Aylardır başka renk görmedim. Gözlerimin mavi renk olduğunu hatırlıyorum ama yansımama baktığımda maviyi göremiyorum. Artık rüyalarım bile bu üç renkten ibaret, diğer renkler kısa bir zaman önce rüyalarımdan çekip gittiler. Rüyalarımda genellikle öldüğümü görüyorum ama bu hiç kötü değil, benim için bir lütuf, uyanmaksa kâbusun ta kendisi. Ölümü bu kadar arzularken bile ölemiyorum, yaşam hep bir şekilde galip geliyor. Bütün gün süren top atışları, çatışmalar, açlık, hastalık ve daha nice şey henüz canımı alabilmiş değil. Bu sabah ölüme oldukça yaklaşmıştım, bir havan topu mermisi gizlendiğim binanın tam üzerine düştü. Kulaklarımı sağır eden bir patlamayla birlikte çatı, yattığım yerin üzerine çöktü, enkazdan küçük sıyrıklarla çıktım. Hala ölebilmiş değilim, beni bu dünyaya bağlayan bir şey var ama ne olduğunu bilmiyorum.


Konservelerim bitmek üzere, geçen hafta beş adet konserveyi katledilmiş bir ailenin evinde bulmuştum. Çocukların ölü bedenleri konservelerin üstünde yatıyordu, biraz sonra öleceklerinden habersiz bir şekilde kalan son yiyeceklerini korumaya çalışıyor olmalıydılar herhalde. Çocukların bedenleri konserveleri gizlemiş olmalı ki bunca talandan sonra onları sağlam bir şekilde bulabildim. Tatları her zamanki gibi berbat, zaten önemli olan da tatları değil. Tatları güzel olsaydı bile bunun farkına varabileceğimi zannetmiyorum, renkler gibi tatlar ve kokular da beni terk etti. Hissettiğim her şey siyah, gri ya da kırmızı. Katledilmiş aileyi ilk gördüğümdeki gibi, bir gram üzüntü ya da korku hissetmedim. Hatta onlar adına sevinmiş bile olabilirim, ölümün huzurlu kollarına benden önce kavuştular.


Günleri saymayı bırakalı çok oldu, hangi ayda ya da hangi mevsimde olduğumuzu bile tam olarak bilmiyorum. Tek bildiğim şey havanın soğuk olduğu ve gökyüzündeki gri bulutların hiçbir zaman kaybolmadığı. Hiçbir insanla konuşmayalı haftalar oluyor, bazen çığlıklar duyuyorum. Genelde askerlerin kaba konuşmaları, duyduğum nadir insan seslerinden oluyor. En son, iki gün önceydi sanırım, bir kadının ağlayarak yalvarmasını duymuştum. Ardından gelen iki el silah sesinden beri hiçbir insan sesi duymadım. Yıkıntılar arasında fareler gibi dolaşan insanları daha sık görüyorum, yakında öyle bir insana dönüşeceğimi hissediyorum. ‘’Hayatta kalmaya çalışan bir fare."

Kimseyle konuşmuyorum, en son birisiyle yakınlaştığımda elimdeki tüm yiyeceği çalıp beni sefil bir şekilde bırakmıştı. Ona kızmadım, hiç kimseye kızmadım. Hatta artık hiçbir şey hakkında hiçbir duygu beslemiyorum, gerçek olan üç şey var ölüm, yaşam ve bunların arasındaki bağ. Benim bağım oldukça inceldi, kopmaya yaklaştığının farkındayım ama hala tam olarak kopabilmiş değil. Bu yüzden bugün de sıradan bir canlı gibi beslenip hayatta kalmaya çalışacağım. Kendimle konuşmaya başlayalı çok olmadı. Beni kendimden daha iyi kim anlayabilir ki zaten. İnsan olduğumu unutmama engel olan son şey kendimle konuşmaya başlamam oldu.


Az önce penceremden, karşıdaki yarı harabe evin içinde bir kadının hareket ettiğini gördüm. İnsanların çoğundan farklıydı, henüz fareye dönüşmemişti. Kadını tam olarak izleyemedim, yoldan geçen bir askeri konvoy yüzünden saklanmam gerekti. Havan topunun eve düşmesinden sonra arka tarafta molozların oluşturduğu küçük bir mağara vardı. Tank paletlerinin seslerini duyar duymaz oraya saklandım. Yolu görmemi sağlayan küçük bir açıklık bile vardı, konvoy geçtikten sonra kadını gördüğüm binaya gittim. Kadının boynunda kırmızı bir atkı görmüştüm, dikkatimi çeken asıl şey buydu. Aylardır gördüğüm diğer kırmızılar gibi değildi. Hayır çok daha güzeldi bu kırmızı, bedenlerden akan kan gibi soluk ve ıssız değildi. Bu kırmızıda başka bir şey vardı, hayat mı desem yoksa sadece bir canlılık mı desem bilmiyorum.


