Genel anlamıyla sanat; nesnel gerçekliği, estetiksel ve öznel biçimde yeniden yaratmaktır. Şiir, malzeme olarak sözcükleri kullanan bir sanat dalıdır. Şiire “gerçek/real” bağlamda değil de “hakikat/truth” bağlamında bakarsak, bugüne kadar kesin olarak tanımlanamayış nedenlerinin; hakikatin göreli olması, nesnel gerçekliği tam anlamıyla yansıtamayışı ve zamansal hareketle değişken olması olduğunu söyleyebiliriz. Buna dayanarak şiire, göreli hakikatlerin bütünü olan “saltık hakikat” olarak da bakabiliriz.
Herhangi bir ayrım ya da tanımlama yapmadan, şiirle ilgili bazı kavramları ayrımsayarak şiirin, gerek içerik/öz gerekse söze dönüştürme, sunuluş açısından özgün, etkilemeye, duygulandırmaya yönelik, yaratı niteliği taşıyan bir söz sanatı olduğunu söylemeliyiz.
Mallarme’nin Degas’a verdiği o müthiş yanıtta olduğu gibi malzemesi sözcük olan şiirin yapıtaşı “imge”dir. İmge (hayal, image), en az iki sözcükten oluşan ve duyulur bir kaynaktan gelen tasarımdır. Rus incelemecisi Alexander Potebnya; “imgesiz sanat olmaz, şiir ise hiç olmaz” diyor.(1) Mayakovski ise, imgeyi temel ve destek imge şeklinde ayrıştırıp imgenin amaç değil toplumsal siparişi ve emekçi kitlelerin isteğini yerine getirmek için bir araç olduğunu söylüyor.(2)
Alman düşünürler içinde düşünceci ve özdekçi olanların aksine imge terimi üstünde önemle duran Friedrich Engels, düşüncenin, dış dünyadan duyumlarla alınan imgelerden ibaret olduğunu söylemişti. Ancak insan zihni, dış dünyanın varlık biçimlerini kendi kendine çıkarmayıp, dış dünyadan imgelediği için imgeler doğaya, insanlığa ve tarihe uydukları oranda doğru olabilirler. İmge, nesnel dünyanın öznel yansısı olduğundan, her imge öznelle nesnelin birliğidir. Dolayısıyla imgeleri ussal (kavramlar, önermeler, kuramlar ve varsayımlar) ve duyusal (duyumlar, algılar ve tasarımlar) imgeler olarak ikiye ayırabiliriz.
Gaston Bachelard; “Eğretileme (métaphore), ifade edilmesi zor bir duyguya somut bir vücut kazandırır. Eğretileme, kendisinden farklı fiziksel bir varlıkla ilintilidir ancak imge, saltık imgelemin sonucu olan imge ise, tam aksine tüm varlığını imgelemden alır.” demektedir.(3)
İmgelem yetisi, daha önce yaratılmış bir imgeyi derece derece yeniden canlandırmaktan (belleksel ya da yineleyici imgelem), yeni buluşlar meydana getiren (yaratıcı imgeleme) yaratıcılığa kadar yükselten düşünme yetisidir. Şiirin, yaratıcı imgelemin özel bir biçimi olan ozansal imgelemle nesnel gerçeklikten elde edilmesine karşın, gerçekleşen imgelerin nesnel gerçeklikte karşılığı yoktur. Dolayısıyla şiirin semantik yanı soyuta dayanır.
Bu söylenenleri ayrımsayarak, somut ve soyut şiir ayrımına açılmış/açılan değişik pencerelerden bakmaya çalışalım.
Doğasal ve toplumsal tüm varlıklar, kendi çelişkilerini de içlerinde taşıdıkları için ve ancak böyle var olduklarından birer çelişik birliktirler. Örneğin, yaşamak her gün biraz ölmek değil midir? Elbette burada saltığı çözümlemek isteyen usun düşmek zorunda olduğu çelişkiyi (Kant’ın deyimiyle “çatışkı”) yaşayacağız.
Öncelikle somut ve soyut kavramlarının bütünün ve parçalarının bilgisini yansıtan eytişimsel bağımlı ulamlar olduğunu belirtmemiz gerekiyor. İdealist pencereden bakarsak somutun, duyularla kavranan, soyutun ise düşünceyle kavranan olduğunu dile getirebiliriz. Diyalektikte ise somutun, nesnel gerçekliğin tüm bilgisini (hem gerçek hem de hakikat) karşıladığını, soyutun ise eksik bilgiyi imlediğini söyleyebiliriz.
Günümüzdeki soyut ve somut şiir ayrımına, “somut şiir” kavramını “görsel şiir”le (font ve sayfa düzeni çeşitlemeleri) birebir tutan bakış açısını, tür sınırlarını aşan lirik şair Koslu (İstanköy) Simonides’in M.Ö. 6. yüzyıldaki tartışmalı cümlesi “Resim sessiz şiirdir ve şiir konuşan resimdir”le başlayan tarihsel süreçle genişletebiliriz.
