Ne istediğini, ne hissettiğini, ne düşündüğünü bilmez ve çoğunlukla bu düşünceyi geçiştirir bir haldeyim. Çünkü didikleyip cevap bulmak isteyeceğim şeyler değiller. Dünyaya, yakın çevreme ve beni gelecekte bekleyen olaylara bakınca gittikçe uzaklaşıyorum yaşamdan. Kimi zaman geçici, güzel anların büyüsüne kapılıp yaşanmaya değer bir hayatın var masalının içinde buluyorum kendimi; şükretmem gereken ayrıcalıklarım da bunu söyletiyor bana. Fakat bu düşünce biraz kandırmaca ve bencillik olarak gelmeye başladı. Özellikle de son zamanlarda gündemimizi kaplayan katliamlar, dünyada olup biten ve insanlığı da bitiren olaylar karşısında. Sonra diyorum ki; kötümser bir insana mı dönüşüyorum acaba... Acaba dünya güzellikler ve kötülükler üzerine kurulu ve insanlar istedikleri manzaraya mı açıyor penceresini? Yoksa ben de mi öyle yapmalıyım, doğrusu bu mu? Hayır! Ben tam da bu durumdan rahatsız oluyorum. Kör taklidinin yapılmadığı ve pencerelerin kapanmadığı bir dünya hayali ve her gün bu hayalin imkansızlığını izlemek dünyadan tat almamı engelliyor. En sonunda da bu iç hesaplaşmanın ardından hızla dönen çarkta yaşamaya devam ediyoruz. N'aparsın insanoğluyuz, doğamızda var gücümüzün yetmediği yerde alışmaya başlamak. Acısını unutmayan ama alışan cenaze evi misali...