çektim harfleri ya önüme kaçıverir şimdi kör olasıca kelimelerim. her biri bir yana dağılır da yakalayamam. bu şeye benziyor bisiklet diye tutturup alınan bisikletin yağmur altında, bir kenarda çürümesi. evet aynen böyle. doğru kelime çürümek.

benim de içim çürüdü. bakayım...çürümemiş de. solucan bir delik açmış diyelim biz ona. hala kesip kurtarılabilecek bir kısım var gibi.


ama solucan kararlı dostlarım. dost dedimse lafın gelişi diyorum. kelimelerin anlamına ehemmiyet veririm. yanlış anlaşılma olmasın. ne diyordum? ha, şey...solucan. solucan diyorum. yedikçe büyüyor, tombalak da bir şey, biz bunu toprağa atamazsak bizi yer bu. hem de ne yeme! yutuverir de bağırsağındayken haberimiz olur vallahi!


solucan, tombalak, ... bunları göremediğim arka cebime koydum ve yola koyuluyorum; köprücük kemiğimden bir karış altta olan ön cebime.


içimde muharebesini verdiğim nahoş bir duygudan söz edeyim istiyorum ama istemiyorum da. o yüzden size soruyorum. bu tatlı solucan sizi sevdiğini söylese inanır mısınız? dışarısı çamur, yağışlı. içinizi titreten bir soğuk var. kalbiniz gibi. size de bir zararı yok gibi hem. hissetmiyorsunuz hiçbir şey. kabul, tombalak solucandan nefret etmiyorsunuz, sizi sevdiğini de söylüyor. ama bir yandan da sizi yemeye devam ediyor. sevgisine inanır mısınız? bir de şimdi dostum dediğiniz kişiler demesin mi insafsız, vicdansız diye. durduk yere kötü olmaya ne gerek var? ya ölürse solucan? bu suçluluk duygusuyla yaşayabilir misiniz? kimse de inanmaz tek amacınızın yaşamak olduğuna.


suçluluk, bencillik, yaşamak, sevgi...


fark ettim de bu ara herkes birbirini ne de çok seviyor. bu solucanın sizi yerken sevmesi bile masum kalır bana kalırsa. sonuçta karnını doyurması lazım. sanıyorum insanların hüküm sürdüğü bu evrende de işler böyle işlemeye başlamış. ne denir bilmem.


aslında bir şey derdim de o bana kalsın.


eyvallah...