Somut şiir kavramı, 1950 ve 1960’larda sıkça görsel şiirle eşanlamlı olarak kullanıldı. Ancak bu tanımlama, somut şiirin yalnızca görsel maddeselliğini tarif eder. Somut şiir metinlerinin bu şekilde görsel algılanışın, görsel şiirden ayrılması gerekir Klaus Peter Dencker’in somut şiir hakkındaki genel değerlendirmesi şöyledir:
“Somut şiir, ismini 1950’lerin başında almıştır. Kapalı, uluslararası, taklitçi olmayan ve dilin maddesel özelliklerinden (kelimelerin sözel, işitsel ve görsel maddeselliğinden) doğan dil temelli bir sanat biçimidir. Tek başına harflerin grafiksel biçimleri, bir kitap sayfasının beyaz boşlukları, harflerin birbirine karşı düzenlemeleri, okuma alışkanlıklarının değişimi, bir yüzey üzerinde harflerin ve kelimelerin beraber yaratabilecekleri olasılıklar, sözdizimi ve metaforun göz ardı edilmesi, dilin maddesiyle dilin kurallarına karşı duran özgür bir oyun- bu, okuyucunun tamamen yeni bir algılama tavrı edinmesini gerektirir. Alışılmış soldan sağa okuma işe yaramayacaktır, olağan cümleler yoktur, sıralama yoktur, kelimeler tam bile değildir- okuyucunun kendisi üretken hale gelmeli, düzenlemeler keşfetmeli, kelimelerin ikili anlamlarını belirlemeli ve sunulan dilsel maddeyle kendi tarihini geliştirebilmelidir.”(4)
“Görsel şiir, görsel sanat ve edebiyat, resim ve metin, mecazi ve semantik öğeler arasındaki değişken ilişkidir; her iki sanat biçiminin bir ara alandaki bağlantısıdır; çevreden gelen herhangi bir iletişim biçimine karşı duyusal bir tepkidir; farklı hayali realizm çeşitlemeleri tarafından mantıklı bir dilin akla uygun bütün olanaklarında ve kanıt oluşturmak için kullanılan kolaj, kavramsal sanat, somut sanata dair önemli tanımalar için bir haznedir.”(5)
Karel Tiege’de 1923 tarihli “Resim ve Şiir” manifestosunda şöyle yazıyor:
“Mantıksal bir sonuçla karşı karşıyayız: modern resmin modern şiirle birleşmesi. Sanat tek bir şeydir ve o şey de şiirdir. Bu sorunun çözümü olan, resmin ve şiirin birlikte oluşturduğu resim şiirler görüyoruz. Öyle görünüyor ki, bu birleşme belki de, er ya da geç, geleneksel resimsel ve şiirsel metotların nihayetinde ortadan kalkmasına sebep olacaktır. Yeni sanat, artık sanat olmayacaktır; yeni alanlar ortaya çıkacak ve şiir de sınırlarını genişletecektir.”(6)
Görsel şiiri savunanlar bu tür şiirin resim olmadığını ancak resimde kullanılan bazı küçük çaplı tekniklerin kullanılamayacağı anlamına gelmediğini söylemektedir. Genel olarak görsel/resim şiirde harfler birim olarak kabul ediliyor ve bir anlamda şiirin bütününün görüntüsünü verecek şekilde harfler, sözcükler, kağıt üzerinde boşluğa yerleştiriliyor. Augusto de Campos, yayınladığı “Somut Şiir Manifestosu”nda (7) bu biçimsel birimi dize olan geleneksel yapıyı ortadan kaldırmaya çalışan yeni şiirsel hareketin, temelinde
Mallarmé (Bir Zar Atımı, 1897), Joyce (Finnegans Wake), Pound (Kantolar, İdeogramlar), Cummings ve ikincil düzlemde Apollinaire (Kaligramlar) ve de fütürist ve dadacıların deneysel ataklarının olduğunu söylemektedir.
Şiirimizde görsel şiirin gelişimine paralel olarak T. Günersel, B. Necatigil, C. Süreya gibi pek çok şairimiz, bu yeni akımı benimseyerek bu türde denemeler yapmıştır.
Öncülerden biri olan Nazım Hikmet’in, 1929 yılında yayınladığı 835 Satır’daki şiirlerini örnek gösterebiliriz. Buradaki şiirler, biçim ve öz açısından eskilerden çok farklıdır. Böylece yeni bir uyak anlayışı ve kırık dizeler edebiyatımıza girmiştir. 835 Satır'daki kimi şiirlerin dizelerinin farklı puntolarla yazılmasını, somut şiirin bir özelliği olarak kabul edebiliriz:
Nal sesleri sönüyor perde perde,
atlılar kayboluyor güneşin battığı yerde!
Atlılar atlılar kızıl atlılar
atları rüzgâr kanatlılar!
Atları rüzgaâr kanat...
Atları rüzgâr...
Atları...
