Dinleyemiyorum kendimi. Kendi kendime kulaklarımı kapamışım, farkında değilim. İki ay da böylece geçip gitmişti, sevgili dostum. Hayır, maalesef ailemle olan ilişkilerim eski hâline dönmüş durumda. Biriktirdiğim para da neredeyse bitmek üzere. Galiba yine yük olmaya doğru hızlı bir gidişin koynundayım. En azından, artık sevdiğim mevsim tahtı ele geçirmiş durumda. Her taraf bembeyaz kar içinde. Hava soğuk. 

Böyle olacağını bilmiyor muydum sanki? Yine aynı durum işte! Uzaklaşmam gerek! Hayır, bu yaşam bana göre değil! Onları bir daha üzme sorumluluğunu almam gerek. Bensiz bir hayat, şüphesiz ki onlar için de daha kolay olacaktır. Ve maalesef seninle de vedalaşmak zorunda olacağım. Ama henüz değil. Daha zamanımız var. Senden habersiz artık her şeyi kafamda kurdum. Düşünmek için baya zamanım oldu. Fakat vedalaşmadan önce seninle yaşanmış ve yaşanacak olan olaylar hakkında, yani genel durum hakkında kısa bir sohbet etmek istiyorum. Beni dinlemeye mecbursun. Ben istemeden benden uzaklaşamazsın. İşte sen de benim gibi mahkumsun. İnsan olmanın nasıl bir şey olduğunu merak ediyorsan eğer, “bir şeylere mahkum olmak” insan olmanın parçalarından biridir. Bunu aklında tut. Evet, son sohbetimize başlayabiliriz artık. Seni tanımamın nedeni, o kadın -Helen- oldu. Ama belki de salt onun yüzünden seninle tanışma ihtiyacı duymadım. Belki de sadece bir bahane oldu. Çünkü insanın aşktan ve toz pembe şeylerden daha büyük sorunları vardır. Toplumun hangi kısmının bunu anlamakta zorlandığına değinmeyeceğim. Sana seslendim ve bir sonuç çıkmadı. Ama bu yakınma değil. Zaten hiçbir şeyin kesin ve sonsuza dek sürecek olan bir sonucu yoktur. Sadece sana teşekkür etmek istiyorum. Bunca şeyin ortasında en azından beni yalnız hissettirmedin. Beni bunun aslında öyle olduğuna inanmaktan uzak tuttun. Bunca zaman sonra neyi anladığımı, nelerden uzak durmam gerektiğini, neleri fazla önemsemeli olduğumu anlamamda bana yoldaş oldun. Ama anlayamadığım bir şey kaldı. İnsan neden ne kadar uzaklaşabilir? Neyi kendisine doğru dürüst anlatabilir? Varlığını anlaması için neye ihtiyaç duyar? Galiba anlamadığım daha çok şey var. Ve zamanın birinde, başka bir zamana devretmek üzere bunları aslında hiçbir zaman anlayamayacağımı kendime söyleyeceğim. Ama bu faaliyet nedense o kadar güzel ki. O kadar saçma, ama bir o kadar da anlamlı. Çünkü olması gereken bu. Daha doğrusu, olması mümkün tek şey bu. Başka ne olabilir ki zaten? Kaynağı bulmayı bırakmak gerek bir yerde, yoksa yaşamı elinin tersiyle itmiş olursun. Ben de bundan sonra sadece yaşamaya bakacağım. Elbet ki yine düşüneceğim. Düşünmezsem hayat diye yaşadığım şey zaten en başından yarım kalmış olur. Ama bundan sonra, yaşamaya daha çok odaklanacağım. Sandığın gibi eğlenerek ya da hayattan zevk almaya çalışarak değil. Şu ana kadar nasıl yaptıysam öyle yapmaya devam edeceğim. Ama daha gerçekçi bir şekilde. Belki de daha çok yalnızlaşarak, daha çok anlayarak. Sana seslendiğim ilk günü sana söylediğim şeyi aslında şimdi yapmaya başlayacağım. Ve bu sefer gerçekten, gereksiz olan her şeyi bir kenara fırlatacağım. İleriye dönük planlar yapmadım henüz ama mutlaka bir şey yapacağım. Bir şeylerin ucundan tutmaya çalışacağım. Kendi tarzımda, bana yakışacak bir şekilde. Başka ne yapabilirim, sen söyle? Geçen zamanın ardından olanları sana bile anlatmadım. Yani, ailemin yanında geçirdiğim son iki ayı. Onlara karşı duyduğum sevgi hiçbir zaman bir nebze bile azalmadı. Ama onların bana karşı sergilediği tavırları görmezden gelemem. Belli ki, beni istemiyorlar. Yani, eskisi gibi. Neyse, bu