Henüz on yaşlarında Miraç isminde bir çocuktu. Yaşadığı yerden günlük birçok tren geçerdi. Hepsine el sallardı ama hiç trene binmemişti. Bu yüzden çok fazla merak ediyordu ve bir gün kesinlikle trene bineceğim diye bekliyordu. Galiba daha önce hiç trene binmediği için bu kadar cazip geliyordu. Dizlerine ve göğüslerine ritmik bir şekilde vurarak tren sesi çıkarmaya çalışır ve bununla eğlenirdi. Tren düdüğü duyulduğunda tanımadığı onlarca insana el sallamak için koşardı. El sallamasına gülümseyerek karşılık verenleri gördüğünde umutla bakardı. Bu tren sevdası ya trene hiç binmediğinden ya da âşık olduğunu zannettiği kızla birlikte trene el salladıkları içindi. 

Miraç’tan bir yaş küçük Ahsen isminde bir kız vardı. Ahsen ismi, “çok güzel, en güzel” anlamına gelir. Bu küçük Ahsen de hem kalbinin hem de yüzünün güzelliğiyle isminin hakkını veren bir kızdı. Miraç da Ahsen’e âşık olduğunu düşünüyordu. Hayaller kurarken hayalinin içinde Ahsen’den başkası olmazdı. Miraç, zamanın çoğunu Ahsen ile birlikte geçirdiği için ya da geçen trenlere beraber el salladıkları için böyle düşünüyordu. Miraç’ın Ahsen'e âşık olduğunu düşünmesine bu ve bunlar gibi birçok sebep vardı.


Henüz on yaşlarındaydı trenle ilk yolcuğunu ertesi gün yapacağını duyduğunda, heyecanlanmıştı. Ayrıca bu yolculukta hep hayalini kurduğu Ahsen’in de olacağını öğrenmesi daha da heyecanlandırmıştı. Aşırı mutlu bir şekilde ertesi günün olmasını bekliyordu. Ertesi gün yapacaklarını aklından geçirmeye çalıştığında gereksiz yere gülümsüyordu. Bu yüzden bir an önce yatma vakti gelsin istiyordu. Uyumadan önce hayal kurarak planlarını yapacaktı. Onun için böylesine çok istediği bir şeyi, hayal ettiği insanla birlikte yaşayacak olması heyecanlandırmıştı. Bu heyecan, gözüne uyku girmesine engel olacak gibiydi. Yatağına uzanarak ertesi günün hayalini kurmak istedi. Hızlıca yatağa girerek yorganın içinde kayboldu. Hayal kurarken birisi görse hayallerini bilecek diye düşünüyordu sanırım. Henüz hayale dalmıştı ki uyumaya başladı. Düşündüğü gibi olmadı. Uyku, gözünde çoktan yerini almıştı.

Sabah olmuştu ve hazırlanmaya başlamıştı. Saçlarına jöle sürdüğünde yakışıklı olduğunu zannediyordu. En sevdiği kıyafetlerini giymişti. Kendini bir damat gibi hissediyordu. Oysa bir gömlek bile giymemişti. Tişörtle damat olmuştu. Burnu havada bir şekilde yürüyerek istasyona doğru geliyordu ama kafasını az eğse o taşı görecekti. Karşısında Ahsen’i görünce havalı olmak istemişti. Ailece bir yolculuk ama Miraç bambaşka bir dünyadaydı. Bu dünyasını kendinden başka da bilen yoktu.


Yolculuk başlamıştı. Camdan gördükleri her şeye el sallıyorlardı. Ağaçlar, dağlar, otlanan kuzular sanki bunların hepsi de kendilerine el sallar gibiydi. Bağıra bağıra bir şeyler anlatmaya çalışıyorlardı birbirlerine. Her gördükleri şeyi biliyormuş gibi yorumlamaya çalışıyorlardı. Keyifleri kimsede yoktu. O an dünyanın en mutlu insanı olabilirlerdi ama bunu kendileri bile bilmiyordu. Böylece Miraç, uzun yıllar unutmayacağı bir yolculuk yaşamıştı.