At.(8)
Türk edebiyatındaki yenileşme hareketlerinin başka bir koldan başlatıcısı da Ercümend Behzad Lav olmuştur. Nazım Hikmet'in Moskova'ya gittiği yıl, Ercümend Behzad da Almanya'ya gider ve orada fütürizm, dadaizm ve gerçeküstücülük gibi yeni akımları tanıyarak yurda döner. Ercümend Behzad, somut şiir türünde ürünler de verir; şiirin adıyla biçiminin bire bir uyduğu şiirler yazar. 'Yırtık Mektup Parçaları' adlı şiir buna bir örnektir.
Türkçede somut şiirin en yetkin örneklerini veren şairlerimizin başında Behçet Necatigil gelir. Yüksel Pazarkaya, Kareler için şunları söyler: 'Benim anlayışıma göre, Türkiye' de somut şiire hem bu uluslararası süreci, hem de kavramı açısından bir tek sevgili Behçet Necatigil'in Kareleri yaklaşmıştır'
Yüksel Pazarkaya da somut şiirle uğraşan şairlerimizdendir. Farklı tarzlarda somut şiirler yazan Pazarkaya, bu şiirlerini “Somut Şiir” adlı kitabında toplamış ayrıca, kitabında somut şiir konusunda bilgiler vermiştir. Bu tarzda yazdığı şiirler arasında 'Şah-taç' adlı şiir dikkat çekicidir:
şah taç
taç şah
şah taç
taç şah
şah taç
taç şah
şah taç
taç şah
şah taç
taç şah
şah taç
taç şah
şah taç
taç şah
şah taç
taç şah
şah taç
taç şah
halkaç
h aç
ha aç
hal aç
halkaç
Daha önce, 1968 yılında Stockholm'de yayımlanan Belleten adlı dergide de yer alan bu şiiriyle ilgili olarak Yüksel Pazarkaya şu yorumu yapıyor: Bu şiiri uzun yorumlamak gereksizdir, kanısındayım. Ve somut şiirin özelliği olan kolay algılanabilirliği, okumuş okumamış herkes için geçerlidir. Halkın açlığı üzerine kurulmuş bir tacın, halkı ezip pestile çevirmesi yansıtılmak isteniyor burada. (...)' (9)
Genç şairlerimizden ve var olan dilin yerine yeni bir şiir dili oluşturma çabalarıyla dikkati çeken Akgün Akova da somut şiir tarzında ürünler verir. 'Gökyüzünün Düşü' tam anlamıyla sözcüklerden/harflerden oluşan bir resim şiir görüntüsündedir.
Bütünüyle, somut şiir kabul edebileceğimiz örneklerin yanında, kimi şairlerimiz ise somut şiir öğelerini kullanan bir tarzı denemişlerdir. Can Yücel, somut şiir öğelerini şiirlerinde kullanan şairlerimizden biridir. 'Naat' şiirinde, 'dönerek düşen bir yaprak' dizesi, anlamına paralel olarak 'dönerek düşen bir yaprak' görüntüsünü çağrıştıracak biçimde yazılmıştır.
'NAAT
Bir elim bulut Bir elim toprak
D D
Ö Ü D
N Ş Ö
E E N
R N E
E B R
K İ E
R K
Y A P R A K
Sana bin kez söyledim be evladım
Dişlerinle tırnaklarını yiyeceğine
Gözlerinle gökyüzünü yesen ya'(10)
Metin Altıok da anlamı göz ardı etmeden, değişik biçimlerde şiirler yazmış ve bu şiirlerine Hesap-İşi Şiirler adını vermiştir. Şiirlerde biçim kadar, şiirlerin anlamı da ön plânda tutulmuştur.
BİR
UYUMSUZ
Yangın RASTLAŞMA Deprem
lardan lerden
geliyorum geliyorum
dedi dedi
adam kadın
ve
dep yan
rem gın
lere lara
gitti gitti
yıkık yanık
Şiirde, adından da anlaşılacağı gibi 'bir uyumsuz rastlaşma' anlatılmıştır. Bir 'adam' ve 'kadın', karşılaşır ve ayrılırlar. Bu şiir için de farklı okumalar söz konusudur. Şiiri bir köşesinden başlayarak çapraz biçimde okuyabiliriz: 'Yangınlardan geliyorum dedi adam ve yangınlara gitti yanık' birinci dize olabilir, ikinci dize ise: 'Depremlerden geliyorum dedi kadın ve depremlere gitti yıkık'. Birbirine arkasını dönmüş, 'uyumsuz' iki 'zikzak' biçiminde de düşünebiliriz şiiri: 'Yangınlardan geliyorum dedi adam ve depremlere gitti yıkık/Depremlerden geliyorum dedi kadın ve yangınlara gitti yanık'. Şiiri ikinci şekliyle okuduğumuzda, bu 'uyumsuz rastlaşma'nın aslında kadının ve adamın yolunu, gidişini çok etkilediğini hatta değiştirdiğini görebiliriz. Belki de başka bir okur, başka bir göz daha değişik yorumlar yapacaktır.(11)
Hilmi Yavuz’un “ünlem” şiirinin bir bölümü alarak, görsel öğelerden yararlanmaya örnek verebiliriz.
