Kafamın içi tanımadığım yüzlerce yüzle dolu. İstilacı gibi kök salıp yerleşiyorlar, yeşeriyorlar. Boş konuşmalar, afralar tafralar, taraf olmalar… Bayağılığın hükümdarları! Aynılığın soytarıları! İşgalciler! Yağmacılar! Defolun gidin zihnimden!


İçerideki işbirlikçi hafıza kayıtçısı. Önüne gelen herkesi benden gizli kaydeden kayıtçı. Sana bu görevi kim verdi?


Hain hafıza kayıtçısı. Ülkelere gizli kapaklı yollardan mülteci sokan bir insan kaçakçısı gibi çalışıyor durmaksızın. Nasıl bir azim, şevk, yorulmazlık! Kaçakçı! Kayıtçı! Zihnim dolgunluktan patlamak üzere, doygunluktan yarılmak. Yeter artık, kes kaydetmeyi! Kaybetmeyi seçiyorum ben, bana ait olmayan her şeyi kaybetmeyi!


Lavaboya koşmak, kusmak istiyorum hepinizi! Kafamı kaldırıp aynaya baktığımda yalnızca ben kalayım.


Kafasını kaldırıp aynaya baktığında yorgun yüzünde yol yol akan su damlalarını izledi ölgün bakışlarla. Çeşmenin başını çevirdi ağır ağır, suyun akışı kesildi. Sol eli lavabonun kenarını, diğeri çeşme başını tutarken bedeninin belden yukarısı hafifçe öne eğildi. Solgun yüzünde yol bulup akan su damlaları çenesinden lavaboya atlayarak teker teker intihar ediyordu. 


Gözleri aynadaki gözlerine odaklandı. Öylece boş boş baktı. Derin ve serin bir boşluk. Bataklık gibi bir uykudan uyanmanın acımsı yorgunluğu vardı bedeninin her hücresinde. Çamurda debelenip durmanın verdiği yapışkan bir bitkinlik. Yosun kokusu zihninin sisle örtülü toprağından buhar buhar tütüyordu. 


Bakışları çivi gibi sabitlenmişti aynadaki gözlerine. Uzun süre böyle bakarak kendi kendisini hipnotize eden ve uyanamadığı için aşırı yorgunluktan ölen birinin konu edildiği bir öykü okumuştu bir yerlerde. Okumamıştı da kendisi mi uydurmuştu? 


Atlamak için tamamlanmayı bekleyen bir damla çenesini kaşındırdı. Yüz kasları gerildi. Dikkati dağıldı. Bakışları aynadaki gözlerinden ayrıldı, istemsizce sağ üst tarafa kaydı. 


“Bakışlarımızı sağ üst tarafa odaklıyoruz. Aynı zamanda da hafızamıza kaydetmek istediğimiz bilgileri aklımızdan geçiriyoruz. Bu işlem, verileri hafızaya kaydettiğimizi beynimize bildirir. Bilgiler zihnimizdeki sanal odalara yerleştirilir. Her kapının üzerinde odada ne olduğunu belirten simgeler olmalıdır. Bilgileri bu sayede ne zaman istersek o odalardan çağırabiliriz.”


Hafıza. Kayıt. Bakış. Sağ üst köşe. Bunların zihnimde işi ne? Zorunlu gittiği bir hafıza güçlendirme seminerinden aklında kalan bilgi süprüntüleri. Seminer az da olsa işe yaramıştı demek.


İnsan niye hafızasını güçlendirmek ister ki? Hafıza bir çöplüktür. Tavan arası gibidir. Her şey eskidir ve oraya buraya atılmıştır. Gereksiz bir yığın şey. Bu çağda insanlar bu çöplüğü büyütmek için para verip kişisel gelişim kitabı okuyorlar, seminerlere ve kurslara gidiyorlar. Birilerine de bu çöplük büyütme işini öğretmesi için yığınla para ödeniyor. Birileri çöpçülükten iyi para kazanıyor. “Okumazsanız anca çöpçü olursunuz!”, “Ama öğretmenim, okuyup olanlar da var.”


Hafıza. Kayıt. Güçlü. Defolun. İşgal. Yağma. Zihninde çağrışıp duran, çarpışıp düşen sözcükler. Filmlerde ansızın çakan ve sönen sahneler gibi. 


Göz kapaklarını açabildiği kadar açtı ve hemen ardından serbest bıraktı. Sağ gözü hassas olduğundan parlak ışığın apansız saldırısına karşı kalkanlarını yarıya kadar indirdi. Nöbeti diğer gözü devraldı. Bilinci bataklık uykusunun çamurlarını silkeliyordu ağır ağır.


