Arşiv Kargaşası


Arşivde, çeviriler hız kesmeden devam ediyordu. Arşiv görevlisi Oğuz ve çalışanlar arasında güzel bir ilişki olduğundan değildi. Oğuz'un çok katı ve sinirli bir insan olduğundan kaynaklanıyordu. Oğuz, bir yukarı bir aşağı yürüyerek, onlara işlerini daha hızla yapmaları gerektiğini söyleyerek koridorda ilerlemeye devam ediyordu. Koridor, loş ışıklarla aydınlatılmış duvarlar, koyu kahverengi duvar kağıtları ile kaplanmıştı. Belki de bu yüzden bir korku hakimdi koridorda. Rutubet kokusu da eklenince insanın bir an önce işini bitirip kendisini sokaklara atası geliyordu. Yerlerde her gün temizlenen, eski uzun kırmızı desenleri olan siyah halı vardı. Oğuz, içinden "Burasının arşiv olduğunu söylemeden insanları içeri davet etsek büyük ihtimalle tarikatın gizli bir odası olduğunu düşünürler." diyordu. Bu fikri pek çok defa kendisi de düşünmüştü çünkü Oğuz'unda giremediği odalar vardı. Bu odalar sadece özel izinle açılan yüksek güvenlikli arşiv odalarıydı. Pek çok defa içeriden gelen tuhaf konuşma seslerine şahit olmuştu zira. Oğuz, kendi kendine "Muhtemelen üst düzey insanlar ve ailesinin ilişkilerini anlatan belgeler vardır," diye düşünüyordu. Odasının kapsına geldiğinde belki de iki senedir görev yaptığı kapıya ilk defa dikkatlice baktı. Eski ya da eskitme görüntüsü verilmiş tuhaf bir boya, sarı pirinçten yapılmış bir kapı kolu vardı. Üstelik odanın kendisinden önceki sahibi muhtemelen çok fazla alkol tükettiğinden, anahtar girişi çiziklerle doluydu. Oğuz'un kapıyı incelemesinin sebebi ise daha önce hiç bu kadar sakin bir gün geçirmemiş olmasıydı. Bu aslında iyi bir şey gibi görünse de içinden bir ses "Bu sakinlik pek de hayra alamet değil," diyordu. Gereksiz, saf aksiyon filmlerindeki gibi polislerin bir eve baskın düzenlerken kapıyı açtıkları gibi kapısını paldır küldür açtı; sanki içeride onu bekleyen bir suçlu varmışçasına. İçeri girdiğinde, daha sonra bu yaptığından utanmasına yol açacak görüntü ile karşılaştı. Arşiv müdürü Cavidan Hanım, Oğuz'un sandalyesinde oturuyordu. Oğuz "Kusura bakmayın Cavidan Hanım, içeride olduğunuzu bilmiyordum." dedi ama bunu söylerken içinden "Bu kadının benim odamda ne işi var, selam sabah vermeyen kadın, hangi dağda kurt öldü acaba? " diye düşündü. Cavidan, Oğuz'un kapıyı çarparak açmasını aldırmayarak "Oğuz Bey, ben bir hafta izin kullanacağım. Bu zaman içerisinde belgelerle senin ilgilenmeni istiyorum. Zaten prosedürü biliyosun, beni çok acil olmadıkça arama!" dedi ve eline dosyaları verip odadan çıktı. Oğuz ise Cavidan Hanım kapıdan çıkar çıkmaz sinirli bir şekilde onun taklidini yaptı. Bu, onu biraz da olsa mutlu etmişti. Elindeki dosyaları incelemek istemiyordu. Onun istediği aslında bambaşka bir şeydi. Bir bahane bulup rütbesinin yetmediği ve sadece yetkili kişi imzası ile girilen o odalara girmekti. Nasıl olsa Cavidan Hanım da izine çıkacaktı ve tüm belgeler kendisine imza için gelecekti. Kısacası, artık tek yapması gereken kendisine izin belgesi hazırlamaktı. Hemen o eski, içindeki yumuşaklık hissini veren, süngerinin artık o hissi vermediği, yaylarının artık rahatsız edici bir boyuta ulaştığı, tozlu koltuğuna oturup kendisi için bir izin dilekçesi yazmaya başladı. Nasıl başlayacağını düşünürken mail kutusuna bir mail gelmişti. "Önce mailimi okuyayım daha sonra