“…ve aşkların usulca geçtiği
bir vadi miyim? ...belki…
şimdi bir çığ koptu
k
o
p
a
c
a
k
benden güle doğru-öyle ki
yazın çığlığı kuytularda, ah
acı değil bu, ünlem…”(12)
Bu örneklerden de anlaşılacağı üzere sonuçta görsellik iki aşamada iş görüyor; ilki bakan göz, ikincisi okuyan anlak ile okutulmak istenen şeylerin kendilerine göre konumlanışı. Bu bir enerji alanıdır ve göz o enerji alanına şiir okuma niyetiyle girmektedir.
Peki ya görme engelliler ne olacak? Bu şiir onlara hitap edebilecek mi? Yoksa şiir, sadece görenler için mi yazılıyor?
“Görsel şiir eserleri temelde daha karmaşık resimlerdir ve bu şekilde algılanmalıdırlar. Harf maddesinin grafiksel niteliklerinin yanı sıra resimsel öğeler (renk, şekiller, çizimler, kolajlar vb.) , kullanılan kelimelerin semantiğinin karşıt anlama getirilmesi, yansıtılması veya tahrif edilmesi amacına hizmet eder. Sonuç olarak, elimizde olan şey Teige’nin dediği gibi “metin resimleri” veya “resim şiirleri”dir.”(13)
“Eğer somut şiir dilin eskimesine karşı yeni bir edebiliğin, madde ve dil adına yeni bir farkındalığın keşfi için varsa, görsel şiirin temel hizmeti de yeni bir ortam farkındalığı ve dilin artık sadece bir alfabetik dil olmadığı yeni dil-referans sistemlerinin keşfidir.”(14)
Somut şiir madde olarak dille ilgiliyken, görsel şiir ortamı madde olarak inceler ve görsel şiir diğer ortam parçalarından başka ortamları meydana getirebildiğine göre halk yeni görme ve düşünme biçimleri konusunda hassas hale gelecektir. Halka gösterilecektir ki, iyi bir referans sistemi yoktur, her zaman için sadece oluşturulan bir durum vardır, bir gözlemci tek başına yaratıcı yeteneklerine epey yeni ilave yapabilecek bir konumdadır. Aynı zamanda, sürekli değişim içerisindeki çevrenin bir bütün olarak görülmesinin gereğine de önem veriyoruz.
Eğer somut şiir, dile ait farkındalığı keskinleştirdiyse, görsel şiir de bir dil-ortam bilinci, yani dilin çevresine ait bir farkındalık geliştirmeye çalışmaktadır.(15)
Sözle birleşen görüntünün anlama hemen ulaşılabilmesindeki tetikleyici rolünü inkar edemeyiz ancak yeni bir tanımmış gibi durmasına karşın “görsel şiir”in, kaybolmuş tekniklerin kullanıma sokulması açısından yeni bir deneyim olabileceğini iddia edebiliriz. Çünkü yaklaşık yüzyıl önce sembolizmin son halkası, modernizmin ve gerçeküstücülüğün öncülerinden sayılan Apollaniere’nin şiirlerinde bu örnekleri görmüştük. Il Peut (Yağmur Yağıyor) ile La Colombe Poıgnardée Et Le Jet D’eau (Hançerlenen Güvercin ve Fıskiye) adlı şiirler görsel şiire örnek verilebilir. Bu durumda şimdi yapılanlar Apollaniere’in bir ardılı olmaktan öteye geçemeyecektir.
İşin aslına bakarsak, bizim şairlerimiz arasından gerçek anlamıyla öncü/yenilikçi biri ya da birileri çıkmamıştır. Türk Şiirinde yenilikçi olarak rağbet gören şairler ya da akımlar, esas itibariyle doğu ya da batının birer taklidi/taşıyıcısı/ardılı ya da en çok doğu-batı şiirinin sentezcisi olmuşlardır. Örneğin Yahya Kemal ve Attila İlhan, vakıf oldukları geleneksel şiiri batı şiiriyle sentezlemişler, keza Nazım Hikmet de geleneksel şiirimizle sosyalist şiiri sentezlemiştir.
“Şiirin olmadığı bir yerde görsellik bizi nereye taşıyabilir?” sorusunu ise şöyle yanıtlayabiliriz. Kimilerinin “görsel şiir” kimilerinin “somut şiir” adını verdikleri ve dili, geri plandaki görüngülerden kurtararak kendi boyutları içinde gören şiir türü, hep anlatımda yeni olanaklar arama, eski kalıplardan kurtulma, görme yetisini şiire sokma çabalarının birer ürünüdür. Biçime değgindir. Oysa biçim, şiiri yaratmaz. Şiirin özü, biçimi yaratabilir. Biçimsel denemeler şiirin özüne katkı sağlayabilir ancak, şiiri var edemez…
“Evrendeki her şey karşıtıyla vardır.” savından hareketle somut şiiri “görsel şiir” olarak değerlendiren bakış açısı, soyut şiiri de “ses şiiri” olarak değerlendirecektir. “Ses Şiiri”ni genel olarak; şiirin diğer tüm yönlerinden daha fazla, ses üzerinde odaklanan şiir, şeklinde tanımlayabiliriz.