Aşağı atlamak için çenesinde bekleyen damla iyice doygunlaşmıştı. Sağ eli hâlâ çeşme başındaydı. Bakışları çeşme ile sağ el ikilisine kaydı. Görüntüde hiçbir gariplik yoktu. Bir süre öylece baktı. Sonra bakışları yavaş yavaş yükseldi ve aydınlık banyonun kapısının ardında uzayıp giden karanlık koridorun aynadaki görüntüsüne dikildi. Sert aydınlığın karşıtlığında yumuşacık uzanan karanlık. Sanki tüm varoluş o an o banyoda aydınlatılanlardan ibaretti. Arkadaki karanlık koridor ise varoluşun gölgesi. Topraktaki kökü. Bir kulisti sanki. Gizli bir imalathane. Zindandan kaçış yolu. Dehlizden rol çalmış enlemesine bir kuyu. Hepsi ya da hiçbiri.


Başını hafif sağa eğdi istemsizce. Çenesindeki son damla iç gıcıklayıcı bir kaşıntı oluşturarak atladı ve koluna düştü. Elini çeşme başından çekti. Çenesinin ucunu elinin tersiyle kaşıdı. Gözleri yine aynadaki gözlerini buldu. Bakışları yine birbirine çivilendi. Sabit bir noktaya uzun süre hareketsizce bakıldığında görüş alanında meydana gelen o garip gölge oyunları yanıp sönmeye başladı göz camında. Ortamın derin sessizliğine eş bir pandomim. Hayaletimsi varlıklar eğilip bükülerek cama sürtünüyordu. Görme duyusunun üzeri ince bir tülle örtülüyordu yavaş yavaş. 


Dikkatini teslim alıp da tutsak eden bu duman rengi oyunlar beynini uyuşturmuştu. Göz kapakları ağırlaştı. Sakinleştirici almışçasına ince ince törpüleniyordu öz denetimi. Yüzünde artmakta olan ağırlığa hafif bir yanma eşlik ediyordu. Garip bir yanmaydı bu. Sanki soğuk bir yanma. Göz kapakları banyonun sinir bozucu aydınlığını taşımakta güçlük çekiyordu. Biraz daha salıverse kendisini ayakta uyuyabilirdi.


Hipnoz süreci böyle bir şey miydi? Hep merak etmişti bu ilginç deneyimi. Bir keresinde sadece bunu deneyimlemek için bir psikiyatra gitmeyi düşünmüştü. İnternette kısa bir araştırma yapacak, hipnoz gerektiren durumları öğrenecek, anlatacaklarını kafasında iyice evirip çevirdikten sonra sahte rahatsızlığıyla doktorun karşısına dikilecekti. Üzerinde taşıyacağı küçük bir kayıt cihazı sayesinde her şeyi gizlice kaydedecek (Kayıt mı dedin?), sonra eve dönüp tüm konuşmaları dinleyecekti. 


Acaba kendisi neler anlatacaktı kendisine? Kendisi denilen bu kişi, zihnin o derin ve karanlık kuyularında neler biriktirmişti herkesten gizli? Bitpazarında kendisi el altından neler satmaktaydı kendisine? Tavan arasının el ve göz değmemiş köşelerinde neler saklanmaktaydı? Toprağın altında gerçekte ne vardı? 


Neleri kaydedecekti o cihaz? Hadi durma, söyle! Neleri sığdıracaktı hafızasına? Nelerini senin? Kendi mezar taşını kendisi dikmiş ukdelerini mi? Kendi çukurunu kazmış tutkularını mı? Köksüz ve öksüz utkularını mı? Ölümsüz bir meyvenin her soyulduğunda yerine yenisi çıkan kabukları gibi, yüzünden her düştüğünde yerine yenisi takılan maskelerini mi? Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük maske koleksiyoncusu olduğun gerçeğiyle yüzleşebilecek miydin? Yüzleşmeye hangi maskenle gelecektin? 


Aynada gözlerinin içine içine bakarak içinden sayı sayan bir saklambaç ebesi. Kaçta kaldı saymaların? Kaçta başladı sayıklamaların? Karanlıkta saklananları aramayı oyun mu sandın? 


Evet, anımsıyordu. Eğlenceli ve çılgınca bir oyun olacağına inandığı bu hipnoz deneyimiyle ilgili bilgi edinmek amacıyla bir gece yarısı bilgisayarın karşısına geçmişti. Doktora anlatmak için seçtiği bir rahatsızlığın bilgilerine ulaşıp bunları okumaya koyulmuştu. 


Bir süre sonra ekranda akıp gitmekte olan cümleler yüreğinde buz gibi bir esinti, boğazında topaç gibi dönen bir burkulma, karnında elektriklenmişçesine titreşen bir çöküntü, yüzünde garip bir yanma meydana getirmişti. Üzeri metal kabuklarla kaplı kor ateşten bir küreyi elinde tutuyordu da her okuduğu cümlede bir kabuk soyulup düşüyordu sanki. Tüm kabuklar soyuldu ve yakıcı gerçek parladı. Bilgilerini okuduğu hastalığın belirtileri kendisinde gerçekten vardı. Parlak ekranda arsız arsız sırıtan cümlelere öylece bakakalmıştı. 


