Ben de! diye giriş yaptığı her cümlenin sonu eksik. Bazen çok fazla şey anlatırken, bazen de işte böyle nadan kalıyor. Belki anlaşılası yok, belki de fazla büyüttük özümüzde. Dağlar zaten yeterince büyük, onları daha fazla büyütemeyiz, çıkar bunu aklından. Yağan yağmura şemsiyeyle direnmen de hep bundan. Rica ederim çıkar şu naylonu gökyüzüyle aramızdan.


Bulutlardan merdiven yapıp tanrıya ulaşamayız. bulutlardan merdiven yapsak zaten "ne işimiz var burada?" diye sormazlar mı bana? Boş ver şimdi, biz böyle adamakılsız sorulara çetrefilsiz cevaplar bulamayız. Bizim aklımızdan zorumuz var, onlar kolay seviyor. Akılları adamakıllı karışır o zaman. Alınları karışlanır. Karış karış ölçseler ve birer birer ölseler yine de eksik kalır.

Farz et; o gemi iki liman arasında gidip geliyor, sonsuz kez yapsa bunu deniz mi aşınıyor? Sanmam, hiç şahit olmadım, su hep yerinde kalıyor. Taş yerinde ağır oluyor da; bak, su mesela ara sıra belli etmeden buharlaşıyor. Ben bildim, su bazen hasret çekiyor. Sonra acısıyla yoğuşup yine kendine kavuşuyor. Taş mı? Taş bir yere gitmiyor. O ancak; üzerinde üç kez, bilemedin altı kez sekip suyun göğsüne batıyor, acıtır mı bilinmez ama tortusu elbet dibe çöküyor.

Sen de! diye bitirdiği her cümle, hiç şüphesiz bir vedaya yakışıyor. Hayır ama, gitmiyor. Taş da değil, su da. Merdiven yapılacak bir bulut da değil, tanrı da… Duruyor ama. Duruyor olmak ona dayanılmaz bir ulaşılma cazibesi katıyor, etrafında biraz ışıltıyla. Ellerinle sinek kovar gibi yapsan, yıldız tozu uçuşuyor. Ah! Bu bazen cidden nefes kesip insanın ciğerlerine yapışıyor.


Tahtadan bir merdiven kuruyor bu kez, ay'ın omzuna dayıyor. Tırmanıp tırmanıp, oradan karanlığa üflüyor. Kaç kere dedim dinletemedim. kendince karanlığı üfleyerek dağıtmaya, içi yananların kalbini soğutmaya çalışıyor. Oysa ki bir yelken taksa dünyaya, külli kurtulacağız haberi yok.

Tanrı ulaşılmak istemiyor olabilir hem. Ben tanrı olsaydım en çok da bunun tadını çıkarırdım.


Topla merdiveni cebine.

Yeni yollar bulalım.