Kabulleniş,


Değersizliğin bağrında yalnızlık,


Hissizlikle bağırış,


Barışan düşüncelerin tekinsizliğinde,


Savrulan duyguların özelinde,


Sessizim bugün, öteki zamanın anlamsız şevkinde.


Neyi beklerim diye soruyorum kendime? Kaybetmekten korkanlar için kaybolacağımı fark edemezdim. Aslında benim de korkularımın olmasına rağmen cesaret etmekten ziyade bir zorunluluğa düşen küçük bir insanın duygularından bahsederiz belki bu yazıda. Derinlerde yatan zor kabullenişlerin gerçekliğinde süzülen göz yaşlarımın eksikliği ve değersizliği hissetmenin acımasızlığını ve çaresizliğini bilememek gibi hissediyorum bugünlerde.


Doğru zamanları yaratan olmaktan ziyade, yanlış zamanların sonuçlarını doğru bir şekilde atlatma zorunluluğuna tutunan ruhum bazen hesap soran bir azaba döner geceleri. Masama koyduğum çaya iki şeker attıktan sonra kayboluşunu beklermiş gibi izlerim kendimi uzaklardan. Eksikliklerimin derinliklerinde, çabaların kıymetinde yaşarım her geçen günde sayarım zamanla olan konuşmamı.


Umutların zorluğunu bazen adaletsizliğin acılarını dinlerim, gömerim çocuksu neşemde derin bir çukura. Güvenden bahsedenlerin güvensizliklerinde yaşadım, uzun zaman oldu ne gelen oldu ne giden. Durmadan çektiğin dumanın kaderindeki yerinden bir parça alırım, izlerim “nereye bu yolculuk?” diye sorarım. Beklerdin umutsuzlukları, sonuçlarını bildiğin hikayeleri oturup kendin yazardın. Sonra nedenini sorgular, kendine uzun uzun kızardın. Değersizliği hissettin mi yoksa kendin mi yarattın?


Gerçi yine emin olamayacağın bir yolculuğa sürüklemek istemem seni. Sessiz olmak bana yok sayılmışlığın köklerini armağan etti. Ama bu sessizlik yok olma dileği değildi. Yorgun muşum! Kabul etmek sadece yarım saatimi aldı.


Tekrar tekrar anlatarak içindeki anlaşılmazlığı kendine hatırlatıyordu. Yaşı elliyi yeni geçmiş… Duygularıyla çaresizliğin kavgasında, egosuyla tek başınaydı. Hep öfkelenirken kendi gururunun zararlarını atfederek kusardı karşımda. Cezalandırmak hak edilendi onun için, öyle büyümüştü. Eksiklikle büyürken babasının akıl hastalığının çevresinde kurardı yaşamını. Kim bilebilirdi yapaylığın bir sebep olacağını.


Kabullenişlerin bahane olması için bu yaşına kadar beklemişti. Tekrar baştan anlatmaya başladı çocuksu bir ifade ile hayatın adaletsiz sancılarını, gururunun nasıl kırıldığını, egosuna yenik düşmediği için yaşadığı pişmanlığı. Şu anda yalnız mıydı? Üzgün müydü? Öfkeli miydi? Yaşı elliyi yeni geçmiş, kelimeleri büyüyememiş.


Sessizdim.


Anlaşılmak isteyen insanı gözlerinden anlardım. Merak ederdim karşımda oturan bu şahıs acaba benim de bu ihtiyacımı anlıyor mu diye? Ancak söz bitmeden konu farklı yerlere gitmeye devam ediyordu. Derin sessizliğin içinde kendimle kumar oynadım. Kazanan yine korkularım oldu, gülümsedim ve tebrik ettim.


Seçimlerden bahsederek pişmanlığıyla keşke kelimeleriyle boğulur gibi hissetim, iradenin etrafında şekillenen olay olgusuna kapılma durumu her şeyin yoktan var edilmesine sebep olan güya bizleriz. İnsanın kendiyle olan savaşında yenilgisiyle zaferi karıştıran bir varlık olduğunu düşünürüm. Zafer veya yenilgi de anımsanan bir durum olabilir. Aslında bu durumlar somut yaşamda mutlak bir çıktı sağlarken karmaşıklığın arasında duygusal manaları haritalandıran olmak bizleri fark kılan varlık anlayışıydı.


Kelimelerim ifade özgürlüğünde zarar görüyor ve kaybolduğum yolu bulmaya yönelik hevesimi kaybediyorum. Sessizim, bugün de koyduğum sıcak çaya karışan manaları gizliyorum. Bende bu manalardan bahsederken sessizce bir köşeden ekranı izliyorsun. Kendi manalarında kaybolurken sessizliğini bir gün bozmak için.


Sessizim ve Sessizsin.


Bugün de anlaşılmayı düşleyen iki insanı izledik.