzaktan ulur bir köpek.

Öter gûş-ı ruhumda boş bir enin,

Boğuk bir tezad-ı sükûn u tanin;


Küçük, pür heves gevherin katreler…

Sokaklarda, damlarda pür ihtizaz

Olur muttasıl nevhager, nağmesâz

Sokaklarda, damlarda pür ihtizaz

Küçük, pür heves, gevherin katreler…


Şiirin Günümüz Türkçesine Çevirisi; 


Küçük, tekdüze, ürkek vuruşlar

Kafeslerde, camlarda titreşerek

Durmadan türkü söyler, ağıt yakar

Kafeslerde, camlarda titreşerek

Küçük, tekdüze, ürkek vuruşlar

Sokaklarda seller ağlaşır

Ufuk yaklaşır, yaklaşır, yaklaşır;

Bulutlar karardıkça zerrelere bir

Ağır, olgun dalgalanma gelir;

Bir soğuk gölge çevreyi bürür,

Gündüzden gece yarısı görünür.

Söner şimdi, görünürken demin

Maddesi karşımda bir âlemin

Açılmaz ne bir yüz, ne bir pencere;

Bakıldıkça vahşet çöker yerlere.

Geçer boş sokaktan, hayalet gibi

Koşarak bir çocuk, başı örtülü

O sıra, andığım gece, solgun ve bitkin,

Sürür bir kara çarşafı bir kadın

Saçaklarda kuşlar – acıdır bu pek! –

Susarlar, uzaktan ulur bir köpek.

Öter ruhumun kulağında boş bir inilti,

Boğuk bir sessizlikle tınlamanın çelişkisi

Küçük, istek dolu, inci gibi damlalar

Sokaklarda, damlarda hep titreşir

Ezgi söyler durmadan, ağıt yakar

Sokaklarda, damlarda hep titreşir

Küçük, istek dolu, inci gibi damlalar…


Şiirin Biçim Açısından İncelemesi


Nazım Biçimi: Serbest Müstezat.

Nazım Birimi: Beyit ve bent.

Ölçüsü: Aruz. Fe u lün / fe u lün / fe u lün / fe ul

Kafiye Şeması: abbba, cc, dd, eeff, gg, hh, ii, jj, kk, abbba.

Ahenk Unsurları (Kafiye ve Redif):

•İhtizâz – nağmesâz > uzun ünlüden dolayı “az” zengin kafiye

•Ağlaşır – yaklaşır > ekte olduğundan ve aynı görevde olduğundan “ır”redif, üç ses benzerliğinden “laş” zengin kafiye

•Bir – gelir > ikinci kelimede ek olsa da birinci kelime kök halinde olduğundan redif olamayacağı için iki ses benzerliğinden “ir” tam kafiye

•Hep – şeb > dönemin kulak için kafiye anlayışından dolayı “eb” ve “ep” tam kafiye

•Demin – âlemin > dört ses benzerliğinden “emin” zengin kafiye

•Pencere – yerlere > ikinci kelimede ek olsa da birinci kelime kök halinde ve iki ses benzerliği olduğundan “ere” zengin kafiye

•Gibi – sabi > iki ses benzerliğinden “bi” tam kafiye

•Tebâh – siyâh> uzun ünlüden dolayı“ah” zengin kafiye

•Pek – köpek > kelimelerden biri diğerini içine aldığından “pek” tunç kafiye

•Enin – tanin > üç ses benzerliğinden “nin” zengin kafiye


Şiirin İçerik Açısından İncelenmesi


Edebi Sanatlar:

•İlk beş mısrada yağmur taneleri şarkı söyleme ve feryat etme özelikleriyle bir insan gibi düşünülmüş ve “teşhis” (kişileştirme) sanatı yapılmıştır.

•Sellerin ağlaşması ve zerrelerin can çekişmesi ile yine “teşhis” (kişileştirme) sanatı kullanılmıştır.

•Yaklaşır kelimesinin tekrarlanmasıyla “tekrir” sanatı kullanılmıştır.

•Gece ile gündüz anlamına gelen kelimelerin kullanılmasıyla “tezat” (zıtlık) sanatına başvurulmuştur.

•“Öter, guş, enin, boğuk, sükûn, tanin” gibi kelimelerle “tenasüp” (uygunluk) sanatı yapılmıştır.

•“Sükûn ve tanin” kelimeleri ile “tekrir” sanatı kullanılmıştır.

