Sobanın sol tarafı kapıya yakın, dar ve kapı her açıldığında soğuğun hissedildiği bir yer iken sağ tarafı ise odaya hakim ve daha geniş bir yerdi. Sobanın sağ tarafında oturan televizyonu daha geniş bir açıdan izler ve sobadaki ateş harlandığında sobanın üzerindeki güğümün kapağından sıçrayan kaynar su damlacıklarından kaçabilecek yeterli alana sahip olurdu. Sobanın sağ tarafına oturan o akşam boyunca avantajlı konumunu kaybetmek istemezdi. Herkes müteyakkız biçimde sobanın sağ tarafının boş olduğu anı beklerdi. Bütün aile bireyleri bilirdi ki sobanın sağ tarafı kimsenin mülkü değildi. Dolmuştaki boş koltukların anında dolduğu gibi refleksleri daha iyi olanın oturmakta avantaj elde edebileceği bir sistemle misafirlerini geçici olarak ağırlardı. Sobanın sağ tarafından kalkarken yerine birisinin oturması ihtimalinin yüksek olduğu asla unutulmamalıydı. Tuvalete ya da su içmeye gitmek konforlu ve sıcak bir sahaya elveda demekti. Şüphesiz bunlar yazılı olmayan kurallardı. Banyodan yeni çıkanın ya da hasta olanın sobanın sağ tarafına oturma önceliği herkes tarafından kabul edilen bir gerçekti ve buna vicdan sahibi olan hiçbir aile üyesi itiraz etmezdi.
Sobanın sağ tarafında uyuyakalanlar yüzünün sol tarafındaki kızarıklığı en baştan kabul edenlerdi. En fazla yarım saat dayanılabilen o sıcaktaki uykunun huzuru ve verimi diğer saat dilimlerindeki uykuyla asla kıyaslanamazdı. Soba üzerinde yemek ısıtılırdı, kestane pişirilirdi ama sobanın üstündeki daimi nesne çay soğumasın diye bırakılan çaydanlık olurdu. Aynı soba yağmurlu havalarda su alan ayakkabıları sabaha kadar kurutma görevini de görürdü. Sobanın etrafına dizilmiş ıslak ayakkabı sayısı ile ailenin maddi durumu arasında ters bir orantı olduğu gerçeği insanın yüzünde sobanın sıcağından daha fazla iz bırakırdı.
Geçen yıllar soba sıcaklığındaki huzuru aratır hale gelmişti. Bu sıcaklığı aramakla bulmak imkansızdı ama yıllar sonra aynı sıcaklığı bir insanın sesinde bulmuştu Halis. Çocukların masumiyetini hissettiren bir yapısı vardı bu sıcaklığın sahibinin. Temiz olan duygular karşısında verilen tepkilerin çocukların ya da bebeklerin tepkilerine benzetilmesi de sevginin masumiyetinden olsa gerekti. Oyuncağına kavuşmuş çocuk neşesini de ilk defa bir yetişkinde onun sayesinde görmüştü. Sobanın sol tarafını tercih ettiği için yıllarca sağ tarafı ısınmıştı. Sol tarafının yani yüreğinin ısınmasına alışık değildi ve bir duygunun insanı ısıtabildiğini öğrendiği yaşında sevginin kendine has tarifinin zorluğunu anlıyordu. Sevginin tanımını herkesin kendi sevdiğinde araması da bu yüzden olsa gerekti.
Sevgi arkasından gidilmesi gereken en kutsal gerçekti ve Halis de öyle yapmıştı. Hiçbir zaman fırsat kollayıp sobanın sağ tarafına yerleşmeyi düşünmemişti ama sevdiğinin sol tarafına yerleşmeyi çok istiyordu. Halis Gülbahar’ın aksine olaylara daha gerçekçi bakabiliyordu. Gülbahar hayattan zevk almayı bilen, etrafına gülücükler saçan, dünyada herkesin iyi olduğuna inanan, küçük adımlarıyla dünyanın her yerini gezmek isteyip dünya üzerindeki tekmil çiçekleri koklama arzusuna sahip bir kadındı. Halis’in tek arzusu Gülbahar bunları yaparken Gülbahar’ın yanında olabilmekti. Halis çiçeklerin kokusunu merak etmiyordu zira Gülbahar Halis’in başını öyle bir döndürüyordu ki Halis’in içindeki kime ait olduğunu bilmediği sevgi ağzına geliyor, dünyanın en güzel çiçeklerinin kokusunu Gülbahar’ın kokusuyla sanki içine çekiyordu. Halis Gülbahar’ı izlerken kendisine sorular soruyordu. Sevgi bana mı aitti yoksa onu çok sevdiğim için ona mı aitti? Sevgi ona aitse bendeki bu hal ne idi? Sevgi bana aitse ondaki bu güzellik sebepsiz miydi? Sevgi kime ait olursa olsun Halis mutluydu. Gülbahar Halis’teki bu coşkuyu seziyor ve ona her gün kendi isminin sonundaki baharın yeni bir güzelliğini yaşatıyordu.
