Bir adam buzlar ülkesine seslendi...
Sırça beytinin tezatlığından
Kaç efsunlu yazı taşımıştı sırtında
Kaç kışı kovalamıştı revnak baharların peşi sıra
Kaç kez kumar masasına koymuştu
Gençliğini...
Kaç hevesi kalmıştı yenilgilerin kursağında
Mahcup utancının, kızıllığı yansıdı
Bahçedeki donmuş gül heykelinin gözyaşlarına.
Yâr’e sunulmuş, taziyeleri yardan toplayıp
Tek tarifeli bir kum saatine doldurdu.
Acısı taze kalsın istiyordu bu yasın
Son kalıntılarını da süpürdü zihninden
Diri diri gömdüğü bu sevdanın
Kulaklarında çınlayan mefhumları iç içe geçirip susturdu.
İmgelem bir kekik kokusunu çekip aldı
Can çekişen onca seçki arasından
Tek başına yürüyordu bu kez aynı yolda...
Yürüyordu bilgece arifane...
Yürüyordu alleme bir pusulanın izinde
Çok geçti.
Geçti çıkışı.
Mecali kalmamıştı dönüşe...
Duvarlarına yüzlerce çivi çakılmış bir odaya girdi.
Yüzlerce buluşma için giydiği yüzlerce ceket asılı duruyordu hâlâ...
Adam, yüzlerce kez saklanmıştı kendinden
Bir çivi daha çakıp son ceketini astı.
Tozlu aynaya yaklaştı ters orantıdan Yaklaştıkça küçülüyordu yüzlerce yüzü
Göğsünde bir kurşun gibi taşıdığı yüzüğünü çıkarıp geometrik bir tasa bıraktı.
"Seni sensiz de sevebilirm." Dedi.
Tek satıra sığdırdı koca uygarlığı.
Adam, balkona yöneldi,
Evin balkonu yıkılmıştı sarmaşıkların ağırlığıyla
Pencerelerden hikâyeler atlıyordu halk dilinde
Hiçbirinin vuslata düşmüyordu yolu
Ferhat'ın üstüne dağlar devriliyordu, birinde
Bir diğerinde Mecnun Kerem'in yerine yanıyordu.
Her kaos sona erdiğinde
Dünya yeniden yaratılıyordu.
Uçarı bir nehir akıyordu sanki kararsız yatağında
Sağa... Sola...
Aşağı... Yukarı...
Yine bölünmüştü uykusu...
Kalktı tozlu raflara dokundu eskimiş hayatının pişmanlığıyla...
Sevdiği kadın kutsal kitaplara konu olmuştu.
İlk sayfasını açtı kitabın...
Kadının gözlerinin tarihçesini okudu.
Çevirdi sayfaları
... ellerini...
Çevirdi saçlarını...
Peki ya ruhu sayfalara sığar mıydı?
Daha fazla dayanamadı
Sevdiği kadını parça parça okumaya...
Vahdeti, kesrete tercih edip
Ömrümün sayfasını kapattı.