“Zambaklar en ıssız yerlerde açar

Ve vardır her vahşi çiçekte gurur.

Bir mumun ardında bekleyen rüzgar,

Işıksız ruhumu sallar da durur.

Zambaklar en ıssız yerlerde açar.”

 

0.     GİRİŞ

 

Sezai Karakoç Cumhuriyet döneminde çokça eser veren Türk edebiyatının önemli bir şairidir. Şairin İkinci Yeni tavrı ile anılmakla beraber onlardan ayrışan kendine has yapısı da vardır. Birçok türde eser vermiş, en çokta şiirleri ile bilinmektedir. Poetikasının temelini metafizik oluşturmaktadır. Eserleri yanı sıra çağın sorunlarını ele alan, bunlara çözüm bulmaya çalışan, neden sonuç ilişkisi kuran bir şairdir. Karakoç eserlerini çeşitli konular üzerinden ele alır. Sabrı, çileyi, umudu, İslam âleminin sorunlarına odaklanan tavır sergiler. Hem Doğu hem de Batı kültürüne hakim olan şair bu ikisini eserlerinde sentezler. Bu çalışmada şairin yaşayış biçimini, poetikasını, Monna Rosa eseri ışığında inceleyeceğiz.

 

 

 

1.    Sezai Karakoç’un Hayatı ve Edebi Kişiliği


Sezai Karakoç 1933 senesinde Diyarbakır’da doğdu, 2021’de ise kalp krizi nedeniyle İstanbul’da vefat etti. Kimlikteki asıl adı Ahmet Sezai Karakoç’tur. İstanbul’un aydın kesimde yetişen şairlerin aksine Sezai Karakoç, Güneydoğu Anadolu’da yetişmiş, 1. Dünya Savaşı’nda birçok şehit vermiş bir ailenin çocuğudur. Dedesi Hüseyin Efendi katıldığı savaşta Gazi Osman Paşa’nın takdirini kazanır ve ailenin lakabı bu nedenle Leventoğulları olur. Babası Yasin Karakoç ise medrese eğitimi görmüş, bir dönem zengin olmuş ancak serveti bitince küçük ticarete atılarak geçimini devam ettirmiştir. Annesi Emine Karakoç ise nüfus memurunun kızıdır. Karakoç’un aslında ilk ismi Muhammed olacakken nüfusa yanlışlıkla Ahmet olarak geçtiği bilinmektedir. Diyarbakır’da doğan Karakoç ilköğretim eğitimini de orada Ergani’de İnkılap Okulu’nda alır. Edebiyat ve matematik gibi derslerinde çokça başarılı olur. Sosyal başarısı derslerdeki gibi değildir, kendisi de bunu yazılarında dile getirmiştir. Arkadaşları oyun oynarken küçük yaşta dahi kitaplar okuduğunu söyler. Çocukluğunda vakit geçirdiği Makam Dağı, yaşadığı yöredeki hikayeleri şiirine de yansır. Edebi kimliğinde çocukluk yıllarına dair özlemi önemli bir yer tutar. Şiirlerine bu sayede kendi jargonuyla özgün bir üslup kazandırır. Babası Yasin Karakoç’un maddi durumunun gittikçe azalması nedeniyle Sezai Karakoç ilkokul eğitiminden sonra devletin sunduğu yatılı okula girmeyi hak kazanır ve Diyarbakır’dan Maraş’a okumaya gider. Gittiği yeni şehir ve yeni çevrede yalnızlığı ile daha da kitaplarına sarılır, okuma aşkı gittikçe artar. 1947’de ise Gaziantep’te lisede okumaya başlar. Bu yıllarında ağabeyi vefat eder. Zaten devam eden ekonomik sorunlar, harpın zorluklarına ağabeyinin ölümü eklenince içindeki hüznün daha derinleştiğini ifade eder. Şairin edebiyat alanındaki ilk atılımı Büyük Doğu dergisine Mehmet Leventoğlu mahlasıyla yayınlanan şiiri olur. Bu dergi sayesinde de Necip Fazıl Kısakürek ile tanışır ve ileriki yıllarında da dostlukları baki kalır. Liseden mezun olduktan sonra Ankara’ya Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde okumaya gider. Büyük Doğu dergisini bir dava meselesi olarak gördüğü için Hisar’a yazmaya başlar. Monna Rosa, Rüzgar ve İşaret şiirleri arasında kalır. Bu dönemde de evlenmek istediğini ailesini söyler ancak ailesi bunu reddedince bu isteğini dile getirdiği Rüzgar şiirini dergide yayınlar. Şiirde evlilik iması ise şu şekildedir:


“Uçurtmamı rüzgâr yırttı dostlarım!

