En başından başlayayım. Saat gece yarısını geçiyordu. Odamın çıtı çıkmıyordu, zaten sokaklar da sessizleşmişti, o saatte. Yağmurun pencereme vurmasıyla irkildim. Elimde bir fotoğraf vardı. Hatırlamaya başladım, en son yalnızlığımı kutluyorduk. Fotoğrafta ben ve o vardık. Zaten çıkarılmış tek fotoğrafımız da buydu. Teknoloji çağı diye cüzdanımızda vesikalık fotoğraf bile taşıyamadık. Çok özenirdim, o eski âşıklara. Bir de küllük vardı. Garibim tıknaz gibi olmuş, hareket edemiyordu. Kutlama yapıyoruz diye sigara içmiştim. Fazla içmişim. Kalktım, önce küllüğü temizledim, sonra da bir kahve yaptım. Bilgisayarımdan bir şarkı açtım. Bilgisayarın parlaklığı yeter diye ışıkları da kapattım. Kahvemi yudumlamak için dudaklarıma yaklaştırdım. Sıcak buharı, acı acı yaktı, suratımı. Burnum fincanın üzerindeyken derin bir nefes aldım. Kahvenin buharını, ciğerlerim dolana kadar içime çektim. Kırk yıl nefes almasam hatırına yaşar mıyım, diye de düşündüm. Saçmalamaktan vazgeçmem gerektiğini düşünerek kendi kendime kırk yıllık hatır yudumladım.


O an karar verdim. Bundan sonra kendim için bir şeyler yapacağım diye düşünmeye başladım. Yaklaşık otuz saniye düşündüm. O sırada birer kâğıt ve kalem çıkardım. Yeminimi bozarak kumara başladım. Kumar oynamaya karar vermiştim çünkü aşkta kaybetmek istemiyordum. Kumarda kaybedersem aşkta da kazanırım diye düşündüm. Bana, bu fikirlerin hepsini umudum vermişti. Yaparız, olur, aşkta kazanacaksın, gelecek gibi laflar etti. Ben o yüzden otuz saniye sonunda karar vermiştim. Burada, umuduma güvenmemeliydim, her şeyi o başlattı. Zaten ufak tefek kalmıştı umudum. Ona rağmen sesini duydum. O gün duymasam böyle olmayacaktı.


Fikir verenim de olduğu için umudumu karşıma aldım. Bu kumarda ortağım umudum oldu. Birlikte kaybedecektik. Sonunda aşkta kazanırız zannetmiştik. Sağ tarafıma güneşi aldım. Sonbaharın son günlerinde olduğumuz için her gün daha da geç doğmaya başlamıştı, güneş. Geceler uzamış, uzadıkça da söz sahibi olmuştu. Güneş sayesinde olduğunu düşündüğüm için geceyi suçlamadım. Uzayan gecelerde yazacak söz bulamadıkça geceden aldım. Haliyle geceye fazlasıyla borçlanmıştım. Ben otuz saniyeden birazcık fazla düşünseydim eğer bu güneşi buraya oturtmazdım. Zaten yenilmek istiyordum buna rağmen benimle dalga geçecek güneşi de oturtmuştum. Güneş borcumu bildiğinden bana inatlaşarak karşısında geceyi istemişti. Gece de güneş de kötü değildi aslında sadece ben gereksiz yere güneşe düşmanlık etmiştim. Geceye de borçlarımı ödemem demiştim. Gece de oturmuştu, sol tarafıma. Gece, bugün kazanırsam tüm borçlarımı sileceğini söylemişti. Güneş daha da çok borçlanayım diye iyice hırslanmıştı.