konu üzerinde fazla durmayacağım. Aile içinde olanlar aile içinde kalmalı. Öyle işte. Ne buraya ait hissedebildim kendimi, ne başka bir yere. Belki bundan sonra hiçbir zaman da hissedemeyeceğim. Fazla farklılık her şeyi sıradanlaştırır. Olaylar ve mekanlar öyle sıradanlaştı ki artık. Heyecan duygusu olmadan hayat nasıl yaşanır, bilemiyorum. Sabah ne olacağını merak etmeden. Dün yaptığın şeyler için üzülmeden. Anın değerini anlamadan. Böyle mi olması gerekiyordu? Bunu kendim mi istedim, sevgili dostum? Kendimden kendi isteğimle mi iğrendim? Kendimi önemsememeye gerçekten buna layık olduğum için mi başladım? Ne kadar soru soruyorum, değil mi? Ah, bir Tanrı çıksa da, herhangi bir Tanrı, çekip alsa beni. Tüm çabalarım boşuna. İnsanlığın tüm çabaları, nafile.... Yok oluyoruz, sevgili dostum. Hiçbir şey başardığımız yok. Kendimizi nereye kadar kandırabiliriz? Ben de istemez miydim sanıyorsun? Hayır, istemezdim. Bu durumda olduğum için şükrediyorum. Bu, hayatımda verdiğim ya en doğru, ya da en yanlış karar. Ortası yok bunun. Beynimin nasıl sızladığını sana anlatamam. Ciğerlerimin ne hâlde olduğunu. Ne olursa olsun, yalnızlığa mahkûm olduğumu biliyorum. Bu, öyle kuvvetli bir şey ki bunu sıradan bir insan asla değiştiremez. Helen da saçma bir rüyaydı zaten. Kendimi kandırmaya ne kadar da eğilimliymişim. Bunca zaman rahat edebileceğim bir delik arayıp durdum. Geldiğim durum bu. İyi ki insan olmamışsın, sevgili dostum. Bizim kaderimiz öyle ağır ki. Kimilerimiz bunu inkar ederek yaşar. Kimilerimiz buna teslim olur. Kimilerimiz de ölene dek bunun yarattığı şaşkınlıktan kurtulamaz. Sence ben, hangi kısma aitim? Ben de bilmiyorum. Sana bu yüzden seslenmiştim. Bana yardımcı olman için. Ama görüyorum ki, sen de benim gibi sıradan, zavallı, aptal birisin. Alınma lütfen. Gerçek yakıcı bir enjeksiyon gibidir. Acıtır, ama iyileştirir. Ta ki, bedenin alışana dek. Alıştıktan sonra, artık ne ağrı koyar sana, ne de derman iyileştirir. Beni en iyi anlayan sen oldun. Bunu hissedebiliyorum. Hiçbir zaman bir çocuk gibi sızlanmadım. Ama benim de arzularım, isteklerim oldu. Şimdi onlara ulaşsam bile, bir şeylerin değişmeyeceğini, çünkü dünyevi şeylerin bana yardımcı olamayacağını anlıyorum. Ne istediğini bilen kişiler çok şanslılar. En azından, kendilerini kandırabiliyorlar. Ben, bunu hiçbir zaman yapamadım. Artık yapamam. Gücüm kalmadı. Ama, yaşamak güzel, sevgili dostum. İnan kendime bir şey yapmayacağım. Yapmak istesem bunu sana söylerdim, çünkü bana engel olamazdın. Yapacağım tek şey, artık hiçbir şey yapmamak. Olaylar nasıl gelişirse gelişsin, duruma ayak uydurmak. Bunları efkarlı bir hâlde söylemediğimi, ve umudumu ölene dek kaybetmeyeceğimi anladığını biliyorum. Artık akışına bıraktım. Ne olacaksa olsun. Ah, dostum, insan bununla nasıl baş edebilir ki? Gereksiz bir çaba olmaz mı sence de? Hayatıma yön veren, ya da, beni yürümem gereken yollara sürükleyen rüzgarlardan kurtulacağım! Yolların nereye çıkacağını bildiğim hâlde, herhangi bir yola sapmak sence de aptallık olmaz mı? Tanrının vicdanına bakarak kendi kirli ve kusurlu varlığımı görüyorsam bunda benim ne suçum var? Düşünceler öyle kolay değişmez. Ve aslında, seslenişimin bir şeye yaramadığını biliyorum. Ne kadar bağırırsam bağırayım, hep kendi kulaklarım çınlayacaktır. Belki bir gün, seninle yeniden konuşuruz, kim bilir. Ama umarım, bir daha öyle bir hata yapmam. Çünkü, sevgili dostum, benim sadece kendime ihtiyacım var. Özümü anlamam gerek. Daha doğrusu, bunu anlayamayacağımı bilerek ömrümü buna adamam gerek. Kalkıp hazırlansam iyi olacak. 



