Her ne kadar bütün hayatım boyunca yok ya evlenmeyi düşünmüyorum, aşk bana göre değil desem de zaman zaman sevmek ve sevilmek istediğim zamanlar oluyor. Bütün kalabalıklar içinde sıkı sıkı elimi tutup beni yalnız bırakmayacak hayatımın aşkına dair minicik hatta belki kum tanesinden daha küçük bir hissiyatla hala içimde bir yerlerde tutunduğunu biliyorum.
Yetişkin hayatına adımlar atarken her birey kendi yolunu çizecek önemli kararlar verir. Bu kararlar aslında bilinçli veya bilinçsiz olmak üzere hayatlarımızı bundan sonra nasıl şekillendireceğimizin göstergesidir. Bazen büyük bir aşk buluruz ve geri kalan hayatımız onunla başlasın isteriz. Bazen büyük bir tutkuya sarılız, bu öyle bir tutkudur ki dönüp dönüp ondan hiç vazgeçmeden devam ederiz. Bazen de büyük hedefler koyarız kendimize, işte mesleğim bu olacak ve ben en iyisi olacağım diye. Bütün bu büyük beylik laflarının arasında eğer aşk gelirse hayatımıza onu da en lezzetli pastanın kreması misali hayatımıza kabul ederiz.
Ve benim gibi asla aşık olmayacağım, asla kimseyle evlenmeyeceğimler vardır. Veya o kadar büyük bir aşkı bekleriz ki uzun süre, aslında onu kendimiz büyütmemiz gerektiği öğretilmediği için sadece yanımızdan geçip gider. Uzun süre sağıma soluma bakmayı bıraktım. Bu bırakışlar içinde gittikçe aşktan da sevgiden de olabilecek en kötü şekilde uzaklaştım.
Hayatlarımızın merkezine bazen kendi isteğimizle bazen de hayatın bize getirdiği şekilde pek çok farklı konular koyarız. Ama genelde bu merkezler ilişkilerden en uzak şekilde olur. Bir kadın bir erkeğin merkezinde dönmek ister veya işler tam tersidir. Oysa ki kesişim noktaları yoksa dönebilecek pek de yerleri kalmaz maalesef. Çoğu zamanda sevgi yoksa bu sevgi illa ki nesnel bir özneye duyulan sevgi anlamına gelmez, öylece merkezimizi de kaybedip gideriz.
Uzun yıllar birbirinin merkezi olan tanıdığım bir çift, bu merkezden kopup bireyselleşmek istedikleri zaman nasıl yalnız kaldıklarını gördüm. Bütün ortak arkadaşları olarak, dökülen özel hayatları karşısında midemiz bulandı. Üstüne bu ortak payda da artık bizi de birleştiren bir şey kalmadığı için sözleşmeli boşanma gibi, eşdeş olarak kopmuştuk birbirimizden. Ben zaten hiç bir zaman bağlanamamıştım arkadaşlara, aşka, tutkuya.
Son zamanlarda ilerleyen yaş sendromu misali en çok düşündüğüm aşk, sevgi ve ilişkiler. Üstelik üzerinde ne kadar çok düşünüp anlam aramaya çalışırsanız, anlamsızlaşan da nadir şeylerden. Sanki bu insan olup nefes almak gibi. Ne kadar çok nefesinize odaklanırsan, o kadar çok otomatik olmaktan çıkıyor ve hayatınızın olağan akışı dışında bir olaymış gibi hissettiriyor. Belki de birini sevmenin felsefesi de temelde nefes almak gibidir. Onun üzerine ne kadar çok düşünürsek, o kadar anlamını ve olağan akışını kaybediyordur. Nasıl ki herkesin burun yapısı, hücreleri, solunumu bambaşka; sevme şekli de biricik ve özeldir kim bilir?