Yolun karşısına eğilerek hızlı bir şekilde geçtim. Artık, sürekli eğilerek hareket etmekten kamburum çıkmıştı. Yarısı çökmüş binanın içine girdikten sonra alçak sesli bir ağlama duymaya başladım. Sesi takip ettim, ses beni bir gardırobun önüne kadar götürdü. Ağlama sesini şimdi biraz daha net bir şekilde duyuyordum, kadın gardırobun içinde olmalı diye düşündüm. Üst kısmında birkaç adet kurşun deliği bulunan tahta gardırobun kapağını yavaşça açtım. Kadının henüz yüzünü bile göremeden, kadını üstüme atlamış bir şekilde buldum. Bıçağını boğazıma dayamıştı ve beni öldürmeye çalışıyordu. Son gücümle onu durdurmaya çalışıyordum ama güçten düşmüştüm. Dayanacak mecalim kalmamıştı ki kadın bıçağı boğazımdan çekti ve üstümden kalktı. Beni askerlerden birisi sandığını söyledi ve ruhsuz bir ses tonuyla özür diledi. Özür umurumda değildi zaten, gözlerim kırmızı atkıyı arıyordu ama bulamıyordu. Kadına atkın nerede diye sordum telaşlı bir şekilde. Aylar sonra hissettiğim ilk duygu telaş olmuştu. Kadın daha birkaç saniye önce ağlamıyormuş gibi duygusuz ve sert birisi kesilmişti. Kaba bir şekilde sana ne bundan diyerek beni tersledi, "Ayrıca sen atkım olduğunu nereden biliyorsun? Ne zamandır beni gözetliyorsun cevap ver yoksa inan bana, boğazını kesmeme engel olacak hiçbir şey yok!" diyerek beni tehdit etti. Onu daha az önce gördüğümü ve gördüğümden andan itibaren kırmızı atkının aklımdan çıkmadığını söyledim, kendimi inandırmak için her şeyi en ince ayrıntısına kadar anlattım. Tek isteğim o atkıydı, onu daha yakından görebilmek. Kadın atkıya olan takıntımı başta garipsemiş olsa da söylediklerime inandı. Bana güvenmediğini oldukça net bir şekilde görebiliyordum, bıçağını hala elinden bırakmamıştı. Atkıyı bana göstermesi karşılığında onunla yiyeceğimi paylaşmayı teklif ettim, bir lokma yiyecek için insanların katledildiği bu zamanlarda teklifim geri çevrilemeyecek kadar cazipti. Kadın, atkının artık onda olmadığını konvoyun geçişi esnasında onu kaybettiğini, üzüntüsünü belli etmemeye çalışarak bana anlattı. Atkının artık onda olmadığını duyduğum an uzun zamandır hissetmediğim bir duyguyu tekrar hissettim, sanki sevdiğim birisini kaybetmiş kadar üzgündüm. Gözlerim dolmaya başlamıştı, neler olduğunu anlamıyordum. Uzun zamandır ağlamamıştım ve bunun nasıl bir his olduğunu bile unutmuştum, hayatımda bir kez kısa süreliğine gördüğüm bir atkıyı tekrar göremeyeceğim için sessiz bir şekilde ağlıyordum. Kadın bana bir ucubeymişim gibi bakıyordu ama bakışlarının derinliklerinde ortak bir duyguyu paylaştığımızı görüyordum.


Halime acımış olsa gerek, bana atkı hakkında birkaç şey daha anlatmaya karar vermişti. Savaştan önce, şehir henüz yerle bir olmamışken annesi ona bu atkıyı örmüş. O zamanlar atkı takmaktan pek haz etmediği için dolabının bir köşesinde öylece duruyormuş. Savaş başladığında ailesi birçok insanın yaptığı gibi şehri terk etme kararı almış, şehirden kaçmaya çalışan insan kalabalığının arasında oldukça yavaş ilerliyorlarmış. Uçakların kalabalığa yaylım ateşi açmasıyla paniğe kapılan insanlar büyük bir izdiham yaratmış ve ailesinden o esnada kopmuş. Ailesini ararken yere düşmüş ve insanların ayakları altında ezilerek bayılmış, o zamandan bu yana benim gibi bir yerden bir yere geçerek şehirde hayatta kalmaya çalışıyormuş. Kırmızı atkı ona ailesini hatırlatan son şey olduğundan değeri çok yüksekmiş onun için. Şimdi atkıyı kaybetmiş olmanın acısıyla benden farksız bir durumda.