•Yağmur taneciklerinin mücevhere benzetilmesi ile “teşbih” (benzetme) sanatı yapılmıştır.

İmge: Yağmur gözyaşı ve matemi simgelemektedir.

Söyleyici: Şairin kendisidir.

İleti: Şair parnasist yönü ile yağmurun yağışından hareketle matemi hissettirmiştir ancak Servet-i Fünun şiiri aynı zamanda sembolizm etkisinde olduğu için şiirin herkesçe farklı yorumlanabileceği görüşü hâkimdir.


▪Aruzun kısa kalıpları ile ahenk oluşturulmuştur.

▪Şiirin neredeyse tamamında tam ve zengin kafiyeye rastlanır.

▪Aliterasyon ve asonanslardan yararlanılmıştır.

▪Yağmurun yağışı karamsar bir ruh haliyle tasvir edilmiştir.

▪Açık ve anlaşılır değildir. Herkesçe farklı yorumlanabilir.

▪Bireysel bir tema işlenmiştir.

▪Anjambmanlar kullanılarak şiir düz yazıya yaklaştırılmıştır.

▪Parnasizmin etkileri görülür.

▪Arapça ve Farsça sözcükler kullanılmıştır. Dili ağırdır.

▪İmgeler soyuttur.


Bırak Beni Haykırayım-Mehmet Emin Yurdakul


Ben en hakîr bir insanı kardeş sayan bir rûhum;

Bende esîr yaratmayan bir Tanrı'ya îman var;

Paçavralar altındaki yoksul beni yaralar;

Mazlumların intikamı olmak için doğmuşum.

Volkan söner, lâkin benim alevlerim eksilmez;

Bora geçer, lâkin benim köpüklerim kesilmez.

Bırak beni haykırayım, susarsam sen mâtem et;

Unutma ki şâirleri haykırmayan bir millet,

Sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir;

Zaman ona kan damlayan dişlerini gösterir,

Bu zavallı sürü için ne merhamet, ne hukuk;

Yalnız bir sert bakışlı göz, yalnız ağır bir yumruk!..


Şiirin Biçim Açısından İncelemesi


Nazım Biçimi: Serbest nazım.

Nazım Birimi: Bent.

Ölçü: 15’li hece ölçüsü.

Kafiye Şeması: abb, acc, dde, eff.

Ahenk Unsurları (Kafiye ve Redif):

•Ruhum – doğmuşum > “um” sesleri aynı görevde olmadığı için redif olamayacağı ve iki ses benzerliği olduğundan tam kafiye

•Var – yaralar > ikinci kelimede ek olsa da birinci kelimede olmadığından ve iki ses benzerliği bulunduğundan “ar” tam kafiye

•Eksilmez – kesilmez > “mez” sesleri aynı görevde olduğundan redif, “sil” sesleri üç ses benzerliğinden zengin kafiye

•Et – millet > kelimelerden biri diğerini içine aldığından “et” tunç kafiye

•Gibidir – gösterir > “ir” sesleri aynı görevde olduğundan redif

•Hukuk – yumruk > iki ses benzerliğinden “ur” tam kafiye


Şiirin İçerik Açısından İncelenmesi


Edebi Sanatlar:

•Şairleri haykırmayan bir millet öksüz bir çocuğa benzetilerek “teşbih” (benzetme) yapılmıştır.

“Volkan söner ancak benim alevlerim eksilmez” dizesiyle “mübalağa” (abartma) sanatına başvurulmuştur.

•“Volkan, söner, alevlerim” kelimeleri ile tenasüp (uygunluk) sanatı kullanılmıştır.

•“Mazlumların intikamı olmak için doğmuşum” dizesinde “Hüsn-ü Talil” vardır.

•Zaman, kan döken dişlerini göstermesi yönünden insana benzetilerek “Teşhis” (kişileştirme) yapılmıştır.

İmge: Volkan ile düşmanlar kastedilmiştir.

Söyleyici: Yazarın kendisidir.

İleti: Her koşulda düşmanlara karşı durarak kahramanlık göstermek, yoksullara yardımcı olmak, hakkını aramak gerektiği öğütlenmiştir.


▪Milli bir tema işlenmiştir.

▪Dil yabancı kelimelerden uzak ve anlaşılırdır.

▪Milli ölçümüz hece ölçüsü kullanılmıştır.

▪Duygudan çok düşünceye hitap eder.

▪İmgeler somuttur.

▪Şair toplumun bir sözcüsü gibidir.