Ses şiirinin görece modern 5 kategorisi vardır:
1- Uydurulmuş bir dilde verilen eserler
2- Yarı saçma eserler
3- İşitsel anlamının semantik anlamdan daha baskın ve daha farklı anlamı olan şiirler
4- Yazılı olmayan şiirler
5- İşaretli şiirler
Tabii ki, bugün üretilmiş ve üretilmekte olan bazı modern eserler hâlâ, daha önce tarif ettiğim eski dönem ses şiirine ait üç kategoriye girmektedir:
1- Sözlü geleneğe ait halk edebiyatı
2- Yansıma ve taklitçi şiirler
3- Kendi dillerine eklemelerle yapılmış saçma şiirler”(16)
Ses şiirinin değgin belirlemelerden sonra ses şiirinin ne’liği hakkında şunlar söylenebilir.
“İlk olarak ses şiiri müzik değildir. Tabii ki güçlü bir müzikal yönü vardır. Ancak eğer tipik ses şiiri parçalarını tipik müzik parçalarıyla karşılaştıracak olursak görürüz ki, müzik genel olarak seslerin çıkması vasıtasıyla yer ve zamanın sunumu veya harekete geçirilmesidir. “
Ses şiiri ve somut şiir arasında iç içe geçmiş metinsel ve teknik bir ilişki vardır. Kabaca ifade edecek olursak somut şiir, yazı veya alfabedeki harfleri görsel veya sistematik olarak sunan bir görsel şiir türüdür; görsel şiirse fotoğrafik, çevreyi yansıtıcı ve kavramsaldır. Somut şiir, 50 ve 60’larda yaygın bir fenomen olmuşsa da zaman zaman somut şiirin “canlı” performansının yapılması gereği ortaya çıkıyordu. Şairlerden eserlerini yüksek sesle okumaları istendiğinde, yazılı metinlerini müzikal işaretlerle bir analoji kurarak kullanırlar ve böylece onları işaretli ses şiirlerine dönüştürürlerdi. İşte ses şiiriyle somut şiir arasındaki bağ bu kadar yakındır”(17)
Görsel şiir ve ses şiirinin değerlendirmesinden sonra bir de şu yeni ayrıma da dikkatinizi çekmek isterim; “sanal şiir” ve dahi karşıtı “gerçek şiir”. Burada “sanal”dan kasıt, basılı yayında yer almayıp internet sitelerinde yayımlanan şiirler, hatta belki de işi daha ileri götürüp basılı yayında yer alsa bile sanal ortamda yayımlanan şiirlerdir.
Sanal, “gerçekte yeri olmayıp, zihinde tasarlanan, mevhum, farazi, tahmini (TDK) ” demektir. Peki bu kavram şiire değgin bir özellik değil mi yani bu ayrımın karşılığı olan “gerçek şiir”in içinde de var olan bir özellik değil mi? Oysa “sanal şiir” kavramı bir basitlik, saçmalık simgesi olarak kullanılıyor ve bu bağlamda eleştiriler alıyor.
Teknolojik sunum biçimini, şiirin özündeki değer yargısı gibi kabul ediyorsak bunu geçerli sayabiliriz ancak aksi halde “sanal şiir” şeklinde bir kavramdan değil, olsa olsa bir uygulamadan söz edilebilir. Günümüzde “sanal ve gerçek şiir” ayrımı, amacını aşan bir kullanım ve ayrım biçimidir.
Yeni ayrım denemelerini bırakıp daha eski ve daha mantıklı ayrımlara gelelim ki oradan çok uzaklaşmış değiliz çünkü dünya şiiri uzun zamandır olduğu yerde dönüp duruyor. Tüm bu biçimsel aramaların sebebinin de gerçek ve yeni şiirin yokluğu olarak görebiliriz.
1- Şiir dilindeki somut ve soyut tasnifini “insan” açısından yapabiliriz.
Genellikle “Şair, şiir yazar çünkü esin onu yazmaya iter.” şeklinde bir söylem vardır. Böyle söylemek, şairin neden “şunu” değil de daha çok “bunu” yazdığını açıklamaya yeter mi? Hayır... Kuşkusuz, şairin kafasında düşünceler vardır ama şair aynı zamanda toplum içinde yaşayan bir varlıktır. Görmekteyiz ki ilk etken, şaire kendi özel yaşamını veren toplumdur. İkinci etken, şairin zihninde taşıdığı nesnel hakikatten süzülmüş, derilmiş, sentezlenmiş fikirlerdir.
