Murat dehşet içinde kalakalmıştı. Götünden nefes almak ve burnundan vermek arasında zor bir seçime maruz kaldığı için okkalı bir küfür saldı. Yanından geçiyor olsaydınız büyük ihtimalle sarımsaklı bir mantı tadı alabilirdiniz küfürlerinden. Yaratıcı bir küfürdü hani. İnsanın, hey, tekrar söylesene. Çok cool be diyeceği bir küfür. Ama Murat sanatıyla ilgilenmiyordu. Ağzı açık, yemek artıkları ve pis masaya bakıyordu. Diğer garsonlar birkaç kuruş bahşiş kazanmak için hokkabaz soslu yalakalık yeteneklerini sergilerken kimse olanları görmüyordu.
Kadının teki gözünün önünde çocuğunu doğurup masaya bırakarak gitmişti. Hani giderken Nil Nehri gibi kan akan bacaklarını sallayarak yol almıştı. Fayanslar kan içindeydi. Hay sokayım diye düşündü Murat, kesin paspası bana kitlerler.
Bebek birden ağladı, birden sustu ve Murat’a bir el hareketi çekti. İşte Murat orada sövme işine büründü. Şaşkındı, sinirliydi ve daha çok sinirliydi. Devletin restoranlarda bebek doğurmaması gerektiğine dair bir ceza kitlemesi lazımdı bu karılara. Ne öyle istediği yerde çocuk fışkırtmak. Dünya ne hale dönmüştü.
“Bakar mısın?” dedi yeni doğmuş bebek. Üstü başı kan içindeydi. Masadaki bir peçeteyi alıp yüzünü falan sildi. En sonunda götünün arasına sokarak bir güzel sildi ve masaya fırlattı. Tabii efendim, bendeniz hizmetçin temizler, masaya da işeseydin.
“Bir kayseri mantısı istiyorum, ama önden soğuk ayranınızı isterim.” Hele küçük piçe bak. Üstünde deriden başka bir bok olmamasına rağmen sipariş veriyordu. Ses tonuna ne demeli. İngiltere’de çay partisi veren burjuvalılar gibi, dik ve burnu havada ses tonu yok mu?
Tam suratına yumruk atmalık diye düşündü Murat. Hele o cadaloz karı, başına dert açıp gitmişti. Şerefsizin ayartı, balmumundan yapılmış ayılarının hoplattığı kapçık ağızlı diye söverek bebeğin isteklerini iletmeye gitti mutfağa.
“Hey, bebeğin sipariş verdiğine inana biliyor musun,” dedi Murat, diğer garsona.
“Bu ne ki, geçen uzaylının teki gelmişti. Mala Çerkez mantısı verdik, yemesiyle kusması bir oldu. Bir de ne yaptı şerefsiz biliyor musun? Gidip google dan bizi şikâyet etmiş,” dedi diğer garson.
“Vay şerefsize bak,” dedi Murat.
Murat bebeğin hazırlanmış yemeğini servis etmeden önce masasını sildi. Bebeğin götünü sildiği peçeteyi tiksinerek çöpe attı ve yemeğini önüne dizdi. Olacakları merak ediyordu. Daha yeni var olmuş bebeğin nasıl yemek yiyeceğini cidden merak ediyordu.
Ve bir okkalı küfür daha etti. Bebeğin mantıyı ağzına götürmesi ve yemesi bir oldu. O kadar hızlıydı ki Murat merağını dindiremedi. Gözlerde miyop olunca gördüğü tek şey yirmi beşinci karede saklanmış çiftleşen insanlar oldu. Bir şey ister bahanesi ile yanına yaklaşıp, daha yakından görmek için bebeğin yanına gittiğinde masanın silip süpürüldüğünü gördü. Evet, bu ikinci kez götten nefes alma sesi.
Bebek, peçeteyi aldı ve ağzını silip sandalyeden sarkılarak indi. Murat’ın gördüğü manzara Everest dağından gururla inen bir dağcının cabasıydı. Bebeğe yardım etmek istedi ama bir yandan da fena iğrendi. Hala üzerinde kan vardı ve bazı yerlerinde kurumuştu.
Bebek gururlu ve dik bir şekilde yürüyerek Murat’ın karşısında dikildi.
“Hesap lütfen.”
“Hemen… hemen… beni takip edin,” kasaya doğru bebeğe eşlik ederken kafasını çevirip bebeğe baktı. Gururlu yüzü masum bir ifadeye bürünmüş ama dikkatli baktığınızda karınızı bir yere saklama isteği doğuracak cinsten tehditkâr.
“Borcunuz. 375tl”
“Ooo ucuzmuş.”
“Evet, yemeklerimiz ucuzdur,” diyen murat, on saat çalışmanın bedelini, yüz elli TL olduğu gerçeği tepesini artırdı. Ama daha çok merak ettiği şey, bebeğin bu çıplak vücudunda parayı nereye sakladığı idi. Dahası parayı nereden bulduğu… Of, kafasında tepinen bir sürü soruyla bebeğe baktı.
Ve gözünü kırpıp açtığında yirmi santimlik velettin, yukarı doğru para uzattığını gördü.
“Üstü kalsın.”
Ve bebek çıkışa doğru yürüdü. Yoruldu. Biraz emekledi ve birkaç dakika çabalamanın ardından ayağa kalkıp kapıya vardı.
“Gördüğün gibi ben bir bebeğim ve şu boktan kapıyı açar mısınız?”
“Hemen, elbette.”
Murat kapıyı açtı ve bebek paytak yürüyüşleri ile pipisini sallayarak gözden kayboldu.
Gözünü devirdiğinde elinde baya para gördü.
Hesaptan çok ama çok daha fazlası. Tam sevinçle çığlık atacakken. Kapıdan içeri biri girdi.
“Merhaba efendim. Boş masanız var mı?”
Bu cümlelerin sahibi, takım elbise giymiş, ağzında puro tüttüren iki metrelik bir gorildi.
Murat sırıtarak “Elbette efendim,” dedi.