Kadının hikayesi birçok insanın hikayesinden farksızdı, anlattıkları bende bir etki yaratmadı. Kadına atkısını bulmasında yardım edeceğimi söyledim, karşılığında tek istediğim şey atkıya bir süreliğine sahip olmaktı. Teklifimi istemeyerek de olsa kabul etti, atkıya olan takıntım kadının üzerinde sağlıklı bir izlenim bırakmamı engellemişti. Kadının benim hakkında ne düşündüğü, ne hissettiği ilgimi çekmiyordu. Kadına isterse, benim saklanıyor olduğum karşıdaki binaya gidip, konservelerimden yiyebileceğini söyledim, etrafta kimse yokken işime daha iyi odaklanabilirdim. Eğer biri atkıyı almadıysa bu binanın içinde bir yerlerde olması gerekiyordu hala. Yola bakan odadan aramaya başladım, etraf enkazlarla doluydu her bir taşın altına kadar baktım ama bu evde olmadığı belliydi. Bu yol üstündeki bütün blokları aramayı kafama koymuştum, yıkıntıların arasında bir atkıyı aramak oldukça zor bir işti. Birkaç kez inşaat demirleri ellerimde küçük sıyrıklar oluşturdu, bir ara neredeyse düşüp bileğimi kıracaktım. Şu an aklımda tek bir şey vardı ve bunun için her şeyi göze alabilirdim. Saatlerce aramama rağmen bir sonuç elde edememiştim, arka bloklardaki evlere de bakma kararı aldım. İki katlı küçük bir evin, çökmüş verandasından içeriye girdim. İki kişinin seslerini duyuyordum, içlerinden birisi çocuk sesiydi. Sesler üst kattan geliyordu, evin tahta merdivenleri yarı yıkıktı ama üst kata buradan çıkmak mümkündü. Yukarı kata çıkmaya çalışırken çok fazla ses çıkarttığımı fark ettim, geldiğimi fark etmiş olmalıydılar. Üst katta gördüğüm ilk odaya girdim, odada bir beşik ve küçük tahta bir komodinden başka bir şey yoktu. Bu odadan çıkıp başka bir kapıyı açtım, burası oldukça küçük bir tuvaletti ve yeri kırık ayna parçalarıyla kaplıydı. Burada da kimse yoktu, kattaki son odanın kapısından içeri girdim, gördüğüm ilk şey elinde kalın bir tahta parçasıyla bana bakan, çocuğu arkasına saklamış bir kadın oldu. Kadın bana tehditkar ve şüpheli gözlerle bakıyordu, üzerimde asker üniforması görmemesiyle küçük bir rahatlama yaşadığını hissetmiştim. Kadının arkasında saklanan yedi-sekiz yaşlarında bir erkek çocuğu vardı. Çocuğun boynunda aradığım şeyi, kırmızı atkıyı gördüm.


