9 Nisan 2022'de şu satırları yazmışım defterime,

 

yüzyıllar arası bir gecede

mekteb-i tıbbiye rafta

erol şadi erdinç baş köşede

işte öğretiyor toprak altından

dahası geride

 

Epeydir takip ettiğim, fikirlerinden yararlandığım biriydi Erol Şadi Erdinç beyefendi. Tam bir seneyi geçen tanışıklığımız 20 Mart 2023’te yazdığım şu satırlarla devam etti,

 

yürüyorum meclis-i mebusan caddesinde

hani nerede ittihat terakki

erol şadi erdinç nerede

 

Nevi şahsına münhasır insanların peşinde koşan, onlardan öğrenmeye bayılan biri olarak çoktandır zihnimde hayranlık beslediğim, saygısını büyüttüğüm kıymetli bir ismi nitelikli araştırmaya ve yazmaya karar verdim. Hareket Ordusu’nun, doğrudan doğruya İttihatçıların İstanbul’a hareketinin yani 31 Mart Vakasının (13-27 Nisan 1909) yıl dönümünde tamamladım. Tarihe not düşmek açısından belirteyim. Bu yazıyı tamamladığım günler tam da kulunuzdan gayrısının ittihatçı olduğu günlerdir.

 

Erol Şadi Erdinç Beyefendi benim kanaatime göre tarihe meraklı, öğrenmeye düşkün, iz peşinde koşan gençler için adeta bir idol, hakiki bir rol-model niteliği taşımaktadır. İnsanı yaşatan tutkudur cümlesinin gerçek manada karşılığı zannederim Erol Şadi Bey’in hayatında fazlasıyla mevcuttur.

 

Tarihin Arka Odası programı televizyonlarda yeni çıkmaya başladığı sırada Murat Bardakçı’nın programı beraber yürüttüğü iki isimden biriydi Erol Bey. Önceleri devamlı olarak programa katılan Erol Bey, sonraları daha özel konularda, özellikle hayatını bahşettiği İttihat Ve Terakki Cemiyeti’ni ilgilendiren konularda katılmaktaydı.

 

Erol Bey, katıldığı televizyon programlardan görebileceğimiz şekilde konuştuğu konuların altını doldurabilen, çokça okumuş ve araştırmış, şahsi arşivi ile merak uyandırıcı, aynı zamanda diksiyonu ve giyim kuşamı ile de tam anlamıyla İstanbul Beyefendisi portresi çizen bir kişilik.

 

Çoğu kez tv stüdyolarında herkesin sıcaktan bunaldığı ve bunu dile getirdiği anlarda bile kravatıyla, ceketiyle yani tüm şıklığıyla istifini bozmamakta gecenin ilerleyen saatlerine değin uzanan esnek program saatlerine hiç yorulmadan heyecanla eşlik etmekte.

 

Bir diğer husus ise anıları, özellikle Erol Bey’in kuşağı Cumhuriyet dönemi aydınlarından direkt ders almış, onlarla büyümüş, yetişmiş bir kuşak. Gayet zengin anılarında o kıymetli isimler çokça yer almakta. Erken Cumhuriyet’in kazanımlarını görmüş şanslı biri olmasının kendisinde katkısı çok fazla. Aktardığı anıları ilgi uyandırıcı olmakla beraber Erol Bey’in anlatımında esprili kişiliği de her sohbete ayrıca renk katmakta.

 

Kendisiyle birebir iletişim kuran şanslı kişiler Beyoğlu’nun Beyoğlu olduğu o güzel zamanlarda Simurg Kitabevi müdavimi Erol Bey’in kitapçılardan çıkmadığını, devamlı yeni çıkan kitapları incelediğini, bu güzide akşam saatlerinde Erol Bey’i yakalayıp gayet mütevazı şekilde sohbet ettiklerini, şakalaştıklarını, Erol Bey’in kendi ağzından anılarını dinlediklerini söylüyorlar.

 

Erol Bey, aynı zamanda editör olması dolayısıyla kitaplara fazlasıyla hakim, bir sürü yayınevi ile çalışmış, çok değerli eserleri yayına hazırlamış. Araştırdığı konularda ise incelemediği kitap yok. Mukayeseli anlatımda önce onlara başvuruyor. Çokça okuyan ve okuduklarından alıntılar yapan, çevresini iyi gözlemlemiş, iyi iz süren birisi.

