Eskisi gibi yazamıyorum artık. Kalemim mi köreldi, dilim mi sessizleşti, ruhum mu sıkıldı, yoksa yaşananların ağırlığı altında ezildim de ondan mı bu sessizlik bilmiyorum. Kolay değildi hiçbir zaman, kolay olmayacaktı. Pek de bir beklentim yoktu zaten hayattan, insanlardan. Sadece bir tatlı huzur almaya gelmiştim bu dünyaya, biraz yaşamaya. İki gülüp bir ağlayıp göçecektim hayattan. Dağ değildim ki bu kadar yük yüklendi sırtıma. Deniz değildim ki akıp gidemedim sıkıntıların arasından. Ne bir kuştum göğe uçup kaçabilen, ne de bir balıktım dert denizinde kaygısızca yüzen. İnsandım, insan olmaya çalıştım. Vicdanlı, yüreğinde sonsuz sevgisiyle ruhunda umuduyla insandım. İnsanca yaşamak istedim tüm insanları kendim gibi sanıp. Meğer insanlık sanıldığı gibi masum değilmiş. Sen onlara çiçek bahçesi vadederken onlar çiçeklerini hunharca koparıp atmış. Sen onlara en güzel şarkıları söylerken onlar kulaklarını tıkamış. Sen güneş açarken onlar karabulutlar yollamış. Oysa bir tatlı huzur almaya gelmiştim dünyaya. İnsanca yaşamaya, iki gülüp bir ağlayıp hayattan göçmeye gelmiştim. İçimdeki güneşli günlerin yerini fırtınalar alalı çok oldu. Gözyaşlarımın yağmur gibi yağdığı günler de geçti. Sadece bir karabulutlar ülkesi ruhum.
Canın çok yanınca dilin sessizleşirmiş, ruhun çok yıkılınca artık dizlerinde tekrar ayağa kalkacak derman kalmazmış anladım. Ruhun her çiçek açtığında yağmur yağmış solup gitmiş ümitlerin. Çığlıklarının isyanının yerini deniz gibi uçsuz bucaksız bir sessizlik almış. Oysa dağ değildin ki bu kadar yük yüklendi sırtına. Deniz değildin ki akıp gidemedin sıkıntıların arasından. Ne bir kuştun göğe uçup kaçabilen, ne de bir balıktın dert denizinde kaygısızca yüzen. İnsandın, insanların acımasızlığını bilmeyen.