“Kim giriyor cennete? Kendinden verdikçe verip, bir dirhem kalmayanlar mı? Kimdir iyi olan? Başını yastığa her koyduğunda bir cinayet işleyip kalabalığın arasında şifacı kılınanlar mı? Bilirim ki Tanrı en çok ona öfkelenenleri sever.”

 

"Sizin bu yaptığınız etiğe aykırıdır doktor. Dünyaya son tavrımı koyup defolup gidecektim, gideyazdım. Çıkacağım batağa beni tekrar ittiğinden öpüyor ve kutluyor bu insanlar seni. Ben sana kırgınım doktor. Ne dünya beni seviyor ne ben dünyayı. Annem bile bana öfkesinden kırıyor eşyaları. Bir dostum var, elinde olsa yapışır yakama ve ‘Yetti canıma okuduğun!’ diye haykırır nefretle. Kedime ihanet ettim ben, biliyor musun? Kedim bana kırgın.


İçine dahil edildiğim ama asla ait olmadığım çok parti var doktor. Her partinin köşesine çekilip duvar kirişlerini seyrettim ben; tek başıma bir ormanda kaybolmayı hayal ettim. Camdan bakmama izin verdiler, kapıdan çıkarmadılar beni. Keşke görmeseydim; keşke doğduğumdan bu yana duvarlarla çevrili olsaydı da etrafım, şimdiye kadar hiç alamadığım bahar havasının hasretiyle yanmasaydım doktor.


Şimdi beni uyandırdığını sanıyorsun ama ben zaten uyanıktım. Öyle uyanıktım ki bilincim ağrıdı ve rüyalara dalmak uğruna uzandım, sizin yasakladığınız düşlere. Bu dünya çok telaş halinde doktor ve ben burada kaldıkça korkunun kendisine dönüşüyorum.


Uyuşmaktan kayboldu bacaklarım, ellerim karıncalanıp duruyor ve sen benden hayallerimi tutup yıldızlara koşmamı istiyorsun doktor. Çayır çimenime diktikleri dar kapılarından geçerken kanatlarım kırıldı benim ve kanatsız bir güvercinken yirmi sene sene süründüm asfaltlarında. Yirmi bir senenin hatırı sayılır kısmında güvercin olduğumu bilmeden süründüm yılanlar gibi; yılan olduğumu sandım doktor. Uçmalıydım ben.


Bana girmemem gereken yolları gösterdiler. O yolların ne denli çirkin olduğundan dem vurdular. Şimdi hepsi o yolların sonunda sefa sürerken, ben bu ayrımda ayrıldıkça ayrıldım kendimden. Bedenimin içine sıkışmış sis bulutuna ruh diyorum ancak bu bulut ne denli karanlık, tahmin etmeni beklemiyorum.


Şimdi sana teşekkür mü etmeliyim doktor? Öldürmediğin ama can çekişmem için biraz daha zaman tanıdığın için minnetlerimi mi sunmalıyım sana? Aylar sonra gülümseyerek mi hatırlayacağım seni? Üzgünüm doktor, yaşamım damarlarımda akan kandan veya artık hızına yetişemeden atan kalbimden ibaret değil. Onları canlandırarak beni döndüremezsin hayata. Ben öldüm doktor.


Benim de payım var kendi katlimde, kendi çapımda ve kendi kafamda. Koca bir pay; ölüm fermanımı damgalarken kağıdın bana 'Hayır!' demesini bekleyecek kadar.


Farkındayım; sana biraz haksızlık ettim doktor. Aslında teşekkür de ederdim ama kahrolası bir gururum var. Nefret edermiş gibi davranacağım senden; oysaki uyanır uyanmaz içtiğim sütlü kahvenin lezzetinde, uzun yoldan dönüp aldığım ılık duşta, başını okşadığım kedinin arsız sürtünmelerinde, sevgilimin tenine her temasımda, kendinden koparılan çocuğun özünü uyandırdığımda, nefrete dönüp kaş çattığımda ve kalemimi oynatma lütfunu sunan her acımda; hep, hep, hep anımsayacağım seni ve teşekkür edeceğim dolu dolu.

Sana sarılabilir miyim doktor?”


Fotoğraf: @briscoepark