 

Erol Bey, 1935 yılında İstanbul’da doğmuş. Kendi tabiriyle çok fakir bir ailenin çocuğu olduğu için eğitimini çok güç şartlar altında sürdürebilmiş. Kocamustafapaşa 28. İlkokulu’nda eğitimine başlamış ardından Davutpaşa Ortaokulu’nu bitirmiş. Pertevniyal Lisesi’nde öğrenimine devam ederken o yıllarda Türkiye Sosyalist Partisi kurucularından dayısı Aziz Uçtay aracılığıyla sosyalist fikirlerle tanışmış.

 

Pertevniyal Lisesi’ni bitirdikten sonra Çapa Eğitim Enstitüsü’nde okumuş daha sonra dönemin iktidarı tarafından yapılan baskılar nedeniyle istifa etmiş.

 

Erol Bey’in gençliği Türkiye’nin çalkantılı 27 Mayıs dönemine denk geliyor. Fakültesi itibariyle siyasi gelişmelere fazlasıyla hakim aynı zamanda eylemlerin ve protestoların içinde o yılların gözü pek talebelerinden birisi.

 

İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Erol Şadi Bey’in ikinci fakültesi. Öğrenimi sırasında çeşitli gazetelerde çalışarak Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın 788 numaralı üyesi olmuş. Hukuk fakültesinin ufkunu açtığını ayrıca arkadaşlarından daha şanslı olarak dönemin çok büyük alimlerini yakından tanıdığını ifade eder. Anayasa Hukukçusu Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya bunun başlı başına bir örneğidir. Erol Bey’e geniş çaplı katkısı olmuştur.

 

Asistanlık sınavı için zorunlu olan eski yazıyı bilme durumunda Prof. Dr. Ahmet Ateş’ten 3 ay kurs görmüştür. Girdiği ilk sınavda yanlış yazdığı bir sözcükten dolayı Ahmet Ateş, Erol Bey’i sınavda bırakmıştır bunun nedeni ise Erol Bey’in çok iyi bir öğrenci olmasına karşın çok basit bir sözcükte hata yapmasıdır. Çok değerli bir başka hocası Tahsin Yazıcı’nın araya girmesine rağmen Ahmet Ateş bu kararından dönmemiştir. Ancak üç ay sonra sınavın tekrarında hiçbir şey söylemeden pekiyi vermiştir. Bu eski yazının Erol Bey’e araştırmaları konusunda epey katkısı olduğunu söyleyebiliriz.

 

Daha sonraları hayatında Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya ile çalışma dönemi başlar. Erken Cumhuriyet’i de hazırlamış olan İttihat Terakki konusu onun için en iyi konu olmuştur. İttihat Terakki Cemiyeti’nin oluşumu, gelişimi ve sonda uğradığı yargılamaları konusunda hocası Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya ile beraber yaptığı araştırmalar bu konuyla ilgilenenler için adeta bir yol gösterici olmuş ve devamında yeni yollar açmıştır. O zamanki asistanlık mantığında Tarık Bey’e epey yardımcı olduğu söylenilebilir.

 

Birlikte cevap aradıkları konulardan bazılarını başlıca sayarsak;

Cumhuriyet’in doğuşunda önemli olan etkenler nelerdi?

Erken Cumhuriyet, İkinci Meşrutiyet’ten neyi devralıyordu?

Meşrutiyetçilerin amacı neydi?

Meşrutiyetçiler niçin bir harekete başladılar nasıl başarılı oldular?

Ömrü hayatı boyunca kendini bu ve benzeri sorulara ve daha detaylarına vakfetti, cevap aradı, belge topladı. Tüm bu çalışmalarını da derleyip toparladı. Ancak mükemmelliyetçi kişiliği bunları yayınlamasına mani oldu. Çoğu kez tarihçi dostlarının çıkardığı kitapları eleştiriyor ve hataları buluyordu, Erol Bey için güncelliğini yitirmiş ve uydurulmuş bir bilgi fiyasko niteliği taşımaktaydı ve her geçen gün ilgilendiği İttihat ve Terakki konusunda yeni gelişmeleri öğreniyor yeni belgelere ulaşıyordu. Onun için İttihat ve Terakki’yi 7 defa yazdım 7 defa yaktım söylemini dile getirmiştir.