“Şiiri dinlemekte ya da okumakta olanın, şairin yansıtmak istediği duygu, imge, düşünce ve görüntüleri iyice algılayabilmesi için her şeyden önce, bu şiirdeki sözvarlığını yeterince tanıması gereklidir. Sözvarlığı ve genel kültür eksikliği ile kimi sözcükler ve tamlamalar gereğince tanınıp algılanmadığında şiirin etkisi azalacak hatta yok olacaktır.”(18)
Ahmet Oktay bu durumu sağaltmanın yolunu somut/görsel şiirde buluyor.
“Günümüz şiirinin gelişimi, son kertede, Türk toplumunun somut koşullarına bağlı olacaktır, geçmişinde de olduğu gibi. Bir dil sanatı olan şiir, sanıldığından çok daha fazla ideolojik ve polito-dilseldir. Seçtiği sözcükler ve ürettiği imgeler, şairi istesin istemesin bir yere, bir dünya görüşüne ait kılar.
Şiiri bu kara delik'ten kurtarma yolundaki bir girişim somut şiir’dir. Türkiye'de pek az yandaşı bulunan, dünyadaki etkinliği de hayli azalmış görünen bu şiir, Max Bense'nin sözleriyle, okurla 'iletişimi anlamın anlaşılması yoluyla değil düzenlemenin anlaşılması yoluyla' sağlamayı öngörmektedir.”(19)
Türk şiirinde “soyut şiir” öncülerinden Asaf Hâlet’in şiir anlayışına göre; “bilinçaltı şiirsel depo ise, bilinç ve bilgi bu depodan şiirsel malzemeyi çıkaran ve işleyen ikinci aşamadır denilebilir. Bilinçaltına bağlı olarak izlenimler, bülûğ insiyakları ve ruhsal durumlar da şiirsel kaynağı oluştururlar. Ancak bütün bu kaynaklar; izlenimler, arzular veya duygular şairin o andaki ruhsal durumuyla çerçevelenir, şair böylece o andaki ruhsal durumunu adeta kelimelerle fotoğraflar. İşte bu, şiirdir. Çünkü şiir, nadir ruh anlarının tespitidir. Aslında bir okurun şiiri anlaması da, ancak kendi ruhunun şiirdeki ruh ânıyla çakışmasıyla mümkündür.”(20)
Hiç kuşkusuz şiirin 'ne'liği, 'nasıl'lığı kadar, o şiire bakan kişinin şiir ekini, algısı, deneyleri, yorum gücü de önemlidir. Şiirin soyut ya da somut bir izlenim bırakması, yazarı kadar okuyucuyu da ilgilendirir. Şiir, eğer içinde okuyucusunun ve şairinin ortak tecrübe alanlarını taşıyan niteliklerle donatılmış ise bu şiir “somut şiir”dir diyebiliriz. Bu şairin ve okuyucunun öznellik çakışmasıdır. Ancak bu çakışma okuyucunun dural değil anlık ruh hallerine göre de değişebilen bir durumdur.
2- Şiirde somut ve soyut tasnifleri şiirin içeriğine göre yapılabilir.
Avangard/öncü (avant-garde) şiirler ya da baskın bir şiir akımı bile yıktığı değerlerle beslenmek, geride bıraktığı dil, biçim, yapı özelliklerini kaynak yaparak güçlenmek zorundadır. Şiir tarihi içinde yer alan, çağdan çağa uygulanabilen, kendi öz gerçeğini yitirmeden değişebilen bütün şiirler, canlı, örgensel (organik) bir bütünlük kurarlar. Şiirin somutluğu da önce bu örgensel bütünlüğe bağlılığıyla orantılıdır.
'Örgensel bütünlük' diye betimlediğimiz bu şiir ortamı, dural değildir çünkü sürekli olarak şiirler arası bir savaştan söz açılabilir. Tıpkı canlı varlıklarda olduğu gibi, şiirler de zamanla ya birbirlerini yok ederler, ya düzeltip değerlendirirler. Başka şiirlerin hışmına uğramış bir şiir ya tükenip yerini boşaltır ya da yıllar sonra ötekilere baskın çıkabilir. Bu aynı zamanda bir somutlaşma savaşıdır (kimi dönemlerde soyut diye nitelendirdiğimiz şiirlerin, sonradan somut bir nitelik kazanması gibi) . Bu işlem, bu arınma, bir ozanın kendi şiirleri arasında da olabilir. Örgensel bütünlük adına yapılan ya da yapılacak her türlü işlem, kendiliğinden bir somutlama eylemine geçiştir.
İşte şiirin şiirden soyutlanması, ozanın bu bütünlüğe boş vermesi, şaşırtıcılığa dayalı bir gösteriyle yetinmesi demektir. Eğer şair, okuyucunun tecrübe ve bilgi alanı dışında, yani onun birikiminden farklı bir birikimle şiirini yazmışsa, bu şiirin içeriğinde soyutlama söz konusudur ve ona uygun bir tanımlama yapmak gerekir.