Gülbahar bu zamana kadar yaşadığı özgür hayatına olağanca hızıyla devam ederken sürekli Halis’i hayatına müdahil ettikten sonra yaşantısında değişiklik olup olmadığını düşünüyordu. Halis’le mutluydu ama Halis dahil kimsenin özgürlüğünü kısıtlayıcı tavrına sıcak bakmıyordu. Halis de birçok konuda olduğu gibi bu konuda da kendisi gibiydi. Halis’in her durumu anlaması, cümle kurmadan dahi kendisini anlaması çok hoşuna gidiyordu. Gülbahar evliliği aklına getirdiği zaman ne olursa olsun çok erken olduğunu düşünüp isimlendiremediği bir korkuya kapılıyordu. Her zaman böyle yaşayabilirdi ama Halis her zaman böyle yaşayabilir miydi? Beklentilerin sonu hep evliliğe doğru gidiyordu. Mutsuz olacağını düşünmüyordu ama evlilik özgürlük kadar güzel değildi onun için. Halis’i çok seviyordu ama erkek adamı çok şımartmamak gerek düşüncesiyle bunu çok fazla dillendirmezdi. Halis olmadan olmayacaktı ama evliliği de ne kadar geciktirirse o kadar iyi olacaktı.
Halis her pazar olduğu gibi bu pazar da bisikletiyle Gülbahar’ın evinin önünde bekliyordu. Gülbahar Halis’in sepetli bisiklet almasını istemişti, Halis Gülbahar’ın isteklerini ikiletmezdi. Mahalleden bisikletle çıkarken ‘Halis düştüğün hallere bak, iyi yapıyor Gülbahar sana’ diyordu arkadaşları. Halis sepetini beyaz gül ve her hafta farklı bir meyve ile doldururdu. En çok kiraz koyduğu günlerde mutlu olurdu Gülbahar. Halis’in kendisine kirazdan küpe yapması çok hoşuna giderdi. Ayrılırken Gülbahar’ın kulağındaki kirazlara bakarak ‘İsraf olmasın değil mi?’ derdi, Gülbahar da ‘Olmasın.’ derdi. Halis dudağıyla kirazları kaparken kulağına fısıldardı: ‘Seni çok seviyorum.’ Gülbahar çok hoşuna gitse de ‘inanayım bari’ deyip geçiştirirdi.
Kış gelmişti. Gülbahar canının kestane çektiğini söyleyince Halis hemen almaya niyetlenmişti. Gülbahar sobanın üzerinde kendimiz yapalım deyince Halis çocukluğuna gitmişti. Gözleri gülümsedi ve akşam ninemlere gidiyoruz o zaman dedi. Gülbahar yine sıcacık güldü. Bu onların dilinde ‘tamam’ demekti. Halis kestaneleri aldıktan sonra Gülbaharı almaya arabasıyla değil bisikletiyle gitmişti. Gülbahar önce şaşırdı ve çok beklemeden Halis’in arkasına ayaklarını aynı yöne uzatarak oturdu. Koşulsuz güveniyordu. Sarıldı. Halis yine soba sıcaklığını hissetti. Gülbahar ben bu adamı asla bırakmam diye iç geçirdi. Kendisine kızdı, sevgisini daha çok göstermesi gerektiğine karar verdi. Erkek de olsa Halis biraz şımarmayı hak ediyordu.
Ninesi evin anahtarını dışarıdaki çiçek saksısının içine koymuştu. Halis anahtarı aldı, Gülbahar çiçeği kokladı, Halis Gülbahar’ı kokladı. Gülbahar hemen Halis’ çimdikledi. İçeri girdiler. Halis sobayı hızlıca yaktı. Gülbahar Halis’i izliyordu. Halis’in sobayı tutuştururken ki yatkınlığı pek dikkatini çekmişti. Sohbetlerinin sıcaklığına sobanın sıcaklığı da eklenince kestaneleri sobanın üstüne dizdiler. Gülbahar elimi yaktım diye bağırınca Halis sanki kendi ciğeri yanmış gibi acı hissetti. Gülbahar yine şaka yapıyordu. Halis’in acısının sevgisinden olduğunu biliyor, kendisinin dünyanın en şanslı kadını olduğunu kimselere söylemiyordu. Kestaneler pişince Halis elleri yana yana soydu kestaneleri. Gülbahar’a sobanın sağ tarafına oturmasını söyledi. Kendisi de ilk defa sobanın sağ tarafına, Gülbahar’ın yanına oturdu. Sol tarafı yana yana Gülbahar’ı izledi.