 

Erol Bey’in eserlerinden ilki olan ve üç büyük ciltten meydana gelen İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin yargılanmaları ile ilgili şimdiye kadar bir türlü bir araya getirilemeyen zabıtlar vefatından sonra çıkabilmiştir.

 

Bunun yanı sıra siyasal hayatımızda İttihat ve Terakki’nin yeri ve konumunu esas alan İttihat Terakki Cemiyeti’nin hukuki yapısı yani Nizamnamesi ayrıca doğrudan doğruya kongrelerini içeren araştırmalarını da toplamış kitaplaştırmıştır. Ancak bu çalışması henüz yayınlanmadı.

 

Kitaptan bahsetmeden hemen önce şundan bahsetmeliyim. Hocası Tarık Zafer Tunaya ile ortak kararda olduğu bir husus vardır. Erol Bey’in deyişiyle İttihad ve Terakki tarih önünde yargılanmamıştır. Şimdiye kadar Tarık Zafer Tunaya’nın yeni seri olarak başlattığı Türkiye’de Siyasal Partiler serisinin üçüncü cildi ayrı tutulursa bu konuda şimdiye kadar yapılmış derli toplu bir çalışma bulunmamaktadır. Kısmi ve eksik bir takım çalışmalar vardır. Çoğu kez İttihat ve Terakki’nin üç defa yargı önüne çıktığını söyler.

 

Bunlardan birinci Divaniye mebusu Fuat Bey’in Meclis-i Mebusan’a verdiği 10 maddelik bir takriri gereğince yapılan soruşturmadır. Meclisin kapatılmasıyla bu soruşturma yarım kalmıştır ve yarım bir yargılamadır.

 

İkincisi 8 Mart 335 (1919) tarihli İrâde-i Seniyye ile kurulan Divan-ı Harbi Örfi. Bu örfide İttihatçılar Ermeni taktil ve tehcirinden suçlanarak yargılanmıştır.

 

Üçüncüsü ise Erol Bey’in şahsi kanaatine göre İttihat Ve Terakki’nin tasfiyesi olarak gördüğü Ankara’da 1926 yılında görülen siyasi davadır. Bu dava Mustafa Kemal Atatürk’e İzmir’de suikast girişimi ile ilişkilendirilen ama ispatlandırılamayan bir takım İttihat ve Terakki üyeleri üzerinden doğrudan doğruya İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin yargılanmasıdır. Bu üyelerden bazıları Doktor Nazım Bey, Cavit Bey, Ardahan Mebusu Hilmi Bey’dir. Bu davada idama mahkum edilmişlerdir.

 

Vefatından altı sene sonra yayınlanabilen Osmanlı İttihad ve Terakki Cemiyeti Yargılamaları isimli üç ciltlik eserini bu yargılamalar temelinde konumlandırmıştır.

 

438 sayfalık ilk ciltte Birinci Dünya Savaşı’nı kaybetmemiz üzerine memleketi 1914’te savaşa sokan İttihat ve Terakki hükümetlerinin bu işteki sorumluluğunu araştıran o zamanki Meclis-i Mebusan’da yapılan soruşturmaların zabıtları, yani İttihatçı liderlerin ifadeleri yer alıyor.

 

616 sayfa tutan ikinci ciltte ise İttihatçılar’ı yargılayan Divan-ı Harp zabıtlarına yer ayrılmış.

 

Son cilt ise 1020 sayfa ve bu ciltte 1926’da Mustafa Kemal Paşa’ya karşı İzmir’de ortaya çıkartılan suikast teşebbüsünün ardından İzmir’de başlayan, bir dizi idamın ardından Ankara’daki İstiklâl Mahkemesi’ne nakledilip yine idam kararları ile son bulan ve tarihimizde “siyasî yargılama” olarak bilinen davanın zabıtları bulunuyor.

***

 Erol Şadi Erdinç ile vefatından çok kısa bir süre önce İttihat ve Terakki üzerine bir sohbet gerçekleştiren İsmail Sürücüoğlu’nun röportajı bazı konularda bizlere ışık tutuyor.

