Metruk bir ev görünce kendimi hayal kurmaktan alıkoyamıyorum. Acaba kimler yaşadı daha evvel? Kimler bu dört duvar arasında kahkahalara boğuldu, gizlerini ortaya döktü...

Bu, tıpkı gece yolculuğu yaparken ışıkları yanan evlerin dibinden geçip hayal kurmaya benziyor. Acaba o evde kimler var? Yer sofrası mı, masa mı? Yün yorganları da var mı? Peki ya haberler mi açık ki? Bir sürü düşünce balonu kafamın üstünde beliriyordu adeta. Mutluluk kadar mutsuzluk da düşünüyor insan. Hele ki ben, severim insanlara çeşitli roller biçmeyi.


Mesela yolda yürürken insanların yüzüne bakıp ifadelerine göre tahmin yapmaya çalışırım çocukluğumdan beri. Mutlu mu, sağlıklı mı? Yalnız mı, derdi mi var? İnsanın mimikleri ele veriyordu kişiyi çoğu zaman. Fotoğraflardaki sahte gülümsemelerin aksine yolda gördüğüm kendi halinde yürüyen o insanlar o kadar yalın ve gerçekti ki...


Evler diyordum, bomboş evler. Kızları varmış ya da oğulları; herkes hayatını kurmuş gitmiş. Odalar boşalmış, ev ıssızlaşmış, duvarlar tenhalaşmış. Kullanılmayan yastıklar ve yorganlar küf kokmaya başlamış. Sofradaki tabak, kaşık sesleri azalmış.


Fotoğraf bana ait olup yıllar önce fotoğraflamıştım. Dikkatimi çekmişti yolda yürürken. Fotoğrafı çektim ama bir hikâye de yazdım aynı zamanda bu ıssız eve. Hikâyeler yazıp hayal kurmayı severim. Kendimce bir şeyler yakıştırdım bu eve. Ona bir aile verdim. Sihirli bir değnek ile dokunmuş gibi, mutlu bir yuva yaptım onu aklımca. Belki de hiç umduğum gibi değildi hiçbir şey ama olsun, kim karışırdı hayal gücüne?


Evler; soğuk ve yalnız evler. Yıkılmaya yüz tutmuş, belki de o evden birinin gidişiyle aslında çoktan yıkılan ama bizim sadece ayakta duran duvarlarını gördüğümüz o hüzünlü evler.