sevgili günlük;


ölümün ilk günü ışıkları söndürülmeyen cenaze evi gibiyim, sebepsizce uyumadan bekliyorum. kapıda duran kimin ayakkabıları ve ben bu geceden sonra hayatımın neresinden tutup da ilerleyeceğim inan bilmiyorum. ruhumu bir ceket gibi asmak istiyorum boş bir portmantoya. sanki benden bağımsız yaşasa daha mutlu olacak gibi. insan kendi bedenine nasıl sığmaz sürekli bunu düşünüyorum. aslında beni yoran kimse yok etrafımda, aksine beni sevenlerle boğuşuyorum. kimsenin benden hiçbir şey beklememesi ve böyle koşulsuz sevmeleri artık beni daha derin uçurumlara sürüklüyor. kendimle olan bu sorunumu sence bir gün çözebilecek miyim?


rüyalarımda sürekli aslında artık unutmam gereken birini görüyorum. şarkı söylüyor, gülüyor, ona bir bardak şarap ikram ediyorum o beni öpüyor. onu seviyorum ama ne anlamda ne koşullarda seviyorum bilmiyorum. bir parkı turlamam gerekiyor ama artık parkın yolunu hatırlayamıyorum. eve dönmeliyim fakat kendimde bu gücü bile bulamayacağımı biliyorum. ben artık kendini asmak için başkasının o ipe düğüm atmasına ihtiyaç duyan, zayıf bir kimliğim. eski dila'ya ne zaman kavuşurum, bilmiyorum.


beni mutlu eden, gülümseten her şeyden uzağım. belki kilometrelerce, belki on dakikalık boş bir arsa. benliğimi bulabileceğim yerlere gidiyorum, kendimi hep onun evinin önünde buluyorum, pencereler sıkı sıkıya kapalı. o odada, ben burada boğuluyorum. uzun uzun bakıyorum kendime, neden buradasın diye onlarca kez soruyorum, mantıklı olmayan bir sürü sebep buluyorum. git buradan ve bir daha gelme diyen iç sesime inat kıpırdayamıyorum. oturuyorum soğuk zeminde. belki çıkar bir sigara içer ya da ben belki çıkarır bir sigara yakarım. karşılıklı içilen bir sigarayı hak ettiğime inanıyorum. böyle yalan söylemeyi ve böyle sancılı hislerle bu yalanlara tutunmayı kendime nasıl öğrettim bilmiyorum. bir gün aslolan şeyleri görebilecek miyim sence?