Gelin duvağından kopan bir rüzgâr.

Bu rüzgâr yüzünden bulutlar yarım;

Bu rüzgâr yüzünden bana olanlar…” (Karakoç, 2013:9.)


1952’de Monna Rosa’nın ilk bölümünü yazar ve arkadaşlarına gösterir. Şiiri çok beğenen bir arkadaşı Hisar dergisinde yayınlar ve bu sayede şiir üne kavuşur. Şairin bu şiiri için platonik bir aşk ve akrostiş şiir lafları halk arasında cereyan etse de Karakoç bunların hiçbirine yanıt vermemiş, şiirin bu belirsizliği hala gizemini korumaktadır. Bu şiir yayınlandıktan elli yıl sonra Karakoç’un kitaplarında yerini alır.

 

Üniversite yıllarında Cemal Süreyya ile arkadaşlardı. İki zıt politik görüşe sahip olan arkadaşların daha sonrasında yolları ayrılsa bile Cemal Süreyya’nın Karakoç’tan bahsettiği şu ifadeleri saygı ve sevgisinin içtenliğini gösterir:

“Bulgucu adam. Belki de ülkemizdeki tek bulgucu. Çok daha yetenekli bir Mehmet Akif'in tinsel görüntüsüyle adamakıllı dürüst bir Necip Fazıl'ınkini iç içe geçirin, yaklaşık bir Sezai Karakoç fotoğrafı elde edebilirsiniz(...) Öyle bir Müslüman ki Marx da bilir, Nietzsche de bilir. Rimbaud da bilir. Salvador Dali de sever. Nâzım da okur...” (Süreyya, 2019: 308)

Yıllar sonra Karakoç’un Cemal Süreyya’ya yazdığı mektubunda ise “Ankara’nın hür hayalli çocukları bizlere ne oldu?” şeklinde sitem barındıran cümleleri yer alır.

 

Üniversiteden mezun olduktan sonra İstanbul’da hem memurluk yapar hem de Büyük Doğu dergisinde yer alır. Bu yıllarda annesinin vefatını acı içinde karşılar. Bu üzüntü ile Yoktur Gölgesi Türkiye’de şiirini yazar. Kendi annesi ve Anadolu kadınlarını anlatır.

 

Değişen siyasi olaylarla edebiyatta dönüşür. Garip akımı devamında Ülkü Tamer, Edip Cansever, Cemal Süreyya, Turgut Uyar, İlhan Berk, Ece Ayhan gibi isimlerle beraber İkinci Yeni’de yerini alan temsilcilerinden birisidir. Şairin Balkon adlı şiiri Cemal Süreyya tarafından dergiye gönderilir ve İkinci Yeni şiir döneminin özgün ve yenilikçi şiiri olarak yerini alır. Ancak Karakoç tamamen İkinci Yeni izinden gitmez, en başından beri yalnızlığı ön planda olan şair yine seçtiği yolda bireysel ilerler.

 

Edip Cansever’in Yer Çekimli Karanfil kitabı üzerine materyalist başlıklı şiir yazar. Bunun üzerine birçok polemik olsa da Karakoç hiçbir yazıya cevap vermemiş hiçbir yerde konuşma yapmamıştır. Bu olaydan sonra ise memuruyeti dolayı Anadolu’ya gider ve bir süre sonra kendi dergisi Diriliş’i çıkartır. Bu dergide kendine yeni bir ekol edinmiş olur ve birçok şaire de yer verdiği için önemlidir.

1965 yılında işinden istifa eder ve şiire daha çok yönelir ardı ardına sayısız eser verir. Çalışmaları siyaset felsefi fark etmeksizin temelini Diriliş dergisine de adını veren İslam görüşünün çağa yansıtılması; kendini bilmek, doğruyu bilmek, batı düşünce ve edebiyatını iyi öğrenmek amacını, düşünce yapısını taşımış ve eserlerinde izlerini de göstermiştir. Bir süre sonra Diriliş Partisi kurar, bugün Yüce Diriliş Partisi olarak varlığını devam ettirir.

 

Karakoç, fikir adamı olmasıyla beraber yaşadığı zorluklara rağmen duygu ve düşüncelerini uzun yıllarca eserlerinde ifade etmiştir. Yalnızlığı benimsemiş, gözden uzak bir hayat yaşamıştır. Ödül törenlerine dahi katılmamıştır. Görünür olmak yerine yazarlığını ön plana atarak çekimser kalmıştır.

