MONNA ROSA


I - AŞK VE ÇİLELER

Monna Rosa, siyah güller, ak güller.

Gülce'nin gülleri ve beyaz yatak;

Kanadı kırık kuş merhamet ister;

Ah senin yüzünden kana batacak,

Monna Rosa, siyah güller, ak güller.


Ulur aya karşı kirli çakallar,

Bakar ürkek ürkek tavşanlar dağa.

Monna Rosa, bugün bende bir hal var.

Yağmur iğri iğri düşer toprağa,

Ulur aya karşı kirli çakallar.


Açma pencereni, perdeleri çek:

Monna Rosa, seni görmemeliyim.

Bir bakışın ölmem için yetecek;

Anla Monna Rosa, ben öteliyim...

Açma pencereni, perdeleri çek.


Zeytin ağacının karanlığıdır

Elindeki elma ile başlayan...

Bir yakut yüzükte aydınlanan sır,

Sıcak ve minnacık yüzündeki kan,

Zeytin ağacının karanlığıdır.


Zambaklar en ıssız yerlerde açar

Ve vardır her vahşi çiçekte gurur.

Bir mumun ardında bekleyen rüzgâr,

Işıksız ruhumu sallar da durur.

Zambaklar en ıssız yerlerde açar.


Ellerin, ellerin ve parmakların

Bir nar çiçeğini eziyor gibi.

Ellerinden belli olur bir kadın,

Denizin dibinde geziyor gibi.

Ellerin, ellerin ve parmakların.


Zaman çabuk çabuk geçiyor Monna;

Saat on ikidir, söndü lâmbalar.

Uyu da turnalar gelsin rüyana,

Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar;

Zaman çabuk çabuk geçiyor Monna.


Akşamları gelir incir kuşları,

Konarlar bahçemin incirlerine.

Kiminin rengi ak kiminin sarı.

Ah beni vursalar bir kuş yerine.

Akşamları gelir incir kuşları.


Ki ben, Monna Rosa, bulurum seni

İncir kuşlarının bakışlarında.

Hayatla doldurur bu boş yelkeni

O mâsum bakışlar... Su kenarında

Ki ben, Monna Rosa, bulurum seni.


Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa.

Henüz dinlemedin benden türküler.

Benim aşkım uymaz öyle her saza.

En güzel şarkıyı bir kurşun söyler.

Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa.


Artık inan bana muhacir kızı,

Dinle ve kabul et itirafımı.

Bir soğuk, bir garip, bir mavi sızı

Alev alev sardı her tarafımı,

Artık inan bana muhacir kızı.


Yağmurlardan sonra büyürmüş başak,

Meyvalar sabırla olgunlaşırmış.

Bir gün gözlerimin ta içine bak:

Anlarsın ölüler niçin yaşarmış,

Yağmurlardan sonra büyürmüş başak.


Altın bilezikler, o kokulu ten

Cevap versin bu kanlı kuş tüyüne.

Bir tüy ki, can verir gülümsesen,

Bir tüy ki kapalı geceye, güne.

Altın bilezikler, o kokulu ten.


Mona Rosa, siyah güller, ak güller.

Gülce'nin gülleri ve beyaz yatak.

Kanadı kırık kuş merhamet ister,

Ah senin yüzünden kana batacak.

Monna Rosa, siyah güller, ak güller.


(1952, İlkbahar)



II - ÖLÜM VE ÇERÇEVELER


Bir lâmba yanıyor, hafif ve sarı;

Garip bir yolculuk, tren ve Gülce.

Bir hançer bölüyor, ah, rüyaları:

Bir rüya, bir hançer, bir el; ve, ve, ve...


Lâmbalar yanıyor, hafif ve sarı;

Gece kar yağacak sabaha kadar.

Toprakta et, kemik çıtırtıları...

Yarı ölüleri bir korku tutar

Değince bir taşa kafatasları.

- Ölüler ki yalnız tırnakları var,

Ve yalnız burkulmuş diz kapakları...


Bir lâmba yanıyor, hafif ve sarı,

Açıyor elini göğe bir kadın.

Uzuyor, uzuyor altın saçları

Uğrunda ölünen güzel kızların...


Bir lâmba yanıyor, hafif ve sarı;

Esmer delikanlı, hatıra ve kan.

Yeşil gözlü kızın hıçkırıkları

Sızıyor bir kapı aralığından;

Lâmbalar yanıyor, hafif ve sarı.


Lâmbalar yanıyor, hafif ve sarı;

Çocuklara açar mağaraları

Gün görmemiş kuşlar ve örümcekler.

İlân-ı aşk eden dil balıkları

Aşina suları çabuk terkeder...


Lâmbalar yanıyor, hafif ve sarı;

Bakıyor ateşe, küle böcekler.

Köpekler parçalar kanaryaları,

Mektupları bir boz ağaç kurdu yer.

Baykuşlar ötüyor harabelerde;

Yanıyor lâmbalar, hafif ve sarı.

Bir kaza kurşunu bulur her yerde

Süvarisiz şaha kalkan atları...

Bir ruhun ışığı vardır göklerde,

Lâmbalar yanıyor, hafif ve sarı;

Ötüyor baykuşlar harabelerde.


Bir lâmba yanıyor, hafif ve sarı;

Titriyor yıldırım düşmüş gibi yer.

Bekledi arzuyla karanlıkları

Anneler, babalar, erkek kardeşler.

Ta içinde duyar ani bir ağrı,

Bir hüzün şarkısı tutturur gider

Anneler, babalar, erkek kardeşler.


Lâmbalar yanıyor, hafif ve sarı;

Her yatak dopdolu, bir yatak bomboş.