 

-Siyasal ve toplumsal ortam bakımından, İttihat ve Terakki’yi ortaya çıkaran gelişmeleri şöyle anlatıyor Erol Bey,      

                                                                                                                              

İttihat ve Terakki’yi ortaya çıkaran siyasal ortam, bir ara yürürlüğe sokulmuş sonra yürürlüğü ertelenmiş Kanun-i Esasi’nin yeni baştan yürürlüğe sokulması çabasıdır. Şimdi ilk Kanun-i Esasi’yi hazırlayan ve ilan ettiren harekete biz Yeni Osmanlılar hareketi diyoruz. Ama ikinci kez askıya alınmış yahut yürürlüğü durdurulmuş Kanun-i Esasi için yapılan çalışmaya Tarık Zafer Tunaya’nın deyimiyle II. Jön Türk adını veriyoruz.

 

Şimdi durum şu; tek iradenin bütün devlet yönetimine hakim olması birtakım aksaklıkları meydana getiriyordu. Oysaki İslami kuralda da bu var, meşveret esastır, yani danışma. Dolayısıyla toplumun da bu kararlar üzerinde etkisi olması gerekir. II. Jön Türk hareketinde amaç zaten budur. Toplumun yönetimde irade beyanının olması…

Onun için de hem Kanun-i Esasi hem de Meclis-i Mebusan üzerinde ısrar etmişlerdir. İlk defa hareket askeri tıbbiyede başlamıştır. Yani bu nedir, üç kişi beş kişi bir araya gelerek belli bir hareketi meydana getirmek, taraftar toplamak, mücadeleyi olgunlaştırmak ve sonuca ulaştırmak…

 

İbrahim Temo’nun hatırasına dayanarak, doğrudan Mayıs ayı içerisinde ama 1889 yılında İttihat-ı Osmani adıyla görüyoruz ilk kez bu kuruluşu. İbrahim Temo’nun anılarına bakarsak ilk düşünce Temo’dan geliyor, ilk isim. Evvela biz bir başlayalım diyorlar, sonra bunun devamı gelecektir. İbrahim Temo’nun saydığı isimler, Abdullah Cevdet, Mehmet Reşit Bey, Konyalı Hikmet Emin, bazıları Dağıstanlı Ali Bey’i de buna katarlar. Ama benim esas aldığım kaynak daima Ahmet Bedevi Kuran olmuştur. Ahmet Bedevi Kuran bu tarihi verir, Temo’da aynı tarihi verir, Mehmet Reşit Bey’de kendi anılarında bu tarihi verirler. Yani 21 Mayıs toplantının olduğu gün.

 

- Niçin bu harekette ilk önce Tıbbiyelileri gördüğümüzü, bunun biyolojik materyalizmle, kuramsal olarak bir bağlantısı, yakınlığı var mıdır sorusunu ise şöyle yanıtlıyor,                                 

 

Evet, bunu söyleyebiliriz. Askeri tıbbiye yani pozitif bilimi savunan bir eğitimin ürünleridir bu kişiler. Şimdi askeri tıbbiyedeki bu öğrenci hareketi giderek aydınların da ilgisini çekmiş. Mesela kuruluşundan iki sene sonra bir teşkilatlanma toplantısı olan İnciraltı İçtimaı’nı esas alacak olursak, burada cemiyet hem başkanını seçmiştir hem veznedarını seçmiştir. Kendi üyelerini belirlemiştir, bunlar da 12 kişidir zaten. 12 kişinin 11 kişisini tespit ettik, on ikinciyi bir türlü tespit edemiyoruz.

 

Şimdi, biyolojik materyalizmle ilişkisinden bahsedilebilir elbette; ayrıca ilk hareket tıbbiyede başlamış ve biliyorsunuz bu gizli bir kuruluş. İşte bir takım insanlar diyorlar ki bu kuruluş gizlidir, çete gibidirler vs. Peki, Abdülhamit despotizmine karşı bu isimler açıkça seninle mücadele etmek için mi kuruluyoruz, diyecekler. Elbette gizli kurulmuş olacaklar.

 

Dahası ve kapsamlısı için İsmail Bey’in röportajını okumanızı şiddetle tavsiye ederim.

***

Erol Bey tüm bu araştırmalarının yanı sıra çeşitli yayınevlerinin editörü olduğu için de döneminin çok önemli isimleri ile çalışmıştır. Çok kıymetli eserleri yayına hazırlamıştır. Selânik Askeri Rüştiyesinde Atatürk'ün yazı ve tarih hocalığını yapmış çok önemli gazeteci ve yazar Ahmet Emin Yalman’ın Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim kitabı ayrıca Atatürk’ün genel sekreteri Hasan Rıza Soyak’ın Atatürk’ten Hatıralar kitabı buna örnek olarak verilebilir.

