Şiirin bahçesinde bu kez sevgili İlayda Gül’ü ağırlıyoruz. Şiirleri ve yazlarıyla edebiyat bahçesinde filizlenen İlayda Gül ile edebiyata dair güzel bir sohbet gerçekleştirdik.

 



Sevgili İlayda, bahçemize hoş geldin. Seni bahçemizde ağırlamak çok güzel bizim için. Edebiyatın sokaklarında gezmeye başlamadan önce okurlarımız için biraz kendini anlatır mısın?

 

Öncelikle nazik davetiniz için teşekkür ederim, edebiyatla iç içe olan insanlarla bir arada olmak çok kıymetli. Kısaca İlayda ben, edebiyattan lise çağlarından itibaren kopamamış bir avukatım. Yazmasam var olamazdım, kendimi de var edemezdim muhtemelen. O yüzden kendimi bildim bileli kalemle, üretmekle içli dışlı oldum. Haliyle sürekli bir şeyler üretmeye çalışıyor, yazmak ve gelişmek üzerine kafa yormaktan keyif alıyorum. Bir noktada okurlara da aynı keyfi yaşatmayı amaçlıyorum diyebilirim.

 



Üretmek, karanlığın ortasında bir ışık olma çabasıdır. Bunun bilinci ile hareket edenlerin ortaya koyduğu eserlerle toplumların gelişimine omuz verilmiştir. Üretmek ve ışık olmak sende nasıl bir anlam ifade ediyor?


Tek dizeyle bile bir insanda bazı hisleri uyandırabiliyor olmak, bazı sınırları ellerimizle birkaç satır vasıtasıyla açabilmek çok değerli. Herkesin karanlığı kendine özgü ama bu biraz da okuyucunun o ışığı kendisinde nereye koymak istediğiyle alakalı. Dolayısıyla her üretim amacı kişiye ışık tutmasa da muhakkak karşıdaki kişide bir yerlere dokunacak ve bir noktada ona ulaşacaktır.

 

 

 

“sevmeden dokunmayacağız

sevmeden kırılmayacağız”

 

Şiirlerinde sevgiye büyük bir inanç var. Bütün yaşanmışlıklara rağmen sevgiye olan inancını kaybetmiyorsun. Yüreğinde taşıdığın sevgi, şiirlerini de güzelleştiriyor. Sevgiye duyduğun inancın üzerine sohbet edelim.


Sevgiyi tüm değerlerin üzerinde tutmak gibi bir huyum var. Sayesinde güzelleşmeyecek bir olgu olduğunu düşünmüyorum. Her şeyin başında ve sonunda sevgi var. Sadece onu nasıl beslediğimiz önem taşıyor. Dilerim çok da geç olmadan, gündelik yaşamın koşturmacasında aslında bizden öncekilerin de söylediği gibi bizi kurtaracak olan asıl şeyin sevgi olduğunu kavrayabiliriz.

 



Yaşamın temelinde kişinin ilk önce kendi için atacağı adımların ve göstereceği çabanın üzerinde duruyorsun. Kendimiz için var olmak için atılan adımlar yaşamımızı nasıl şekillendiriyor?

 

Biri sizi arkadan ne kadar iterse itsin, atacağınız adım hep size aittir. Siz istemedikçe “siz” olma gibi bir lüksünüz yok. Kendinizi içsel olarak var etmek için bir adımı bile inşa etmeniz gerekiyor. Doğduğumuzda yalnızca bedenimiz var oluyor ama esasında kendi benliğimizi yaratabilmek asıl mesele. Vakti geldiğinde de tüm tutkusuyla o çaba kendisini gösteriyor zaten. Size de sadece o birkaç adımı atmak kalıyor.

 



Sevgili İlayda, aynı zamanda bir avukatsın. Edebiyat ve hukuk gerçeği dile getirme konusunda iki önemli alan. Ne kadar uzak görünse de aslında çok yakınlar. Edebiyat ve hukukun yakınlığı için neler düşünüyorsun?

 

Aslında bambaşkalarmış gibi dursalar da, insana gerçekten dokunmaları gibi ortak bir pencereleri var. Her ikisinde de bir başkasının derdini üstlenmek zorundasın ki yazabilesin. Zira işin sonunda ve bir şiiri bitirdiğinde hissettiğin duygu çok benzer. Bu yönden baktığınızda ikisinin de varlığı daha bir anlam kazanıyor ve daha sıkı sarılıyorsunuz.

 



“Hiçbir şarkıya ya da hiç kimseye ait olmayan sesler..”


 Biraz yalnızlık biraz da arayışı içeren bu dizeni konuşmak istiyorum. Yalnızlığımız bazen de bir arayışı doğuruyor. Bir el bir kapı ya da bir ses çok önemli oluyor. Bu dizenin bize nasıl seslendiğini bir de senden dinleyelim.

 

Bir önceki dizesinde şöyle demiştim “bazen içimizdeki duvarlardan kaçıp yırtılmış ışık huzmelerinin arasından geçmeye çalışırdık ve sesler duyardık” bizden bağımsız olarak var olan, aradığımızı bulmaya çalıştığımız zamanlara yazdığım bir dizeydi. Bazen yalnızlık o arayışı siz istemeden, sizden kopuk bir şekilde doğuruyor. Anlamlandıramayışlarımız da eşlik ediyor buna, biz sadece seyircisi olabiliyoruz çoğu zaman.

 

 

“Güzel şeyler nasıl sevilir unutmuşum

Çirkin şeylerin nasıl sevildiğini unuttuğum gibi”


Değer, bu çağda hiçbir zaman hak edenle bütünleşemiyor. Buna karşı bir sitem olduğunu görüyoruz şiirlerinde. Bize neler söylemek istersin bu konuda?


Bu artık negatif yönde gelişen dünya düzeninden, her şeye kolay ulaşıp hızlı tüketmemizden kaynaklanıyor biraz. Her şeyin bir yenisi mevcutmuş ve biz istediğimiz her an o şey her neyse ona ulaşabilirmişiz hissinden dolayı. Bu noktada sitem etmek de yetmiyor tabii, el birliğiyle yaratılmış bir çürüme var hislere ve değerlere dair.

 


Sevgili İlayda, bahçemiz misafir olan bütün şairlerimizden umudumuzu yeşertecek bir dize paylaşmasını istiyoruz. Bizimle hangi dizeyi paylaşmak istersin?


Aklıma hemen altını kırmızı kalemle çizdiğim şu dize geldi Şükrü Erbaş’tan

“Umudun umutsuzluktan ağır yükü adına”