Attila İlhan 1982 yılında yayınlanan bir yazısında şöyle diyor. '... epeydir Türk şairlerinin önemlice bir kısmı, alafrangalık olsun diye, soyut bir şiir geliştiriyorlar. Halk buna alışmamış, alışacağı da yok. Hele bu soyut şiir anlam ve çağrışım yükü sıfıra yakın uydurma kelimelerle yazıldı mı, okura takılabilecek hiçbir kancası olmuyor'. (21)
Edip Cansever, bir röportajda bu konudaki görüşünü “Soyuta varmak, o akımı benimsemek, ozanın yapıtını sunarken araç seçmesidir.” şeklinde dile getirerek, “soyut şiir günümüzün özentisi. Yenilik değil değişiklik. Bir moda daha doğrusu. Dörütte soyutlamayı savunanlar bu eğilime karşı olanları insanın iç dünyasını tanımakla suçluyorlar. Soyut yapıtları yerenlerse ötekilerin gerçekte ilgisizliklerini kınıyorlar. Ben bu denli ayırmaları önemsemiyorum. Şiir yapmak toplumla ilgiler kurmaktır en önce. Usta ozan işi ne yandan ele alırsa alsın sonuca varan adamdır. Soyut şiir yapıyorum diye bilinçaltı saçmalıklarını dökenler de salt dış gerçeklere bağlanıp sanattan yoksun mısralar dizenleri de anlamıyorum ben. Hem işi biraz geniş tutarsak, bütün dörüt yapıtlarının birer soyutlama olduğu sonucunu çıkarabiliriz.” diyor.(22)
Asaf Hâlet, poetik yazılarında sık sık üzerinde durduğu “mücerret/soyut şiir” hakkındaki “Mücerred Şiir” başlıklı yazısında bütünüyle bu konu üzerinde durarak; “Şiiri de “mümkün olduğu kadar bağlardan ayrılmış olan ve mücerret’e yaklaşan bir şey telâkki ediyorum.” diye tanımlar. Bu cümledeki “bağlar” herhâlde somut, dış gerçeklikle ilgili bağlardır. Ona göre saf şiir, soyut şiirden yararlanan ve ona yaklaşan şiir anlayışıdır. Bütün bunlar, onun somut gerçekliği yansıtmayı amaçlayan, öykünmeci bir sanat anlayışına karşı çıktığını gösterir. Ancak soyut şiire ulaşmada belirlediği yön, somuttan soyuta doğrudur.
Bu konuda “İlimde tecrit, teşhis için; şiirde teşhis tecrit içindir.” [5] diyen Necip Fazıl’la aynı düşüncededir. “Şiir bize tıpkı hayatta olduğu gibi müşahhas ile mücerred bir âlem yaratır.” cümlesi soyutlama için somutun asıl malzeme olduğunu bildirir. Sezai Karakoç’un “Sanatçı, modelini önce doğadan koparmalıdır...”[6], “varlıklardan yeni bir varlık, var olanlardan yeni bir var olan” [7] çıkarmalıdır, “şimdi ona yeniden bir can vermek gerekmektedir. Bu, ona, sanatçının ruhundaki soluğu üflemesiyle gerçekleşecektir.”[8] cümleleriyle Asaf Hâlet’in “...tabiattan alınan malzemeyi doğrudan doğruya koymak marifet değil, onun içimizdeki sanatkâr ruhiyle süzüp aldığımız mücerret tarafı şiirdir.” cümleleri iki şairin soyutlama konusunda ne denli benzeştiğine işaret eder. Ancak Çelebi, şiirde soyuta ulaşmak için soyut kelimelerden olabildiğince kaçınmayı gerekli görür. Bu düşüncesini de “şair hiçbir zaman aşktan ve kederden bahsetmediği hâlde bu mefhumları müşahhas kelimelerle çok daha vazıh olarak ifade edebilir. Mesele esasen müşahhas malzeme ile mücerred olan hayali yaşatabilmektir..