 

Erol Bey’in çok yönlü kişiliğine daha başka örnekler verecek olursak İş Bankası Kültür Yayınlarının hazırladığı biyografiden yararlanmamız gerekir. 1974 yılında Akdeniz Haber Ajansı’na girmiş, ardından Tercüman gazetesi bünyesindeki Kervan Yayınları’nın yöneticisi olmuş. Bu dönemde özellikle 1001 Temel Eser başlığı altında pek çok Osmanlıca ve Osmanlı tarihine ilişkin çalışmanın Türkçeye çevrilerek basılmasına önayak olmuş.

 

Doğan Kardeş Yayınları’ndan sonra Yapı ve Kredi Bankası’nda Vedat Nedim Tör’le birlikte Kültür ve Sanat Danışmanı olarak çalışmış; bankanın desteği ile kurulan Türk Halk Oyunlarını Yaşatma ve Yayma Tesisi bünyesinde halk oyunlarının tespiti ve derlenmesi; Anadolu sanatlarına ilişkin sergilerin ve gösterilerin hazırlanması türü faaliyetlerde yer almış.

 

2012 yılının Ekim ayında akciğer kanseri sebebiyle ebediyete uğurladığımız bu çok kıymetli şahsiyet Erol Bey ile daha fazla hemhal olmak isteyen ve bilgilerinden yararlanmak isteyenler Tarihin Arka Odası arşiv bölümlerini izleyebilirler. Zamanın nasıl akıp gittiğini anlamayacağınız bu güzel bölümlerde Erol Bey İttihatçı ailelerini, ittihatçıların kendilerini, geride bıraktıkları ile yaptığı görüşmeleri, o eski İstanbul’u, çocukken Kazım Karabekir Paşa’yı görmesini, Hikmet Bayur ile yaşadığı anısını, çeşitli gazetelerde geçirdiği maceralarını, o görkemli Bâb-ı Âli baskınını ve daha nicelerini anlatmaktadır.

 

Yaşamışçasına benimsediği adeta yol arkadaşı addettiği İttihatçılar onu fazlasıyla duygulandırmaktadır. Bir Dr. Nazım Bey, bir Cavit Bey örnekleri adeta gözlerini yaşartmaktadır. 

 

O yüzden de İttihat Terakki bir ruhtur! O ruh ölmez! Zulme karşı mukavemet… deyişiyle anılır. Kendisine verilen Son İttihatçı unvanını da içten gülümsemesiyle onaylar.

 

Tarihin Arka Odası programına aşina olanlar bilirler. Rahmetli Erol Şadi Erdinç, çeşitli Türk Sanat Müziği aralarında kısılan gözleri ve dalıp giden bakışlarıyla özellikle gençliğine ve gençliğinin İstanbul’una dalıp giderdi ve bunu yansıtırdı. Çoğu esere ezberden eşlik etmesi ve hakim olması da ayrıca takdir edilecek bir başka yanı.

 

Kapısına geleni çevirmediğini, çoklarına yardımcı olduğunu, arşivini açtığını kendisinin vefatından sonra hakkında yazı yazan Murat Bardakçı’dan öğreniyoruz. Eşi hanımefendi bir defasında Murat Bardakçı’ya Erol Bey kendi akrabalarını tanımaz lakin İttihatçıların ıcığını cıcığını bilir latifesinde bulunmuş. Bilen ve öğreten sevimli kişiliğinin yanında İstanbullu okumuşların keskin alaycılığını da elden bırakmadığını tadını çıkara çıkara tenkit ederek yaşadığını da İlber Ortaylı’dan öğreniyoruz.

 

Son olarak şahsiyetiyle örnek timsal etmiş, hayatı boyu süren tutkusunu hasta yatağında bile kaybetmemiş Erol Şadi Bey’in ruhu şad olsun! Eserleriyle, emekleriyle var olsun. Huzurla uyusun!

 

Erol Bey’i çokça duygulandıran Dr. Nazım Bey’in idamı meselesidir. Yazımı idam sehpasından zulümdür bu zulüm diye seslenen Dr. Nazım Bey’in satırlarına terk ederek bitiyorum.

 

Bu imtidâd-ı cevre-ki bahtın şitâbı var

Mihnet medâr olan feleğe intisâbı var

Eyler nesîm-i lûtfu bize gird-bâd-ı gam

Bu rûzgâr-ı bî-mededin inkılâbı var