Sharon Tate 24 Ocak 1943 tarihinde Amerika’nın Teksas eyaletinde dünyaya geldi. Babası asker olduğu için çocukluğu pek çok farklı şehirde geçen Tate, daha 6 aylık bir bebekken katıldığı bir güzellik yarışmasında birincilik elde ederek adeta parlak bir geleceğin sinyallerini verdi. 1959 yılına gelindiğinde Miss Richland, 1960 yılına gelindiğinde ise Miss Washington seçildi. Güzelliği dillere destan olan bu genç kız, İtalya’da ikamet ettiği sırada “Stars and Stripes” isimli derginin kapağında yer alması ve okulunda sergilenen Romeo ve Juliet oyununda hayat verdiği Juliet rolünü başarılı bir şekilde canlandırmasıyla birlikte artık iyice dikkat çekmeye başladı. Film tekliflerinin ardı arkası kesilmiyor ve Sharon zorlu şöhret basamaklarını sağlam adımlarla çıkıyordu.


İlk olarak 1961 yılında erkek bir şarkıcıyla beraber bir reklamda yer aldı. Devam eden süreçte birkaç farklı dizide rol aldıktan sonra “Eye of Devil” adlı filmde oynayıp sinema sektörüne ilk adımını attı. 1967’deki “The Fearless Vampire Killers” filmi ise adeta onun hayatının dönüm noktası olacaktı çünkü bu film sayesinde ünlü yönetmen Roman Polanski ile tanışarak ona aşık oldu. Bu arada bir yandan da eski sevgilisi Jay Sebring ile çok iyi anlaşıyordu. Onu en yakın arkadaşı olarak gördüğü için bu durumu Roman Polanski ile paylaştı ve hayatında yer almaya devam edebilmesi adına incelik göstermesini istedi. Polanski ikilinin çok iyi dost olduklarını anlayınca problem yaratmadı ve akabinde kendisi de Sebring’le arkadaşlık etti.


Sharon Tate çok istemesine rağmen yapımcıları ikna edemediği için Roman Polanski’nin çektiği “Rosemary’s Baby” filminin başrolünde yer alamadı. Fakat sahneler konusunda Polanski’ye sık sık yardım etti ve küçük bir rolle de olsa filmde görünmeyi başardı. Aynı yıl “Valley of the Dolls” filminin başrolünü üstlendi. Bu film her ne kadar eleştirmenler tarafından pek beğenilmemiş olsa da sergilediği başarılı oyunculuk performansı nedeniyle Sharon Tate’e Altın Küre adaylığı kazandıracaktı.


Genç yıldız kariyerinde ufak ama net adımlarla ilerlerken özel hayatında son derece mutlu bir beraberlik sürdürüyordu. 1968 yılında hayatının aşkı olarak gördüğü Roman Polanski ile Londra’da evlendi. Polanski çapkındı ancak Sharon onu bu haliyle kabul ettiğini söylüyordu. Hollywood’un en gözde çiftlerinden biri olan ikilinin evleri sürekli olarak oyuncular ve müzisyenlerle dolup taşmaktaydı. Son derece eğlenceli, aktif ve aşk dolu bir hayatı vardı Sharon’ın. Hamile olduğunu öğrendiğinde ise delicesine bir mutlulukla havalara uçmuştu. Bebeği ile ilgili sayısız hayal kurarak tüm olası güzellikleri onunla gerçekleştirmek istiyordu.


Sharon bu süreçte kariyerini ve hamileliğini bir arada yürütüp bir film çekimi için İtalya’ya gitti. Bu sırada eşi Roman Polanski Londra’da bulunuyordu. Bu nedenle Sharon çekimlerin bitmesinin ardından 20 Temmuz 1969 tarihinde Los Angeles’daki evlerine tek başına dönmek durumunda kaldı. Genç kadın 8 buçuk aylık hamile olduğu için Roman Polanski yakın dostları Wojciech Frykowski ve Abigail Folger’dan bir süre Sharon ile kalmalarını rica etti. Kendisi de 12 Ağustos tarihinde direkt doğuma gelmeyi planlıyordu.


9 Ağustos günü oyuncu arkadaşları ile öğle yemeği yiyen Sharon keyifsizdi. Eşinin bir an önce dönmesini istiyor, hamileliğinin son günlerini onunla beraber geçirmeyi ümit ediyordu. Bu halini gören kız kardeşleri Debra ve Patti o gece onunla kalmak isteseler de Sharon buna gerek yok, deyip bu teklifi reddetti. Nitekim en yakın arkadaşı (eski nişanlısı) Jay Sebring ve Roman Polanski’nin dostları Frykowski ile Folger zaten onun yanındaydılar. Moralsiz olsa da seviyordu bu ekibi.