 

 

 

2.     Sezai Karakoç’un Poetikası

 

Şairin çok geniş bir şiir anlayışı vardır. İnsanın içinde yaşadığı dönemin eleştirini yapar ve bunu yaparken bir neden sonuç ilişkisi kurar. İnsanların ve İslam toplumunun çektiği zorlukları şiir vasıtasıyla dile getirir ve bir çıkış, kurtarma yolu arar. Onun şiirlerinde yaşamı ve kişiliği gereği yalnızlığı, toplumun acılarını, hüznünü, çileyi görebildiğimiz gibi bir yandan da umudu ve sabrı da eserlerine yansıtır. Necip Fazıl gibi dini düşünceleri baskın ve “dava” olarak gördüğü bu düşünceyi içselleştirerek insanı biricik hakikat olan Allah ile bütünleştirmeyi hedefler. Öncelikle Poetika nedir? Sorusu ile başlarsak bunu Todorov şu şekilde açıklar: “Edebiyata dair hem soyut hem de içsel bir yaklaşmadır.” (Todorov, 2018: 37.) Karakoç’un yaşamı ve şiirleri paraleldir. Ona göre sanat, insan yaşamı ile bir bütündür. İnsan olmadan şiir olmaz. Öyleyse insanın sadece yaşadıklarını değil, olumsuzluklarına bir çözüm yolu da sanat ile sağlanmalıdır. Sanat algısından birisi de metafiziğin alt başlığı olan din felsefesidir. Varoluş ve yeniden dirilmenin -ki bu konuda Diriliş adını verdiği dergisi dahi vardır.- egemen kıldığı metafizik anlayışından bahseder. Bu anlayışa akıl, deney, gözlem, hakikat, öte âlem, özgür insan kavramlarını dahil eder. Karakoç’un sanatında bunun zemine oturtulmuş olduğu görülür. Bir sanatçının eseri için inişli çıkışlı olması gerektiğini söyler. İlham, Allah’tır. Ona duyulan sevgi ve heyecanın gelgitli oluşu da esere yansır. İnsanın kendi içinde, öz benliğinde yaşadığı, yaratıcıya karşı duyulan inancın şair tarafından gerçekçi hislerle yeri geldiğinde çile ile sanatına aktarmalı anlayışına sahiptir. Metafiziği ön planda tuttuğu poetikasında Necip Fazıl’dan, Yunus Emre’den Şeyh Galib’ten, Mevlânâ’dan etkilendiği kadar Batılı sanatçılar Rimbuad’dan Marx’tan da etkilenen bir isimdir. Donanımlı bilgisi, yelpazesinin geniş olması çok yönlü kişiliğindendir. Yaşamı boyunda memurluk, yazarlık ve politikayla uğraşmış, birçok alanda çalışma şansı elde etmiştir. Düşünce ve eser çeşitliliği çalışma bolluğundan kaynaklansa gerek ki şiirlerinde de kendi janrasını oluşturmuştur. Garip akımından sonra İkinci Yeni şairlerden olsa da kendine özgü özelliklerini poetikasında barındırmaktadır.

 

3.     Monna Rosa

 

Şair, Monna Rosa şiirini genç yaşta üniversite yıllarında yazmıştır. Bu şiir hem Divan edebiyatının mistik havasını taşır hem de modern şiirden izler barındırır. Şiire akrostiş olarak bakıldığında Muazzez Akkaya’m şeklinde bir isim çıksa da şair bunu kanıtlayan -veya reddeden- bir açıklamada bulunmamıştır. Esere bu gözle bakıldığında beşeri, Batılı tarzın aşkını yansıtmasıdır. Ancak Divan mazmunlarını da görmemek mümkün değildir. Şiirde sıklıkla geçen “gül, bülbül” tabirleri Divan edebiyatının bilinen hatta artık eskimiş sayılacak mazmunlarıdır. Karakoç ise bunların geride kalmasını istemez ve Batılı şiir anlayışıyla adeta sentezler. Bahsi geçen gül, şiirine adını veren Monna Rosa’nın Rosa’sıdır. Bu sayede hem bir kadına- belki de platonik- aşkı hem de gelenekselci anlatım ile Tanrı olarak adlandırılabilir. Daha açık bir ifade ile Karakoç, Hatıralar eserinde şunları söyler: “Edebiyatımızın ‘gül’, ‘bülbül’ gibi mazmunları alay konusuydu. Bütün değerler yere serilmiş gibi gözüküyordu. Kadın; ‘tak takıştır, sür sürüştür, muhallebiciye gel piyasa vakti’ çerçevesinde algılanıyordu. Ben hecede ısrar ediyordum. ‘Gül’ kavramını yeniden diriltmenin gereğini düşünüyordum hep. ‘Monna Rosa’ böyle doğdu. Modern bir Leyla ile Mecnun denemesiydi bu. Bir gencin dilinden anlatış şeklinde başladı şiir. ‘Rose’ bilindiği gibi, ‘gül’ demekti. Böylece aşağılanan ‘gül’ kavramını yeniden gündeme getirmek istedim.(…) Aslında ‘gül’ mazmunu ve modern anlamda ‘Leyla ile Mecnun’ hikâyesi, şiirimize tekrar bu şiirle girdi denebilir.” (Akt. Karataş, 2019: 215).

