"Şiddetin normalleştirilme sürecinin başlangıcında, kadınlar gördükleri şiddete çok şaşırırlar, şiddeti kabul edilemez bir şey olarak deneyimlerler. Ancak bir süre sonra şiddetin kullanılması sıradanlaşır, gündelik hayatta bekledikleri ve kabul ettikleri, en sonunda da savundukları bir şey haline dönüşür."


Eva Lundgren bu kitapla "Şiddet anormal bireyler tarafından uygulanıyor." yanlış kanısını ifade etmeyi amaçlamıştır. Lundgren'in de ifade ettiği gibi şiddet aslında erkeğin "iktidar" olma amacından kaynaklıdır. Fiziki üstünlüğünü kanıtlama, kadına hakim olma ve kadının yaşam alanını kontrol etme güdüsünden kaynaklanıyor şiddet. Yani sadece anormal erkeklerde değil, toplumun tüm kesimlerine sirayet eden bir cinsiyet üstünlüğü meselesidir.


"Şiddet süreci hayatın diğer alanlarıyla ilişki içindedir ve bu alanların aynı zamanda bir parçasıdır." Perdelerimizi kapatıp odamıza çekilirsek şiddeti bizim hayatımızdan def etmiş sayılır mıyız? Ya duvarların ötesinden gelen sesler? Ya sokaklardan, caddelerden, televizyonlardan, iş yerlerinden gelen sesler? Hangi birine kulak tıkayıp hangi birini bastıracağız? Dün akşam bu kitabı bitirdiğim vakit inceleme yazmaya koyulacaktım lakin yan dairede yaşayan ailenin bağrışmaları eşliğinde, aynı konuyu nasıl yazabilir olduğumu düşündüm. Daha öncesinde de şikayetler edildi, uyarılar yapıldı. Ama bu "aile içi" meseleye kimse karışamadı. Abi evden giden kız kardeşine "Buraya bir daha gelirsen seni öldürürüm." cümlesini kullanıyor ve bu mesele "aile içi" olarak kalıyor. İşte burada devletin ve adalet sisteminin yetersizliği ortaya çıkıyor. Yargı ve kolluk kuvvetleri, ölüm ve yaralama vakaları dışında kalan ve başka insanların bildirdiği "aile içi şiddet meselelerine ve namusa" müdahale etmediği sürece tek tek bireyler olarak biz nasıl bir yol izleyeceğiz? Gördüğü şiddet yüzünden şiddet algısını normalleştiren kadınlar nasıl kurtulacak? Onların kızları nasıl kurtulacak? Yüzlerce yıldır mükemmel bir şekilde işleyen "ataerkil düzen mekanizması" karşısında izlenebilecek tek yol şiddeti meşrulaştırmayan insanların örgütlenerek şiddet olgusunun temelini daha fazla kişiye anlatmasıdır. Şiddet gören kadının bu durumla karşı karşıya kaldığında kabullenme, boyun eğme yollarının yerine karşı koyma, mücadele etme yollarının öğretilmesi gerekir.


Devlet üzerine düşen görevi yerine getirmemektedir. Erkeğin üstün olduğu bir dine inanan toplum ve siyasi iktidarlar üzerine düşeni zaten yerine getirmeyecektir. Bu cinsiyet üstünlüğü algısının geniş tabana yayılmasının tek yolu vardır: Eğitim müfredatının toplumsal cinsiyet eşitliğini öğretebilmesidir. Kadına ve erkeğe biçilen toplumsal rollerin hayali olduğunu aktarabilmek ve hayal edilen mesleğe, konuma destek verildiği zaman her iki cinsin de hayaline ulaşabilir olduğunu ifade etmektir. Erkek ile kız çocuğu arasında herhangi bir üstünlük bulunmadığını ve ikisinin de eşit değere tâbi tutulmasını öğretmek ile şiddet olgusu ile devlet olarak mücadele edebilirsiniz. Ama bizim MEB pilot birkaç okulda AB standartlarına uygun olsun diye birkaç ay "toplumsal cinsiyet"i müfredata dahil etti. Sonrasında "Biz yapacağımızı yaptık, süreç sona erdi." diyerek işin içinden sıyrılıyor. Ne kadar acıklı bir durum... Ülkede yetişen tüm çocuklar toplumsal cinsiyet eşitliğinin ne olduğunu öğrenebilecek durumdayken bunun bile isteye yapılmaması, şiddetin önüne geçememenin önemli sebeplerinden biridir. O yüzden biz bireyler, ortak etkinlikler ile farkındalık yaratmak istiyoruz. O yüzden kadınlar sokağa dökülüyor, haklarını arıyor, biber gazı yiyor, gözaltına alınıyor. Çünkü ataerkil düzen içerisinde: "Hak verilmez, alınır." Hak talebinde bulunmayanlar yüzünden, hakları vermeyenler yüzünden mağduriyet yaşayanlar, kaderine bırakılırsa bilançonun ağırlaşacağını aklı başında olan her birey bilmektedir. Sadece göz yumuyor ve durumla yüzleşmekten kaçınıyor, bu kadar basit.