Gün boyunca ailemle daha çok vakit geçirdim. Şaşırmıştılar tabii, fakat bunu niçin yaptığımı onlara belli etmemiştim. Sabah yola koyulacağım. Bavullarımı gizlice hazırladım. Kitaplarımı ve plaklarımı raflar boş kalmasın diye evden çıkarken toplayacağım. Sabah erkenden kalkıp tren garına gideceğim ve nereye gideceğimi orda kararlaştıracağım. Güzel olacak. En azından, hayatıma biraz heyecan katmış olacağım. Kalan son paramı bu yolculuğa harcayacağım. Artık gideceğim yerde elimi çabuk tutup bir iş bulmam gerekecek. Orası kolay. Annemin bena seslendiğini duydum.

“Oğlum, yemek hazır!”

Bu onlarla son yemeğimdi. Gün boyu yaptığım gibi şimdi de bir huysuzluk yapmayacağım. Sana burada olanların sadece bir kısmını anlattığım için kusura bakma, ama inan önemli bir şey olmadı. Şimdi sofraya gidip güler yüzlü maskemi bir gecelik daha takmam gerek. 

“Bugün pek neşelisin,” dedi babam masayı çekip otururken. Bu seferlik onun karşısına değil, yanına oturmuştum. 

“Öyle baba. Bugün havam yerinde."

Annem tabakları doldurarak,

“Hep böyle ol, yavrum benim.” dedi. “Seni hep böyle görmek istiyoruz.”

Tabii, kim evladını asık suratlı görmek ister ki? Onlar da haklılar tabii, ama bunun bana engel olacağını düşünmüyorum. 

“İş bulabildin mi?” diye sordu babam. Sana çoğu şeyi anlatmadığımı söylemiştim. 

“Evet, ama bana göre bir şey değilmiş. Başka bir iş bakacağım.”

“Nasıl istersen. Ama elini çabuk tutsan iyi olur. Hem bu mevsimde iş bulmak da zordur. Önüne çıkan şansları değerlendir.”

Ben de bu sefer işten veyahut başka şeylerden konuşulmayacak bir yemek olacağını düşünmüştüm. Aptal kafam. 

“Peki.” 

Derinden bir nefes aldım. 

“Anne, baba,” dedim. “Belki de sizi sevmediğimi düşünüyorsunuz. Ama bu hiçbir zaman böyle olmadı, olmayacak da. Biliyorum, fazla soğuk davranıyorum. Ama buna ben engel olamam ki. Huyum bu. Beni en iyi siz tanıyorsunuz zaten.”

Şaşırmışlardı. Annem,

“Tamam da oğlum, bunu neden şimdi söyledin ki? Bugün sana bir şeyler olmuş, belli. Söyle bakalım, nedir seni böyle yumuşatan?” 

Bu soruyu sorması çok doğaldı. Ben bile bu kadar yumuşayabileceğimi hiç düşünmemiştim. Ama inan, sevgili dostum, bunları içimden gelerek söylüyordum. 

“Öylesine. Sadece bunu bilmenizi istedim.” Kadehi kaldırıp,

“Size!” dedim. Konuyu daha fazla uzatmak istemedim. Yemek boyunca güldük eğlendik. Nasıl neşeli olduğumu görmen gerekirdi. Sonra, tekrar odama çekildim. 

