Savruluyorum. Nereye gideceğini bilmeyen bir meczubum. Düşünmekten, plan yapmaktan ve kendimi gelecek denilen meçhul için zorlayıp durmaktan bıktım. Ne olacaksa olsun diye salmak istiyorum kendimi. Zamanın kollarına bırakıp kendimi, gidelim seninleyim artık demek istiyorum. Beceremiyorum. Hep düşünceli buluyorum kendimi. Hep bir karamsar, hep bir huzursuz. Nereye gitsem bir bahaneyle ayrılıyorum. Kök tutamıyorum bir türlü. Herkes bir şekilde uyum sağlamaya çalışırken bulunduğu yere, ben uyum sağlamamak için savaşıyorum adeta. Yüreğimde geçmişin muhasebesini ve geleceğin planlamasını yapmaktan yoruldum. Anı yaşamak ve şimdinin zevkini çıkarmak isterdim. Gıptayla bakıyorum böyle insanlara. Anın tadını çıkarıp keyifle dünyayı izleyenlere. Ben öyle miyim? Maalesef. Hep kaçarken buluyorum kendimi. Huzursuzluğun başkenti benim.


Niye bırakamıyorum kendimi? Bu savruluş bitmeyecek mi? Bu gidiş nereye? Bilmem. İçimde bir öfke büyüyor. Gitgide her şeyden soğuyorum ve kendimi her şeyden dışlıyorum. Neden böyle hastalıklı düşüncelere sahibim? Dünyayı ya siyah ya da beyaz görüyorum. Başka renkleriyle görmek isterdim. Düşüncelerimden kurtulup kendimi çimlere atıp göğü çocukça bir sevinçle izlemek için neler vermezdim. Hadi senin içinden geçeni ben burada sorayım. Neden bu kadar kasıyorum? Kasmak değil bu. Bu düpedüz korkaklık. İçimdeki çocuğu susturdum. Tüm renkleri kendi ellerimle siyaha boğdum. Büyümeliydim çünkü. Büyümek benim için ciddi olmaktı. Öyle yetiştik, öyle gördük sözüm ona büyüklerden. İçim cıvıl cıvıl bir oyun parkıydı önceden; şimdi bildiğin kabristanlık. Öyle ıssız öyle sessiz. Kendimi gizlemeyi öğrendim ama. Aslında öğrenmedim, sadece şunu anladım; insanlar görmek istediğini görüyor ve kimse kimsenin umurunda değil. Onların yanında olmaya çalışırsın, her düştüklerinde ayağa kaldırmaya çalışırsın fakat senin ayağın bir kere takılsın, herkes bir anda yanından yok oluverir.


Herkesin hayatının bir anında düştüğü bir çukur vardır. Kimileri "dönüm noktam" ya da "hayatımın kırılma anı" diye tarif eder. Ben hiç çıkmadım o çukurdan. Çıkmak istemedim desem daha doğru olur hatta. Ben düştüğüm çukurda oturdum kendimi dinledim. Kendimi bulmaya çalıştım. Kendime sarıldım. Herkes yere düşerken tuttuğu tuğlayı Rab bellerken. Ben kimseye tutunmadan ve kimsenin sırtında taşımak zorunda olduğu bir yük olarak yaşamadan kendimle ve yalnızlığımla baş başa kalmak istedim. Çukurumda açtığım bir pencere sayesinde uzaktan sizleri izleyince maalesef gördüm ki kestiğiniz güzel pozlarınız var, hepiniz kendinize göre bir düzen kurmuşsunuz. Ben bu pozları kesemem. Kurulan bu düzeni hayatlarınıza girerek değiştirmekten korktum. Hoş, sizler de içimdeki bu durumu fark etmediğinizden ben de rahat rahat düştüğüm bu çukurda yaşadım.


Genelde mektupların başında yazılır "sevgili bilmem ne" diye. Ben sonunda yazıyorum işte. Sevgili okur, bu yazdıklarım ne bir imdat çığlığı ne de sitem dolu bir mektup. Ben sadece yazmak, anlatmak istedim. O kadar. Buralardayım anlamak ve anlatmak istersen. Kendine iyi bak.