Miraç, o zamandan sonra trene çok bindi ve çok el salladı. Birkaç yıl sonra yine el sallamak için koşmuştu. Hızlıca sallıyordu ellerini hatta kolları da ivme kazanmıştı. Yavaşça sallasa olmayacaktı sanki ve yolculardaki gülümsemeyi göremeyecekti. Trenlere birlikte el salladığı Ahsen de el sallıyordu. Ancak ters olan bir durum vardı. Ahsen yanında değil trenin içinden el sallıyordu. Belki de ilk defa birbirlerine bakarak el sallamışlardı. Şoka uğramıştı Miraç. Trenin arkasından birkaç dakika baktıktan sonra koşmaya başladı. Kaçmaya çalışıyordu bir şeylerden. Bir kuytu köşe bulduğunda hemen salıvermişti kendisini ve ağlıyordu. Bugün Ahsen'in taşındığını trende görene kadar hatırlamamıştı. Taşındıkları aklında olsa belki de trenin peşinden koşardı. Yetişemese de denerdi. Ağlıyordu, çünkü bir daha göremeyecek olmasına üzülüyordu. O an, âşık olduğunu zannetmekten vazgeçmişti. O an, anlamıştı gerçekten seviyor ve gerçekten âşıktı ama gitmişti.

Hiç göremeyeceğim zannetmişti ama hayat, onları defalarca karşılaştırmıştı. Miraç, birkaç defa cesaretini toplasa da bir türlü hislerinden bahsedememişti. İmkânsız bir şey olarak yorumlamış ve öylece yaşamaya karar vermişti. Söylemese de hâlinden anlaşılıyordu çoğu şey. Ahsen, her şeyin farkındaydı ama onun için de imkânsız bir şeydi bu. O yüzden hiç kimse hiçbir şey bilmiyormuş gibi hayatlarına devam ediyordu.

Yaz aylarının sonuna doğruydu. Havalar gündüzleri sıcak, geceleri ise serin olmaya başlamıştı. Kırtasiyelerin bayram ettiği zamanlardı. Okul kıyafetleri geldi diye afişler asılmıştı, mağazaların alnına. Arkadaş ortamını özleyerek okulun açılmasına sevinenler bir yandan da tatil ne ara bitti anlamadık, diye üzülüyordu. Yeni bir okula gidenler veya ilk defa okula gidenlerin ise içinde anlamsız bir korku ve karın ağrısı vardı. Miraç, bu ağrıları başka bir şey zannederek yola çıkmıştı. Ahsen’i bulacak ve içinden geçen her şeyi karşılık bile beklemeden dökecekti. Miraç, içine gömdüğü bu duyguları artık çıkartmak istiyordu. Gözlerini kapatmış trenin sesiyle hayallere dalmıştı. Korna sesiyle gözlerini açtığında Ahsen’e yaklaştığını anladı. Hemen kalkarak trenin sallamasıyla birlikte sarhoş gibi kapıya doğru yürümeye başladı. Tren, bu arada yavaşlayarak sonunda durabilmişti. Hızlıca indi trenden çünkü kapıyı zorlayan birçok insan vardı. Kalabalıktan çıkmak için de bir süre uğraştı. Sonunda derin bir nefes aldığında aklına çocukluk günleri gelmişti. Trendeki yolculara el salladıktan sonra Ahsen’i bulmaya gidecekti. Tren kornayı çalmaya başlamıştı. Yolcuların içinde tanıdığı varmış gibi el sallıyordu. Tanımayan birisi bakarsa bir başka tarafa dönüyordu. O an, birisi de Miraç’a el sallamaya başladı. Miraç’ın sallanan elleri yavaşlamıştı. Ağır çekimde sallar gibiydi. Gözlerini kırpmadan öylece bakıyordu. Karşıdan el sallayan ise Ahsen’di. Miraç o andan sonra trenin ardından sadece bakabilmişti. Orada bekledi ve aynı yöne giden diğer trene binerek Ahsen'i aramaya çalışsa da çok uzun sürmeden de pes etmişti.   

Üzerinden çok uzun yıllar geçmişti. Miraç, daha da büyümüştü ama hâlâ çocuk gibiydi. Her geçen trene el sallayarak gönderirdi. Yıllarca yolcu trenlerini kaçırmamak için yaşamış gibiydi. Hayatının çoğu zamanını trenlere el sallamak için ayırmış gibiydi. Bir gün göreceğim umuduyla el sallamaya devam etti. Tek isteği, Ahsen'i bir kez daha görebilmek ve Ahsen'in gözlerinin içine bakarak onu sevdiğini itiraf etmekti. İçinde kalan bu isteğini gerçekleştirmek için ömrünün sonuna kadar vazgeçmeden bekleyeceğini, trenlere el sallayarak yaşayacağını iddia ediyordu. Gittiği her yere trenle gitmeye çalışırdı. Trenin olmadığı yerlerde uzunca yaşamaya bile razı olmazdı. Trenden başka bir şeye binmeyecekti sanki. Ahsen’i bir daha hiç görememişti. Trenle gittiği için trenle de dönecek zannediyordu. Nereye gittiğini bile bilmiyordu.

