Film 1982 tarihli le Transperceneige isimli Fransız çizgi romanından uyarlanmıştır. Olay gezegendeki neredeyse tüm insanları öldüren küresel ısınmayı durdurmak için yapılan başarısız bir deney nedeniyle gerçekleşen buz çağında geçiyor. Hayatta kalan insanlar Snowpiercer isimli bir trende yaşamaktadır. Bu insanlar aynı zamanda trende uygulanan kapitalist düzen ve sınıf sistemiyle de mücadele etmektedir. Ön vagonlardakiler gerçekdışı sayılabilecek bir bolluk içerisinde gününü gün ederken arka vagonlardakiler aç kalmamak için kendilerine verilen protein çubuklarıyla beslenmekte, sıkı ve acımasız bir askerî disiplin altında yaşamaktadırlar. Trenin en arkasında hayatın bir toplama kampından neredeyse hiçbir farkı yoktur. Trendeki bu sert sınıf ayrımı en doğrudan dışavurumunu mekân kullanımında bulur. Arka vagonlar karanlık, dar, pis kokulu ve kalabalıkken film ilerledikçe karşılaşılan ön vagonlar aydınlık, renkli, konforlu ve kişinin yalnız kalabilmesine olanak sağlayacak şekilde seyrek nüfusludur.

       Trenin bu düzenin meşrulaştırması da yapılmaya çalışılmaktadır. Bu meşrulaştırma çabalarına rağmen en “arkadakiler” maruz kaldıkları son derece olumsuz koşullara karşı sık sık ayaklanacaklardır. İşte Snowpiercer arkadakilerin son “devrimini” konu edinir. Ayaklanmanın fitiliyse, askerlerin bazı çocukları –sebebini filmin sonunda öğreneceğimiz bir nedenle– zorla trenin ön tarafına götürmeleri ve bu süreçte uyguladıkları şiddet sonucu ateşlenir. Amaçları kesin ve nettir: Lokomotifi ele geçirmek. Çünkü bundan önceki devrimler lokomotif ele geçirilemediği için başarısız olmuştur. Devrimin lideri olacak Curtis (Chris Evans), fikirleriyle onu esinleyen bilge ihtiyar Gilliam’a (John Hurt) bu hedefi en başından açıkça söyler: “Lokomotifi kontrol edersek, dünyayı kontrol ederiz.

       Böylece devrimciler ön vagonlara doğru kanlı bir yolculuğa çıkarlar. Egemen sınıflar her pahasına ellerindeki ayrıcalıkları korumaya çalışacaklar ve her iki taraftan çok miktarda kan akacaktır. Bilindi gibi hiçbir devrim kansız olmaz.

       Vagonlarda ilerlemeye devam ederken kuaför, sera, akvaryum, sauna vb. modern yaşam tarzının olduğu betimlenmiştir. Bu dizaynda örgütlü toplum, modern toplumu karakterize eden temel göstergelerdendir. Aynı zamanda hayatın bu yapılar içine geçtiğini ve daha fazla çekip çevrildiğimizin göstergesidir Günümüz dünyasında olduğu gibi trende ve modern örgütlerde olduğu gibi kural ve ilkeler benimsenmiştir. Açık şekilde görünen hiyerarşik yapı vardır. Aynı zamanda örgütlerde olduğu gibi tren toplumunda da önceden düzenlenmiş toplu davranışlar görülmektedir.

       Devrimciler lokomotife ulaşıyor fakat yönetmen bu noktada bizi şaşırtıyor. Çünkü ayaklanmayı egemen sınıf tetiklemiştir. Devrimcilerin iradi bir hareketi söz konusu değildir. Kuyruk bölümünün lideri olan Gilliam ile Wilford yakın dosttur. Ancak Wilford ile ters düştükleri için kuyruk bölümünün lideri olmuştur. Her gece yaptıkları telefon görüşmeleri ve verilen mesajları Wilford’un göndermesi, çark gibi işleyen bu sistemde aslında hep üst katmanda olanın yönettiğini göstermektedir. Dolayısıyla “zayıfın yapacağı devrimin, yine güçlünün kazancı olacağı yönündeki mesaj, esasında insanlığın varlığının devamını sağlamak için tek yol olarak gösterilmektedir. Girişilen her devrim başarıya ulaşsa bile egemenlere hizmet edecektir.

       Burada yönetmenin vermek istediği mesaj bir devrim mevcut sistemin işleyişinde ortaya çıkmaz çünkü sistem egemenlere göre dizayn edilmiştir. Gerçek ve başarılı bir devrim için mevcut bağlamın dışına çıkmak gerekir. Devrim trenin içinde değil dışında olabilir o nedenle kendini trenin dışına atmak gerekir. Bu yüzden yönetmen mesajını pekiştirmek için tren kaza geçirir ve raydan çıkarak parçalanır. Trenden sadece iki farklı ırka mensup iki çocuk kurtulur. İşte yönetmenin gözünde bağlamın dışına çıkılmıştır. Yine siyahi ve Koreli bir çocuğun sonunda kurtulmuş olması, ırkçılık kavramının yıkılıp kökten inşa edilmesi gereken bir toplumsal yapının olması gerektiğini vurgulamaktadır.

       Filmde trenin içindeki sahneler karanlık dışardaki sahneler aydınlıktır. Yine trenin araka vagonları karanlıkken ön vagonları aydınlıktır. Burada ışık filmin yapısına son derece uygun bir şekilde kullanılmıştır.

      Filmin senaryosu zaman zaman zayıflasa da oyunculuklar bu durumu kurtarmaktadır. Filmin teknik anlamda en güçlü yanı oyunculuklar diyebiliriz.