Yani mücerred şiir bilâkis mücerred mefhumlu kelimelerden mümkün mertebe soyunmuş olan toplu bir hâlde mücerret bir mânâ anlatan ve bize o ihtisası veren ruh ânının ifadesini taşıyan şiirdir.” cümleleriyle ifade eder. Asaf Hâlet’e göre soyutlamanın en iyi örneklerini, edebiyatımızdaki tekerleme ve masallarda görmek mümkündür.”(e) -(23)
Her ne kadar onu bir ekole bağlamaya çalışanlar olmuşsa da şiirleri göz önüne alındığında Asaf Hâlet’in Türk Edebiyatında, bir ekole bütünüyle bağlanamayan kendine özgü bir şair olduğu söylenebilir. Asaf Hâlet, sanatta bir ekole bağlanmaya karşıdır. Çünkü ekoller aslında bir kişiden kaynaklanır, ondan sonra gelenlerin çoğu aynı yolu izlerken, ekolün kurucusunu taklit etmekten başka bir şey yapmaz. Şair bu düşüncesini “Bence şiir cereyanı diye de bir şey yoktur. Çünkü şiir cereyan ettiği takdirde bir şahıstan öbür şahsa ilânihaye devam eden bir taklit silsilesinden ibaret kalır. Onun için şiirde ekolü bile kabul etmiyorum ki…” cümleleriyle dile getirmiştir. Bu nedenle bir ekolün içinde yer almak, şairin özgünlüğünü yok eder, onu bir taklitçi düzeyine indirir. Gerçek sanatçı bir ekolün sınırlarına sığmaz, bir ekole bağlanmaz; aksine ekolün doğduğu bir kaynaktır.(24)
Girişteki imgelem konusundaki veriler ışığında, şiir dilinin asıl göstermek istediğinin, objektif/nesnel hakikat değil, sübjektif/öznel hakikat olduğunu söyleyebiliriz. Şiir somut ve soyut arasında, değişken bir yol izler. Önce şair, nesnel/somut hakikatle yaşar/beslenir. Objektif varlık ve olaylar, şairin zihninde öznelleşir/soyutlaşır ve aldığı yeni biçimle yani süjenin yeniden ürettiği biçimle söze yansır(somutlaşır) ve okuyucuya ulaşır. Şairin söylediği şey, duyurmak istediği öznel hakikatin aracı olduğu için bu kez okuyucunun zihninde öznelleşir/soyutlaşır. Çıkış noktasından itibaren izlediği somut-soyut-somut-soyut değişimler sonucunda tarihe kalabilmesiyle nesnel hakikate, yani somutluğa dahil oluverir.
Bunca yolu şunu söyleyebilmek için gelmiştim aslında; şiirde öz ve biçim, ulusallık ve evrensellik, somutla soyut, duyusalla düşünsel iç içedir ve birbirinden ayrılamaz. Bir şiir tüm faktörleri komplike/ayrıştırılması zor bir biçimde ve uyumla poetikasında barındırır.
Dipnotlar ve Kaynaklar
1-V.V.Chklovski/Şklovski (Çev. Tahsin Yücel)
2- Maiakovski/Mayakovski, Şiir Nasıl Yazılır?
3- Bachelard, Gaston (Çev.Mehmet Aydınkal) La Poetique de l'espace, sayfa 79/
4/5/6/13/14/15- Dencker, Klaus Peter (çev.Gözde Karabalık) Elektronik Geleceğe Bir Bakışla Somut Şiirden Görsel Şiire
7- AD- Arquitectura e Decoração/Mimarlık ve Dekarasyon Dergisi, Sayı: 20, Kasım-Aralık 1956, São Paulo, Brezilya (Çev.Ege Berensel) Zinhar, no:5 Kış 2005'te yayınlanmıştır
8- Ran, Nazım Hikmet/835 Satır “Rüzgâr kanatlı atlılar gibi geçti hayat 'Salkım Söğüf” cOr, s. 14-15)
9- Pazarkaya, Yüksel/Somut Şiir, Açı Y., İstanbul 1996.
10- Yücel, Can/ Rengahenk 'Naat'
11- Doğan,Yard.Doç Dr.Abide; Demirkan, Eser, “Somut Şiir Üzerine Bir Deneme II”,Türk Dili,Sayı.558,Haziran 1998,s.534-545
12- Yavuz, Hilmi/Türk Dili “Ünlem”(şiir) Sayı,45-1982, s.58
16/17- Higgins, Dick (Çev. Gözde Karabalık) “Ses Şiiri Kategorileri”
18- Aksan, Prof.Dr.Doğan/Şiir Dili ve Türk Şiir Dili, sf:27
19- Oktay, Ahmet “Cumhuriyet Dönemi Türk Şiirine Bir Bakış” Gösteri Dergisi Kasım-Aralık 1998
20/24- Karaca, Yard. Doç. Dr. Alâattin /Asaf Halet Çelebi’ye Göre Şiir
21-Sombahar, No. 23, Mayıs-Haziran, 1994
22- Öz, Erdal “edip canseverle konuştum” A dergisi 1.kasım.1956
23- Karaca, Yard. Doç. Dr. Alâattin/ Asaf Halet Çelebi’ye Göre Şiir
(a) Kısakürek, Necip Fazıl/ Çile, İst. 1981, s. 447.
(b) Karakoç, Sezai/ Edebiyat Yazıları I, İst. 1988, s. 10.
(c) Karakoç, a.g.e., s. 11.
(d) Karakoç, a.g.e., s. 10.
(e) Okay, Orhan/ Şiir Sanatı Dersleri, Erzurum 1992, s.35.
Yararlanılan diğer kaynaklar
1- Aklan, Erdoğan/Şiir Sanatı
2- Aksan, Prof.Dr.Doğan/Şiir Dili ve Türk Şiir Dili
3- Hançerlioğlu, Orhan/Felsefe Sözlüğü-
Filiz Bedük - Aralık / 2005
(Mortaka Dergi'de yayınlanmıştır / 2006)
Dipnot: Biçimsel açıdan birebir metni geçirebilme yetisinde olmadığım için, şiirini kullandığım şairlerden özür dilerim...