Bir neşe şarkısı tutturur gider

Birinci, ikinci, üçüncü sarhoş;

Kurşunlar sıkılır göklere doğru,

Serçe yavruları yuvada titrer.


Lâmbalar yanıyor, hafif ve sarı...


Bir lâmba yanıyor, hafif ve sarı;

İnce yelkenleri alıyor yeller.

Titretir kalpleri ve bayrakları

Gemiden toprağa uzanan eller.

Lâmbalar yanıyor, hafif ve sarı,

Bir yosun köküne hasret kalacak

Gizli hazineler, su yılanları....


İnce yelkenleri alıyor yeller;

Bir lâmba yanıyor, hafif ve sarı.

Beyaz pelerinli hür tayfaları

Kendine bağlıyor siyah kediler;

Titriyor gönüller ve kara bayrak,

Bir yosun köküne hasret kalacak

Gemiden toprağa uzanan eller.

Bir lâmba yanıyor, hafif ve sarı.


Bir lâmba yanıyor, hafif ve sarı,

Garip bir yolculuk, tren ve Gülce.

Bölüyor bir hançer, ah, rüyaları:

Bir rüya, bir hançer, bir el; ve, ve, ve...


(1952, Yaz)



III - PİŞMANLIK VE ÇİLELER


Rüzgâr eser, yağmur yağar, tilkiler üşür;

Bir odun parçası aydınlatır ocağı.

Anne ateşin önünde perişan,

Anne ateşin içinde hür...

Rüzgâr eser, yağmur yağar, tilkiler üşür.


Yağmurlar sırtıyla sırtımın arasındadır;

Şarkılar dudaklarıyla dudaklarımın.

Bin parçaya böldü beni bir divane sır,

Sesi geliyor sesi günahkâr çocukların;

Şarkılar dudaklarıyla dudaklarımın arasındadır.


Gönüller yanarak kavuşacaktı;

Yüzdeki ıstırap, çile ocağı,

Onun bu ocakta yanan toprağı,

Bir gece rüyamda avuçlarımı yaktı;

Gönüller yanarak kavuşacaktı.


Benim gözlerim yeşildir, onun gözleri kara;

Ben günah kadar beyazım, o tövbe kadar kara.


Annenin başı elleri arasında,

Parmağında aydınlık günlerden kalma yüzük.

Bir fotoğraf asılıdır duvarda:

Aynaya, geceye, maziye dönük;

Annenin başı elleri arasında,


Bir tüfeğin burnu havadadır,

Ateş almak üzredir, mermisiz.

Ben bir küçük kızım, ben bir deli kızım,

Siz beni ne anlarsınız siz!

Bir tüfek ateş almak üzredir, mermisiz...


Bir saman çöpüne tutunmuş kızların

Eteğini ben çektim.

Neyleyim göğsümü kara dağın sert rüzgârı doldurmuş,

Annemden ilk sütü Gülce'de içtim.

Ankara'ya, çatal dağa bir zindandan gün vurmuş:

Az kalsın yerine ben ölecektim

Bir saman çöpüne tutunmuş kızların...


Kediler halıları parçalıyor,

Kırmızı bir ışık düşüyor yere.

Annenin dizinde derman yok,

Annenin kafası iki parçadır.

Hükmedemiyor insan ruhuna ateş,

Rüzgâr hükmedemiyor incecik perdelere;

Kediler halıları parçalıyor.


Ateşte sarı gül açan saksılar,

Kızarmış bir ekmek gibi duruyor;

Kulağıma garip sesler geliyor.

Kuş yumurtasından çıkan insanlar

Ahırda bir ata eğer vuruyor,

Kulağıma garip sesler geliyor.


Ben bir şarkı, ben bir tüyüm;

Ben Meryem'in yanağındaki tüyüm.

Beni bir azizin nefesi uçurur,

Kalbimde Allah'ın elleri durur.

Cici ayaklarım iplikle bağlı,

Ben onun sılası, kendimin gurbetiyim;

Ben bir azizin hasreti,

Ben Meryem'in yanağındaki tüyüm.


Benim gözlerim yeşildir,

evet evet, onun gözleri kara;

Ben günah kadar beyazım,

o tövbe kadar kara...


Ocak sönüyor, ateş kül oluyor.

Annenin saçları beyaz,

Anne saçlarını yoluyor.

Ateşin içinde gül açar, servi büyür,

ardıç büyür, çocuk büyür;

Ocak sönüyor, ateş kül oluyor,

Anne ruhunda ruhuma eğiliyor.


Bir güneş toprağı yarıp çıkacak.

Kadınlar sansa da yaşadığını,

Şarkısız kaldıkça yaşamayacak.

Kadınları şarkılar, geceler aydınlatır.

Kadınları şarkılar, akrepler aydınlatır.

Kadınları şarkılar, zehirler aydınlatır...


Artık ben gideceğim, ata eğer vuruyorlar.

Hatırlarımı birer birer yakacağım.

Entarimi parça parça edip

Zehirli kirpilere bırakacağım.

Beyaz bir kayanın üstüne çıkıp

Göğsüme siyah bir gül takacağım.

Batan güne doğru kurşunlar sıkıp

Kendimi boşluğa bırakacağım.

Ayaklarımın altından geçiyor bir deniz...

Ben bir küçük kızım, ben bir deli kızım,

Siz beni ne anlarsınız siz!

Artık ben gideceğim atım kişniyor;

Bir bebek mum istiyor, bir ölü şarkı istiyor,

Ayaklarımın altından geçiyor bir deniz, bir deniz;

Beni onun gözleri çağırıyor, duramam duramam.


Benim gözlerim yeşildir,

ah, onun gözleri kara;

Ben günah kadar beyazım,

o tövbe kadar kara...


(1952, Güz)


Sezai Karakoç

( 1933 - 2021 )