 

Divan edebiyatında gül, sevgiliyi; bülbül ise aşığı temsil eder. Bülbül, gülün dalında durur ve onun güzelliğine övgüler dizer ancak durdukça gülün dikeni bülbüle batar ve onu kana bular. Kavuşmanın olmadığı bu aşkta güle kırmızı rengini verende bülbülün kanı olur. “Kanadı kırık kuş” ise yine bülbüldür. Bu acıdan şu mısralara bakıldığında Divan edebiyatının etkisi görülür:

“Kanadı kirik kuş merhamet ister

Ah, senin yüzünden kana batacak

Mona Roza siyah güller, ak güller”

 

Şiir Leyla ile Mecnun eserine benzer yoldan türemiş, varyantlaşmıştır. Şiirin devamında geçen “Açma pencereni, perdeleri çek/…seni görmemeliyim” kısmında Leyla ile Mecnun’un kavuşamaması, Mecnun’un sevdiğini görmeyişine benzer. “Öteliyim” diyerek farklı âlemlerin insanları oluşunu ve şairin poetikasında var olan metafizik âlemden bir diğerine seslenişi temsil eder. Yani şiire bütünüyle bakıldığında hem bir çile hem de özlem ve kavuşulmayan vuslat hali vardır. Bu hisler bir sevgiliye olabileceği gibi beşeriden ilahi aşka geçiş olan tasavvufi özellikte taşır. Başta insana olan aşk son dizeler ile ilahı aşka geçer. Tasavvufun vahdet-i vücûd kavramı burada nükseder. Leyla ile Mecnun hikayesi gibi insana duyulan aşkın aslında yaratana olması, yaratılan ile yaratıcını ilişkisindendir. Geleneğin özelliklerini modern şiire bu şekilde aktarmaktadır. 

 

 

SONUÇ

 

Şair duygu ve düşüncelerini, varoluşun temelinde yatan yaratıcı inanışını, şiire mistik bir hava katarak ifade eder. Metafizik kavramlarını gelenekselci yaklaşımdan gelen tasavvufi bağlamda bir araya getirir. Nitekim bu sayede şiirini modern çağa uydurur. Poetikasındaki akıl ve mantık bir yandan da duygu ile zuhur eder. Bu sayede çeşitlilik elde eder. Taklitten uzak sanat anlayışına sahiptir. Geleneğin izlerini üslubuyla özgün şekilde birleştirir. Dolayısıyla geçmiş ile bugün arasına köprü kurar. Bu köprüde Monna Rosa şiiri büyük önem taşımaktadır. Bir aşk şiiri olarak dillere pelesenk olur. Poetikasında diriliş, insanın varoluşu, metafizik, İslam âleminin gayesi yer alır. İnsanı maddesellikten çıkararak ona ruh verir ve hakikati işaret eder. Nitekim bu nedenle de İkinci Yeni’den ayrışır. Hem Batı hem de Doğu kültürüne hakimdir. Şiirlerine Batılı özellikleri katar, Monna Rosa ismini de o kültürden alır. Diyarbakır’da doğan şair Doğu kültürü ile yetişir, İslami kaygı güder ve onu ön plana çıkarır ve bütün bunları Batı şiir anlayışı ile sentezler; sanatını modern şiire uydurur. Sanatın özünü metafizik olduğunu söyler. Akıldan üstün olanın gönül olduğunu ifade eder; ancak bunu hayalperest bir yandan değil, aksine gerçekçilikle ayakları yere sağlam basan bir yerden ele alır. Sanatı ile gerçekte yaşanan sorunlara sadece değinmez aynı zamanda çözüm yolları arayarak bunu somutlaştırır. Bütün bunlar sayesinde Karakoç kendine bir janra oluşturur ve bu onun sanatını özgün kılmaya zemin hazırlamaktadır.

 

 

 

KAYNAKÇA

 

KARAKOÇ, S.(2013) Gün Doğmadan, İstanbul: Diriliş Yayınları.

KARATAŞ, T. (2019). Doğunun Yedinci Oğlu Sezai Karakoç. İstanbul: İz Yayıncılık.

SÜREYYA, C. (2019) 99 Yüz: İzdüşümler - Söz Senaryosu. 7. Baskı. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.