Oyun başladı. İki dize şiir yazıp attım ortaya. Güneş de iki dize şiir bırakmıştı ve güneşin yazdığı dizeler, benim bile hoşuma gitmişti. Her şey kafamdaki gibi ilerliyordu. Umudum zaten ölü gibi saçmalar kaybederiz, diyordum. Aklıma gelmemişti yine, şairler öldükten sonra daha çok okunuyordu ve daha çok değer görüyorlardı. Bizim umut ölmedi ama ölümünün yaklaştığını anlamıştı, sanırım. Mükemmel görünen iki dize şiir yazmıştı. Gece, bu tur siz kazandınız, diyerek ortaya boş kâğıt atmıştı. Umudumu masanın üzerinde olduğu için aşağıdan ayağımla da dürtemiyordum. Ne yapmaya çalıştığına anlam veremedim. Belki de bilerek yenileceğimiz anlaşılmasın diye yapıyordur diye düşündüm. Haklı olmak istiyordum ama sürekli kazanmaya başladık. En saçma şeyleri yazıp atsam da umudum son iki dizeyi öyle bir topluyordu ki mükemmel bir dörtlük gibi oluyordu. Bana hırslanan güneş, o anlarda hayranlıkla izliyordu. Gece, borç verdiğim adamlar bizi yeniyor, diye güneşe kızıyordu. O kadar çok kazanmıştık ki geceye borcum kalmamıştı. Bundan sonra gecenin ve hatta güneşin bana borçları vardı. Umut, ne görse “olacak” demeye alıştığından olsa gerek kumara başladığımızda da borçların silineceğini duyduğu için böyle oldurmak istemişti. Bu yaşıma kadar sadece “olacak” derdi. Hep, oldur artık, derdim. İlk defa oldurmuştu. Kumarı büyük farkla kazanmıştık.


Zaman çok ilerlemişti. Güneşin doğabilmesi için gitmesi gerekiyordu. Güneş doğarken gece de kaybolacağı için o da gidecekti. Umut karşımda sırıtıyordu ve sanki sabaha kadar büyümüştü. O an, fotoğrafı tekrar gördüm. Yine kaybettim, diye düşündüm. Kaybettiğimi düşünmem otuz saniye bile sürmedi. Sinirlendim. Otuz saniye düşünsem belki sinirlenmezdim. Sinirle umudumun kafasına sıktım. Aslında büyümemiş, paramparça olarak dağıldı etrafa. Güneş ve gece ayaklanmıştı. Onlara bakayım derken yine fotoğrafla karşılaştım. Kurşun, umuttan sekmiş fotoğraftaki beni yok etmişti. Onun ise yüzü gülmüyordu. Daha çok sinirlendim. Birer tane de güneş ve geceye ateş ettim. Hâkim Bey, hiçbirini yapmak istemezdim ama umudum bile öldükten sonra pişman da değilim.


-Oğlum en başından güzelce anlat dedim diye bu kadar uzatmana ne gerek vardı?

-Her şeyin sebebi bilinsin istedim, Hâkim Bey.

-Karar: Fail, suçun gece işlenmesi, güveni kötüye kullanma, kullanma hırsızlığı, kumar oynanması için yer ve imkân sağlama ve kasten öldürme gibi eylemleri gerçekleştirdiğini itiraf etmiştir. Ayrıca pişman olmadığını ifade etmiştir. Bu durumlar göz önünde bulundurularak failin idam hükmüne karar verilmiştir.


Şimdi sarayın bahçesinden çıktım. Adalet sarayı, adalet! Ne görüyorsam onu söylemek istediğim için sadece “saray” demek istedim. Yaklaşık beş dakika önce suratımı astılar. Bütün kameralar, muhabirler beni izledi. Bir grup, kuş gibi cikcik ediyordu. “İdam, idam” diyerek alkışlıyorlardı. Twitter’dan çıkmış olmalılar. Bana ceza kestiklerini zannediyorlardı. Ceza, telafisi yani geri alınabilmesi mümkün olan bir şekilde olmalıdır. Ceza, caydırıcı olmalıdır. Beni caydırdıklarını zannediyorlardı. Ben, hayallerime sıkmaya gidiyorum…