Eskiden gökyüzüne bakıp onu arıyordum. Bulup; beni neden bu bok çukuruna gönderdin? Neden görünmez bir cesedin içine büyümek isteyen bir ruh diktin, diye… Babamı da çok düşünüyordum. Onu hiç görmedim, hissetmedim. Çevremdekiler beni hep yok saydı. Hiç fark edilmesem de bazen fakirliğim göze batardı. Hatırlıyorum da arkadaşım zannettiklerim, beni hiçbir zaman arkadaşları olarak görmediler. Kendimi kullandırmak dışında yaptığım hiçbir şey yoktu. Sadece ben… Ben en ufak bir sevgi kırıntısına razı bir fare gibi dolanıyordum etrafta. Bir bakıştı beni hayata bağlayacak, ufacık bir sevgiydi beni yeşertip büyütecek. Topraktım ben! Herkesin üstünde gülüp oynadığı… Dev parlak güneşin altında, sevgisizlikten çatlayan bir topraktım! Topraktım ben hiç yeşeremeyen, kurak...


Bir gün eski bir bankta otururken, benim arkadaşım dediğim düşman gözler çıktı karşıma. Bana tüm güçleriyle vurmaya başladılar. Hiç karşılık vermeden, bir çuval gibi yere yığıldım. Hiç direnmedim. Elimi havaya uzattım. “Lütfen tut elimi! Kurtar bu zulümden beni!” Hiçbir ses yoktu. Hiçbir his… Gözlerine baktığımda dünyanın tüm pisliği, tüm hırsı… Hadi diyorum, hadi! Kurtar beni! Gerekiyorsa al canımı, tut ellerimi, sürükle beni.


Yaşaran ve kanayan, puslu gözlerimi rahatlatan ve büyük bir mutlulukla birbirine bakan bakışlar yakaladım. Yorgun bedenleriyle, baş ucumda durup sohbet etmeye başladılar. Ben orada yokmuşum gibi... Yerde yatıp tükürdüğüm, burnumdan sızan kan, can yokmuş gibi! Vurduklarında hiçbir yerim acımıyordu. Sohbet ettikten sonra, üzerlerindeki tüm hırs ve kaygıları tükürüp, yerdeki pislikten uzaklaşıp kayboldular. Yerden kalkıp beni taşımak istemeyen kuru toprağa oturdum. Etraftan geçen onca insan beni görmüyordu. Görseler bile tiksinerek uzaklaşıyorlardı. Ağzımdan, burnumdan, hatta yuvalarına çökmüş gözlerimden bile kan kusuyordum. Annemin her gün özenle sabunla yıkadığı tek kıyafetimin üzerinde bir ayakkabı tabanının kirli izleri… Ağzımdan süzülen kirli kırmızı kan utanıp örtüyordu sanki üzerini. Ruhum acıyor, kemiklerim kırılıyordu. İçimdeki her şey, hapsolduğu iğrenç bedenden çıkmak istiyordu. Kulağımın içini çığlıklarla doldurup beynimi sızlatıyordu.


Ayağa kalktım bağırdım. Aç, susuz boğazım yırtılana kadar. Bu sefer beni görmezden gelenler bağırdı bana. Anladım ki yaralanmam, hatta ölmem kimsenin umurunda değil. Yeter ki onları rahatsız etmeyeyim. Anladım artık, zor da olsa anladım. Var olmak için onları rahatsız etmeli ve üzerlerine gitmeliyim.


Korktum, çok korktum. Ölümü bekleyen hasta bir köpek gibi sustum. Üzgün, sönmüş gözlerle etrafı izledim.