İnsanların sadece kendileri için iyi bir gelecek dilemeleri midemi bulandırıyor, sevgili dostum. Bu yüzden de güzel bir şey yaşamadığım zaman hayatın benimle bir alıp veremediği olduğunu düşünmüyorum. Dünya bencil insanlarla sarılı. Kimi kandırıyoruz? Kendimizden ve kendimizden olandan başka düşündüğümüz yok. Belki de fazla dramatize etmemek gerek. Belki de genetik kodumuz bu şekilde yazıldı. Her şeyin kimin günahı olduğunu hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz. Bu yüzden de delirme ve intihar oranları gitgide daha da artacak. Kimileyin durup soluklanır, belki de vazgeçeriz. Ama bu öyle bir illettir ki yakalandın mı daha da bırakmaz yakanı. Beyninden ciğerlerine kadar tüm iç organlarının çürüdüğünü hissedersin. Gözlerin eriyormuş gibi olur. Dişlerin demir parmaklıklara dönüşür. Dilin müebbet yer. Bu yol, ilerledikçe yolun aslında daha da uzadığını anlamaktan oluşur. Fakat yol uzuyor diye yürümekten de vazgeçemezsin. Sadece soluklanır, ya da geri dönmeye çalışırsın. Fakat ilk adımdan itibaren yola koyulduğun yer ortadan kaybolur, bir daha dönemezsin. Evet, sevgili dostum, cehennem tam da bu işte! Artık ne tarih ilgilendirir beni, ne tarihi yazanlar. Ben zamanın ötesine çekilmek istiyorum. Belki de hiç olmamak. Ama ölmek değil. En başından var olmamak. Kimsenin hayallerini yıkmadan, kimseye engel olmadan, kimseye huzursuzluk yaratmadan çekilmek istiyorum sahneden. Rolüme daha fazla ayak uyduramayacağım. Daha fazla anlatamayacağımı hissediyorum. Şimdi, son kez pencereyi açıp son bir defa bu lanet şehri izleyeceğim. Ve gözlerim kapalı olsa bile, toz pembe bir hayat görürüm...


Saat yedi buçuk, sevgili dostum. Kitaplarımı ve plaklarımı da topladım. Hava daha yeni yeni aydınlanıyor. Yanıma pek fazla şey almadım. Küçük bir not yazdım, mutfaktaki masanın üzerine bıraktım. Ayrılma vakti gelmişti. Nereye gideceğimi, neden gittiğimi, nelerin değişeceğini bilmiyordum. Bilseydim zaten yola koyulmazdım. Uzun zamandır hayatımda eksikliğini hissettiğim heyecan duygusunu yeniden yaratmak istiyordum. Kapıyı yavaşça açtım. Gürültü çıkarmadan evden ayrıldım. Taksiler yeni yeni güne başlıyorlardı. Biraz yürüdükten sonra birine atladım. Yarım saat sonra tren garının girişindeydim. Bavullarımı alıp arabadan indim. İstasyona girip en erken yola çıkacak olan trene baktım. Çalışandan biletin olup olmadığını sordum. Vardı. Aslında gideceğim yer, pek de fena bir şehir sayılmazdı. Ne şaşası vardı, ne de kötü bir yerdi. Kusura bakma, neresi olduğunu sana söyleyemem. Zaten birazdan ebediyen ayrılacağız. Yirmi beş dakika sonra tren yola koyulacaktı. Bakalım daha nelerle karşılaşacağız. Hayat daha yeni başlıyor. Ne olursa olsun, ona küssek bile, bence ondan kopmamalıyız. Çünkü hayat bizim ne dostumuz ne de düşmanımız. Yani önümüze neler çıkaracağı hiç belli olmaz. Güzel bir şeylerin hatırına yaşamaya devam etmeliyiz. En azından bu şansa sahip olmayanlar için. Gerçi, onların yerinde olmayı isterdim fakat olanla barışmak gerek. Ben bir kez var oldum ve bu yüzden de olmaya devam etmeliyim. Piyangodan bana da pay çıkmış, bunu değiştiremem. Yapmam gereken tek şey, arzusunda olduğum o anı beklemek. Nasıl olsa her canlı bir gün ölecek. Sırf bunun için bile yaşamaya değer. Anlamamız gereken tek şey hayatın fani, ölümün baki oluğudur. Ve ölümden, yaşamdan vazgeçtiğimiz gibi vazgeçemeyiz. Bir şeylerin değişeceğini, ya da iyilerin kazanacağını söylemiyorum. Olması gereken elbet ki olacaktır. Hayat, herkesin sadece bir kez izleme hakkı olduğu ve kimseye hakkında bir şey söyleyemeyeceği bir filmdir. Çünkü bu film, sana görmek istediğini sunmaz, nelerin olacağını ve olacak şeylere karşı senin nasıl aciz olduğunu gösterir. Ama sakın! Sakın kimseye bahsetme! Tadını çıkaralım. İşte, tren hareketlenmek üzere. Evet, sevgili dostum. Seninle uzun zaman birlikte olduk. Anlattıklarım ve anlatmadıklarım oldu. Ama şimdi, kendimi daha iyi anlayabilmem için tamamen yalnız kalmalıyım. Uzunca konuşmayacağım. Anlatacaklarım buraya kadardı. Ha, bu arada... Adım Gaetan. Neyse, çok fazla zırvaladım zaten. Kime ne anlatıyorum ki? Hadi, artık kafamın içinden çıkabilirsin. 





P.S - Sevgili dostlar, buraya kadar okuduysanız size çok teşekkür ederim. Umarım beğenmişsinizdir. Yorumlarınızı okumayı çok isterim. Kendinize iyi bakın.