Sonra birden irkilerek bilgisayarın başından kalkmış ve yatak odasına gitmişti. Abajuru açmış, belirsiz bir süre yatağın üzerinde hareketsizce oturmuş, halının baktıkça gözleri yoran sarmal desenlerine takılıp kalmıştı. Sonra birden gözlerini hızlı hızlı kırpmış, abajuru söndürüp vücudunu devirmiş ve hiçbir şey olmamışçasına uyumuştu. Hastalığın belirtilerinden biri de buydu.


Sarmal halı ne anlattı sana? Haydi, söyle onlara! Korkma! Anlatılacak öykülerini bitiren herkes korkusuz olur. Bitir, bitsin.


Sen… Bir düşün rahmine düştün. Büyüdün adım adım. Doğmadan önce kondu adın. Tam kendine doğmak üzereyken öldün. Işığı bir anlığına görmüşken karanlığa gömüldün. Ölümün sözlük anlamına yeni anlamlar ördün. Ölü doğan bir varoluşu sırtlandın yürüdün. Böyle başladı gerçek öykün. Böyle bitti. Telaşın, ölü doğana hayat aşılamaktır her gün. Ölü doğana kan enjekte etmek, serum vermek, süresiz kalp masajı uygulamak, suni teneffüs yapmak durmaksızın. Bunu yaşamak mı sanıyorsun? Bunu ölmek mi sayıyorsun? Yaşamın az, ölümünse çok fazla türü varmış. Ölü yaşayan bir varoluşa bitkisel hayat işlemi uygulamak yaşamın az, ölümün çok olmasıymış. Ölüm de yaşarmış. 


Sen… Sırtında yüküyle göçebelikten sürgünlüğe evrilen göçkün! Ölü bir düşten dışarı düştün. Bitti öykün. Artık özgürsün. 


Derin bir uykudan sarsılarak uyanmış gibi titredi. Bir düşte yüksekten düştüğünü gördüğünde oluşan o titreme ve aniden uyanma gibi. Aynadaki gözlerine hareketsizce bakmanın sebep olduğu uyuşma bu irkilmenin iğne batmasını andıran etkisiyle birden dağıldı. 


Çenesinden koluna atlayan o son damla ölmemişti. Yeni bir yol bulmuş ilerliyordu. Kimileri buna “kurtulmak ve devam etmek” diyordu. Kolu kaşındı. Kolunu atletine sildi. Damlanın varlığı silindi. Damla artık yoktu. İki yok arasındaki farkı kim bilecekti, ikisi arasında fark olduğunu kim?


Gözleri banyonun çiğ aydınlığına alışmıştı. Uykunun kudretli taşıyıcıları gücünü yitirmişti. Buna karşın hâlâ ayna karşısında öylece duruyordu. Kendi iradesiyle girdiği bu katatonik durumdan hastalıklı bir keyif alıyordu sanki. Hissettiği şeyin keyif olup olmadığının farkında değildi. Hastalık denen şeyi de düşünmüyordu. O halde yoktu.


Yıkandıktan sonra silinmediği için kendiliğinden kurumaya başlayan yüzü yavaş yavaş geriliyordu. Bundan hoşlanmazdı. Çeşmeyi açtı, lavaboya gömülüp yüzünü yıkadı. Kafasını kaldırıp aynaya baktığında yorgun yüzünde yol yol akan su damlalarını izledi ölgün bakışlarla. Çeşmenin başını çevirdi ağır ağır, suyun akışı kesildi. Sol eli lavabonun kenarını, diğeri çeşme başını tutarken bedeninin belden yukarısı hafifçe öne eğildi. Solgun yüzünde yol bulup akan su damlaları çenesinden lavaboya atlayarak teker teker intihar ediyordu.


Elini çeşmeden çekti. Yüzünü atletine sildi. Banyonun kapısından geride uzanıp giden karanlık koridorun aynadaki görüntüsüne baktı. Olduğu yerde geriye döndü. Birkaç adım attı. Banyodan çıkarken eli elektrik düğmesini ezbere buldu, kapattı. Banyo karardı. Adımları ezbere ilerleyip koridorun sonundaki salonun kapısına ulaştı. Salona girdi, yüksek arkalıklı koltuğunu ezbere buldu. Koltuğa oturdu. Karanlığı soludu.


Ne, neler? Bir şey yoktu. Kim, kimler? Başkası yoktu. 

Ben. Başkası yok.


Şimdi arkana yaslan, koltuğu biraz geriye yatır ve rahatla. Göz kapakların yavaş yavaş ağırlaşıyor. Gevşiyorsun. Kendini çok dingin hissediyorsun. Yağmurlu bir günde pencerenin önünde oturmuşsun. Yağmuru izlemek, dinlemek hoşuna gidiyor. Camın önündeki mermer eşiğe düşen damlalar yeni bir yol bulup akmaya devam ediyor. Akıyor, akıyor, akıyor. Kendini bırakıyorsun, akışa uyuyorsun. Uyuyorsun. Uyuyorsun. Artık derin bir uykudasın.


Üçten geriye sayacağım. “Sıfır” dediğimde uyanacaksın ve hiçbir şey hatırlamayacaksın. 


Üç, iki, bir, sıfır.