Ağzımdan çıkan ilk cümle; o atkıyı nereden buldun, onu benim alam gerekiyor, oldu. Konuya bodoslama bir şekilde girmiştim çünkü oldukça sabırsız bir şekilde atkıya ulaşmak istiyordum. Cümlelerimi söylerken ileri doğru attığım bir adım sonucu kadın bana uzak durmamı yoksa kötü olacağını söyledi. Sesinden oldukça ciddi olduğunu anlamıştım, arkasında duran çocuğa oldukça değer verdiği belliydi. Önce bir adım geri çekildim sonra kadına tek istediğim şeyin atkı olduğunu, onu alır almaz buradan gideceğimi söyledim. İki elimi de açık bir şekilde onlara doğru gösteriyordum, lisede aldığım bir derste bu hareketin insanlara güven verdiğini öğrenmiştim. Kadın daha az tehditkar bir şekilde atkıya ihtiyaç duyduklarını çünkü çocuğun üşüdüğünü söyledi. Onu birkaç parça molozun arasında bulduğunu, bu yüzden şu an onlara ait olduğunu belirtti. Bense ne pahasına olursa olsun atkıyı almayı kafama koymuştum, kadının bana sunacağı hiçbir bahanenin önemi yoktu. Birkaç dakika boyunca kadını atkıyı bana vermesi için ikna etmeye çalıştım. Kadın söylediklerimin hepsini kulak arkası ediyordu ve bana sürekli daha önemli olduğunu düşündüğü bahaneler sunuyordu. Az olan sabrım da tükenmek üzereydi, buradan o atkıyı almadan gitmeyeceğim kesindi. Artık düzgün bir şekilde konuşmayı bırakmıştım ve tehditler savurmaya başlamıştım. Beden dilim de artık masumane değil, oldukça saldırgandı. Onları korkutmaya başladığımı seziyordum ama buna rağmen kadın, atkıyı vermemekte ısrarcıydı. Kısa bir sürede daha tehdit savurmanın arkasından kan adeta beynime sıçradı. Kadının üzerinde bir hışımla yürüdüm, elindeki büyük odun parçasını üzerime doğru salladı. Kendimden beklemediğim bir refleksle odun parçasında kaçındım ve kadının üzerinde çullandım. Küçük çocuk korkudan çığlıklar atarak ağlamaya başlamıştı ama ben sağır olmuş bir şekilde bunları duymuyordum, gözlerim kararmıştı ve her şey çok kısa bir süre içinde olup bitmişti. Kadın bilinci kapalı bir şekilde yerde yatıyordu, onu öldürmüş müydüm, bilmiyorum. Çocuk beni görmezden gelerek yerde yatan kadının üstüne kapandı. Bir yandan kadının bilinçsiz bedenine sarılıp güçsüz kollarıyla onu ayağa kaldırmaya çalışıyordu bir yandan da hıçkırarak ağlıyordu. Atkı hala çocuğunun boynundaydı, sert bir şekilde atkıyı çocuğunun boynundan çıkarıp aldım. Sert bir şekilde bunu yapmak istememiştim ama sanki o an bedenimi ben kontrol etmiyordum. Atkıya dokunduğum andan itibaren tüm vücudumu tarif edemediğim bir his kapladı. Bu kadar uzun zaman sonra hissediyordum, koku alıyordum ve renkleri görebiliyordum. Sanki savaşın ortasındaki yıkık bir şehirde değildim, mahrum kaldığım bütün duygular teker teker geri dönüyorlardı. Mutluluk, öfke, üzüntü ve acı hepsini bir anda hissediyordum. Gözlerimden yaşlar akarken gülüyordum ama bir yandan da içim öfkeyle doluydu. Çok geçmeden içimi büyük bir pişmanlık duygusu kapladı, az önce burada yapmış olduğum şey kalbimi sıkıştırıyordu. Bir an önce buradan kaçmak istedim ve kendimi son sürat sokağa attım. Atkıyı yeni doğmuş bir bebek gibi taşıyordum, ellerimin ikisini de atkının üstünden çekmiyordum. Gözyaşlarım atkıyı bir miktar ıslatmıştı, atkıyı boynumdan doladım ve uçlarını ellerimle tutmaya devam ederek sokak boyunca yürümeye başladım. Bir anda hissettiğim bütün duygular beni oldukça yormuştu.


Aylardır yaşadığım tüm olaylar tekrar gözlerimin önünden geçiyordu. Hissedemediğim her şey geri geliyordu ve duygu krizlerinin ardı arkası kesilmiyordu. Bir an delirdiğimi düşünmeye başladım ama delirmiş olmaktan korkmadım. Atkıyı asıl sahibine geri götürmeyi kesinlikle düşünmüyordum, nereye gittiğimi düşünmeden rastgele bir şekilde şehrin viran sokaklarında dolaşıyordum. Kaç saat boyunca buna devam ettiğimi bilmiyorum, tekrardan insan olduğumu hissetmek bütün zihnimi uyuşturmuş bir vaziyette. Araba enkazlarıyla dolu bir sokaktan geçiyorum, sokağın sonundan itibaren bir insan kalabalığı başlıyor. Sarhoş olmuş gibiyim, etrafımda olup bitenleri anlamıyorum. İnsan kalabalığı git gide artıyor, hepsi sersefil bir vaziyette. Birkaç metre ileride devasa bir beton duvar görüyorum, duvarın üstünde tellerle kaplanmış. Nedenini bilmeden duvar doğru yürümeye devam ediyorum. Etrafımdaki insanlar beni süzüyorlar, birkaç saniye sonra bir namluyu göğsümde hissediyorum. Bir asker beni durduruyor ve anlamadığım bir dilde bana bağırıyor. Duvarla aramda şu anda 20 metreden daha kısa bir mesafe var ve askerlerden hariç hiçbir şey yok. İnsan kalabalığı arkamda kalmış bir vaziyette. Asker namlunun ucuyla beni sert bir şekilde geriye itiyor ama ben durmak istemiyorum. İçimde anlamsız bir istek var, son sürat duvara koşmak istiyorum. Bu isteği bastırmıyorum ve bütün gücümle askerden kurtulup duvara doğru koşuyorum. Neredeyse varmak üzereyim, birkaç metre daha… Kulak çınlaması ve soğukluk, kalbimden kanlar akıyor. Sıcak ve güzel bir kırmızı. Önce dizlerimin üstüne sonra sırt üstü yere düşüyorum, gözlerim kararmaya başlıyor. Gökyüzünü görüyorum artık gri değil, gri bulutlar mavi bir aralık bırakıyor. Sarı güneş ışıkları gözlerimi alıyor. Kırmızı atkım hala boynumda. Uyumak istiyorum, sonsuza dek uyumak.