dilekçeyi hallederim" diye düşündü. Maili açtığında gönderenin anonim olduğu dikkatini çekti, "Yine penis büyütücü reklamlarından birisi sanırım" diye düşündü ama maili açtığında içerik kendisini şaşırtmıştı. Mailde yazan anlamsız bir dizi harf ve rakamdam oluşan, saatlerce düşünse bile bir anlam çıkaramayacağına o anda inandığı "16BS3DM" yazan içerikten ibaretti. Saçma olduğunu, birisinin kendisi ile dalga geçtiğini düşünerek dilekçeyi yazmaya geri döndü. Bir süre uğraştıktan sonra dilekçeyi güzel bir kılıf uydurarak yazmıştı. Artık tek yapması gereken şey dilekçeyi ertesi gün evrak teslim ofisine elden teslim etmekti. Böylelikle prosedür daha hızlı işleyecekti. Ayrıca aynı gün içerisinde sırlarla dolu evrakların olduğuna inandığı odaya girmek de balı kaymağı olacaktı. Bu düşünce Oğuz'un aklında büyük bir merak, neşe ve huzur duygusu oluşturmuştu. Daha sonra, sevgilisinin ona doğum gününde aldığı çakma Rolex marka kol saatine bakıp mesai süresinin dolduğunu farkına vardı. Eve gitmek için askıdan paltosunu alırken odasına şöyle son bir defa daha baktı. Duvardaki Atatürk portresine bakıp "Kim bilir neler biliyordu," diye düşündü. Daha sonra masasının üzerinde duran ağaçtan oyularak yapılmış baykuşa ilişti gözü. Onunla ilgili de pek çok anısı vardı ama şu an mutluluktan bu hüzünlü anıları düşünüp zamanını boşa harcamak istemiyordu. Son olarak yerde duran halıya baktı, "Dili olsa da konuşsa, kim bilir neler anlatırdı bu emektar bana" dedi. Daha sonra otopark görevlisine selam vermeden çıkıp gitmesi gerektiğini düşündü ve kapıyı açmak için kapı koluna doğru uzanırdı Tam o anda koridordan gelen gümbürtüyle birlikte içindeki huzur bir anda kayboldu. Çünkü gelen sese bakılacak olursa birisi evrakları etrafa saçmış, kendisi de yerlerde yuvarlanıp kriz geçiriyordu. Ya da yine kahve makinesi bozulmuş bu defa tamir edilemeyecek seviyeye ulaşmıştı. Kapıyı açtığında karşılaştığı manzara onu kısa süreli bir şoka soktu. Cavidan Hanım yerde, elleri kafasında yatmaktaydı ve üzerinde silahlı adamlar bağırarak, "Bu günün geleceğini adın gibi biliyordun Elizabeth, şimdi konuş, belgeler nerede* Yoksa çocuklarına veda bile edemeyeceksin!" diyordu. Ensesinde buz gibi bir hava hisseden Oğuz, iki defa denemesine rağmen yutkunamamıştı. Kendi kendine; "Elizabeth? Başkası ile karıştırıyor olmalılar." diyordu ama Cavidan Hanıma doğrultulmuş silahlar kendisini ziyadesiyle korkutuyordu. Bu sırada, koridorda duran iri yarı, sarışın ve aksanına bakılırsa Alman olduğu anlaşılan adamlardan birisi Oğuz'u fark etti ve hızla yanına doğru geldi. Ne yapacağını bilemeyen Oğuz, hızla odanın kapısını kapattı ve masasına doğru geri adımlarla çekilmeye başladı. Ne yapacağını, nasıl kurtulacağını düşünürken odanın penceresi gözüne ilişti. Pencereye doğru hareket ederken, kalbinin tüm gücüyle, parçalanacakmışçasına çarptığını hisseti. Alman kılıklı o adam gelip kendisini öldürmese bile kalbi bu heyecana dayanamayıp onu öldürecekti zaten. Sert bir hamle ile kapının menteşesini kıran adam, tek bir kelime etmeden arkasını dönmesini söyledi. Oğuz silahtan korktuğu için denileni tek seferde yapmıştı ama bunu yaptığı an ensesinde bir sıcaklık hissetti. Başı dönmeye başladı ve dengesini kaybetti, silahlı adam Oğuz'un ensesine vurup onu derin bir uykuya soktu, bayılmıştı...