O gün Sharon Tate, Jay Sebring, Frykowski ve Folger birlikte son kez bir akşam yemeği yediler ve 10 Ağustos 1969 sabahı hepsinin işkence edilmiş cesetleri bulundu. Sharon, kız kardeşlerinin o gece orada kalmasını istemeyerek adeta bilmeden de olsa hayatlarını kurtarmıştı. Evin kapısında kocaman puntolarla “Pig (domuz)” yazıyordu. Acımasızca 16 kez bıçaklanan Sharon, ayrıca bir ip vasıtasıyla kirişe asılmış, ipin diğer ucu Jay Sebring’in boynuna geçirilmişti. Genç kadın bıçak darbelerini göğsünden ve sırtından almış olsa da 8 buçuk aylık bebeği de hayatını kaybetmişti. Paul Richard Polanski ismini vermeyi düşündüğü talihsiz bebeğiyle beraber gözyaşları içerisinde aynı mezara gömüldü. Ondan geriye üç gün önce bebeğinin kıyafetlerini gösterip gülümseyerek poz verdiği son fotoğrafları kaldı.


Ülkede şok etkisi yaratan katliamın failleri uzun bir süre bulunamadı. Hem eşini hem de çocuğunu kaybeden Roman Polanski ise ciddi bir depresyona girdi ve katiller yakalanamadıkça paranoyaları da şiddetli bir biçimde artmaya devam etti. Bu sırada araba hırsızlığından hapis yatmakta olan Susan Atkins isimli bir mahkum koğuş arkadaşlarına hava atmak için Sharon Tate’i kendisinin ve “Manson Ailesi” üyelerinin öldürdüğünü itiraf edince katiller yakayı ele verdi. 1970 yılına gelindiğinde tarikat lideri Charles Manson ile katil zanlıları Susan Atkins, Linda Kasabian, Charles “Tex” Watson ve Patricia Krewinkel’in yargılanmalarına başlandı.


Dava sürdükçe hem bu vahşi grubun hem de Sharon Tate cinayetinin tüyler ürperten ayrıntıları ortaya çıkıyordu. Lider Manson genellikle hippi gençleri ağına düşürüp zehirliyor, onları uyuşturucu ile kontrol altına aldıktan sonra birer suikastçı olarak kullanıyordu. Kendisi müzikle ilgilenmesine rağmen hiçbir başarı elde edemediği için özellikle ünlü insanlara karşı ciddi manada öfkeliydi. Tüm dünyaya savaş açarcasına büyük bir nefret besliyordu. İnsanlığın kıyametle gerçekleşecek olan yok oluşunun ardından sadece kendisine inanan Manson Ailesi’nin hayatta kalacağını iddia ediyordu.


Sharon’ın katillerinden Susan Atkins 19 yaşındaydı ve Manson’a delicesine aşıktı. O eve neden gittiği veya katliamı neden gerçekleştirdiği sorulunca "Bilmiyorum.” diyordu. Onun için önemli olan tek şey Manson’ın istekleriydi çünkü. Manson emrederdi, Susan yapardı. Bu cani genç kız mahkemedeki ifadesinde şunları söyledi:

O kadınla yalnızdım. Lütfen beni öldürme dedi. Ona susmasını söyledim ve onu kanepeye attım. Lütfen bebeğimi doğurmama izin ver. Bebeğimi doğurana kadar beni rehin al ve doğurduktan sonra öldür dedi. Sonra Tex geldi ve onu öldür, dedi. Ben de öldürdüm. Onu bıçakladım. Düştü. Tekrar bıçakladım. Kaç kere bilmiyorum. Onu neden bıçakladığımı bilmiyorum… Yalvarmaya, yalvarmaya, yalvarmaya ve yalvarmaya devam etti. Ben de onu dinlemekten bıktım ve bu yüzden bıçakladım.


Kapıdaki “Pig (domuz)” yazısının nedeni sorulduğunda ise Tex’in ondan dünyayı şok edecek bir şey yazmasını istediğini ve bu yüzden Sharon’ın kanıyla birlikte pig kelimesini yazdığını söyledi. Sözlerinde veya yüzünde en ufak bir pişmanlık belirtisi görülmüyordu. Hatta esas amacının Sharon’ın karnını yararak bebeği çıkarmak olduğunu ve odada yer alan herkesin gözlerini oyup duvara fırlatmak istediğini anlattı. Fakat vakti yetmediği için bunları gerçekleştirememişti. Bu vahşetten hastalıklı bir şekilde büyük bir haz aldığı ne yazık ki ayan beyan ortadaydı.


Yargılama sürdükçe Manson Ailesi’nin daha pek çok katliamın zanlıları olduğu ortaya çıktı. Tüm dünyanın gözünü diktiği bu davanın sonuna gelindiğinde suçlular ömür boyu hapse mahkum edildiler. Sharon’ın ailesi o canilerin en ufak bir hukuk boşluğundan dahi yararlanıp dışarı çıkamaması için büyük bir mücadele verdi. Roman Polanski ise eşinin okuduğu son kitap olan “Tess”i bir filme uyarladı ve eserini Sharon’a adadı. Bu filmle birlikte 3 Oscar kazanan ünlü yönetmen bir röportajında hayatının en güzel yıllarını Sharon ile geçirdiğini söyleyerek onun ölümünden sonra hiçbir dini inancının kalmadığını da açıkça ifade etti.


Sharon Tate’in katilleri defalarca kez şartlı tahliye talebinde bulunsalar da talepleri her seferinde reddedildi. Susan Atkins 2009 yılında, Charles Manson ise 2017 yılında hapishanede öldü.




Kaynak: 1, 2, 3