Bir hafta sonuydu. Sonbahar gelmiş, yapraklar sararmıştı artık ve hafif yağan yağmur ağaçta kalan yaprakları da döküyordu. Miraç artık emekliliğin tadını çıkaracak yaşlardaydı. İlk trene bindiği istasyonun karşısındaki kahvede oturuyordu. Yolcu treni geçeceği saatte istasyona gidecekti. Demir yollarının memuru gibi her tren saatinde orada olmaya çalışırdı. Bekliyordu, belki Ahsen’i görse tanıyamayacaktı bile ama bir umutla bekliyordu. Göz torbalarını doldurmuştu, bu bekleyiş. Sanki alnındaki buruşukluklarda “Ahsen” değil de "Bekliyorum.” yazıyordu. Sakallarına ve kalan üç beş tel saçına kar gibi yağmıştı bu bekleyiş. Bir umut ki yıllarca bu bekleyişe, ayakta kalmasına yardımcı olmuştu. Korna sesi duyulmuştu o an ve tren yaklaşıyorum diye haykırmıştı. Bir anda koşanlar, eşyalarını hazırlayanlar, tren rayında koşturan çocukları telaş kaplamıştı. Masadaki çayın yarısını içmişti henüz ve buharları yüzüne vuruyordu. Yarım bardak kalmış sıcak çayı bir anda kafasına dikti. Dilinin yanmasını bile hissedemedi. Trenin sesi, dünyanın sesini kısar gibiydi. Masaya cebindeki bozuklukları bırakarak asasına tutundu. Böylece ayağa kalkmayı başardı. On yaşındaki gibi koşarak gidemeyecekti artık ve yirmili yaşlardaki gibi umut değildi, onu ayakta tutan. Bir asa ayakta kalmasına yardımcı oluyordu. Umudu ise trendeki yolculara her seferinde gülümsemesine sebep oluyordu.

Gülümseyerek on yaşında düştüğü yerden o gün yaşadığı heyecanla ilerliyordu, trene. Tren, gidiyorum diye bağırdı. Yaşlılıktan dolayı artık daha önceden gelmesi gerektiğini düşünüyordu. Birkaç adım daha sonra trenin içindeki yolcuları net bir şeklide görebilecekti. Acele etmeye çalıştı. Musa'nın asası zannederek yere hızlıca vuruyordu ama treni durduramayacağını da biliyordu. Görmeye başladığı an önünden geçecek son üç vagon kalmıştı. Yine umut dolu gözlerle baktı. El sallayacak hâli de kalmamıştı. Trenden inen yolcular yanından geçerek gidiyordu. Son vagonda gözden kayboluncaya kadar bekledi. Tren gittikten sonra her zamanki gibi dönüp gitmesi gerekiyordu ama donup kalmıştı. Trenin karşı kapısından inen yolcular, yavaşça dağılmıştı. Karşı tarafta bir kişi kalmıştı. Asasını bir anda ellerinden bıraktı. Beni ayakta tutan asa değildir dercesine. İki eliyle de el sallamaya başladı. Yüzünde bir çocuk neşesi vardı. Karşıdaki kişi kendisine doğru yavaşça gelmeye başlamıştı. Yaklaştıkça akşam oluyor gibiydi. Ne kadar da yavaş geliyor, diye düşünmeye başlamadan düştü. Yaklaşmıştı göz göze gelmişlerdi. O karanlık içerisinde sadece gözlerini ayırt edebilmişti. Son olarak Ahsen'in gözlerini görebilmişti yere düşerken. O an, yıllarca niçin beklediğini düşünerek yere düşmüştü.


Bir tren yolculuğunu, bir hayata benzetirdi. Bir duraktan trene binerek başlayan hayat, birçok durakla karşılaştırırdı insanı. Bazı duraklarda uyurken geçildi. Bazılarında bir su almak için inildi. Bazılarında daha çok şey alındı. Bir şeyler alırken bir şeyler de vermek zorunda kalındı. Bazen aktarma yapılsın diye başka bir yöne dönebilmek için inildi o duraklardan. Başlangıcı, ilerleyişi, dönüm noktası, sonu gibi hayatın tüm duraklarına benzetilebilirdi bu duraklar. Bir durak da vardı ki bu durağa herkes kesinlikle uğruyordu. Burası, "Son Durak" ismindeki duraktı. Yeni bir bilet alabilene yeniden bir tur dönebilme hakkı vardı. Zaten sonunda yine bu durağa gelecekti. Miraç, yere düştüğünde gözleri tamamen kapanmıştı.

İşte o an Miraç, son durağa gelmişti.