Etrafımda olduğunu düşünen onca kişinin içinde yine tek başıma olduğum günün akşamında, her zamanki gibi aldım elime kağıdı kalemi....

Hayat zorlaşıyordu benim için. Yalnız kaldığım hayat beni daha da zorluyordu. Beynimi kemiren fikirler normal düşünmeme bile engel oluyordu. Herkesin sessizliğe gömülmesini bekleyen bedenim bile artık kaldırmıyordu.

Nefes almamın bile zor olduğu bu dünyada nefes almaya çabalamak beni daha da zorluyordu.

Uzun süredir nefes almak için çabalamayı bıraktım işin aslı. Bunu bile anlayan olmadı. Her zamanki gibi.

Herkesi kandırmak için yüzüme yerleştirdiğim sahte gülümsemeyi yapmaya bile mecalim kalmadı. Arada bir terk ediyordu, herkes gibi, sahte gülüşüm beni. İki üç kişi çıkıyordu aradan, soruyordu beni. Sormak için...

Tüm bunları düşünürken kafamı kaldırdım. Simsiyah, kapkaranlık gökyüzünü izledim uzun süre. Ne kadar da anımsatıyordu beni siyahlar. Yüreğim her şeyin sonucunda simsiyah oluvermişti.

Aslında o kadar belli ediyorum ki siyahlaştığımı. Anlayan olmuyordu. Emoji olarak bile kullanmayı bırakmıştım kırmızı kalbi.

Tekrar kaldırdım kafamı.... Siyahların içinde bir parlaklık görüverdim. Keşke dedim o an. Keşke beni de aydınlatan bir şey oluverseydi. Kim bilir bir gün karşına çıkacak dedim, Eda. Emin ol çıkacak diye kendi kendimi teselli ettim. Her zamanki gibi. Yaşın on yedi dedim. Daha yolun başındasın dedim. Demekle kaldım belki de.

Ne kadar süre geçti anlayamadım bile. Son defa kafamı kaldırdığımda hava aydınlanmış, güneş gökyüzündeki yerine gelmişti. Yüzüme her zamanki gülüşümü sığdırıp girdim sahtelikler içine...