Burası çok sıcak. Vücudum yanıyor. Benimle beraber on iki kişi var. Hepsini vurmak, bir otomatik silahla kafalarını patlatıp beyinlerini duvarlara akıtmak istiyorum. Nedenini soruyorlar bana. Yüzlerine bakıp, ''Sizden tiksiniyorum. Zihnimi zımparaladınız, beni körelttiniz, yeteneklerimi ve umutlarımı yok ettiniz!'' diye bağırıyorum. Özür diliyorlar kan çanağına dönmüş gözlerime bakıp, ağlıyorlar, yalvarıyorlar. ''Beni kimse öldüremez, sizin dışınızda. Siz benden de tehlikelisiniz, sizin ürememeniz gerek!'' Yanıbaşımda bir silah görüyorum, kırk beş kalibre. Tek elimle kavrıyorum kabzasını; ve parçalamaya başlıyorum. Odadaki herkesin alnını yarmaya başlıyorum. İçimde parçalanmış ne varsa yok etmeye hazırım. Üç kişi kalıyor geriye. Dört köşeye üç et yığını. Gözlerindeki korkuları görüyorum. Stresten sırılsıklam olmuş avuç içlerini öpüyorum buruk bir gülümsemeyle. ''Beni siz öldürdünüz.'' diyorum son kez; ve son kalan üç kişiyi de vuruyorum. On bir ceset... On ikinciye hazırlıyorum silahımı. Bir damla yaş akıyor sağ gözümden, tebessüm ediyorum. Yaşlar çoğalıp okyanus oluyor, hıçkırıklarımda boğuluyorum. Yerdeki kan göllerine bakıyorum; ''Beynimi törpülediniz, ayaklarınızın altına alıp üstümde tepindiniz!''

Silahı sol şakağıma dayayıp gözlerimi kapatıyorum. Yavaş yavaş üçten geriye sayıyorum. Bire geldiğimde gözlerim açılıyor evrene, her şey eskiye dönüyor. Duvarlardaki kanlar temizleniyor, öldürdüğüm insanlar diriliyor. Daha çok ağlıyorum. Ağladıkça yeryüzünden pıhtılaşmış kanlar yükseliyor, boğuluyorum.