Eva Lundgren bu kitabında yaptığı görüşmeler sonucunda oluşan istatistiklerle, şiddet uygulayan erkekleri kalanlardan ayıran belirgin bir kalıp olmadığını ortaya koyuyor. Erkekler toplumsal cinsiyet rollerinin dayatmasıyla, ev içindeki sınırları belli etmek ve üstünlüğü kaybetmemek adına şiddet uyguluyor. Bir taraf üstünlük kurarken diğer tarafın da gittikçe yok olması gerekmektedir. Kitapta bu durum şöyle ifade ediliyor:

"Erkek büyüyerek erkekleşirken, kadın yok olarak, hiçbir şey olarak kadınlaşır."


Devamında şu alıntıyı paylaşmak gerekir:

"Erkeklerin bakış açısından kadını, yaşam alanını ve kadınlığını kontrol etmek erkeklikle ilgili bir şey haline dönüşüyor. Dolayısıyla artık konu herhangi bir kadınlık ya da erkeklik olmuyor. Zaman içinde kadın erkeğe yer açmak için gittikçe ufalıyor."


Kadının yaşam alanını kontrol eden erkek, onu tecride maruz bırakıyor. Bu tecrit, kadının alışkanlık göstermesini kolaylaştırıyor çünkü iletişim kurabildiği tek özne "erkek" oluyor. Bu tecrit, fiziksel ve psikolojik tecrit olarak ikiye ayrılır: Fiziksel tecrit, kadının sosyal yaşamını kontrol altında tutmaktır. Ailesi, arkadaşları komşuları ile görüşmesini engellemektir. Psikolojik tecrit, ev içinde olanları başkasına anlatmasına izin vermeme anlamına gelmektedir.


Bu tecrit, şiddet döngüsü devam edişi:

"Kadının şiddete alışması, kendi gerçekliğini erkeğinkine uydurması ve şiddetin nedenini kendinde görmesi, bize şiddetin sonuçlarını gösteriyor; tehdit, kısıtlama, şiddet ve beynin yıkanmasıyla bir süre yaşamanın sonuçlarını."


Bu sonuçlar kadında inanılmaz bir korku yaratıyor. Aile, toplum ve devlet tarafından da destek göremediği için ataerkil düzene boyun eğen kadının yazgısı:

"Ne zaman, nerede, nasıl değişip sevgi göstermeye başlayacağına; ne zaman nerede ve nasıl vuracağına; ne zaman, nerede ve nasıl duracağına; kadını ölümün eşiğine getirip getirmeyeceğine karar veren erkektir."


Bunları okuyup geçiyoruz lakin bunlar gerçekler, her gün karşınıza çıkan kadın cinayetlerinin nedenleridir. Ataerkil düzene hizmet eden erkek için kadın bir hiçtir, istediği zaman kırıp yok edeceği bir oyuncak. Ataerkil düzende, aile içinde buna maruz kalmayan kadınlar bu durumu inkar ediyor, eşinin onu döveceği, terk edeceği ya da öldüreceği korkusuyla bu duruma sessiz kalıp dışarıya "sözde mutluluk" havası veren kadınlar inkar ediyor. Lakin bu mevcut şiddet durumunun nedenlerini ve sonuçlarını değiştirmiyor. O yüzden herkesin bu şiddet olgusu ile yüzleşmesi gerekiyor, kaçtıkça kurtulacak olduğumuz bir durum değil bu.