Her yolun sonunda, her dokunun ardında ayaklarımın vücudumdan bağımsız getirdiği yerdir yanın. Aslında ne ben gelmiş oluyorum ne de sen kabul etmiş oluyorsun beni. Yani kavuşuyoruz, en sonunda sarılıyoruz ama ikimizin de bundan haberi yok. Yollar uzayıp gidiyor fakat kavuşturmuyor bizi. Ne yazık; yolları aşamama sebebim beni sevmemen. Bir sanrı içinde ve bir sancı içinde hayatın bu köpüren sularında, su sızdıran teknemle yolcularımı diğer yakaya taşımaya çalışıyorum. Kendim çok yorulmuşum, her yerim ağrı içinde ama bir kez olsun bunu dillendirememişim çünkü sarılması gereken yaralar vardır ve bu yaralar arasında sıra size gelmez. Geldiğinde de ya gereksiz bulursunuz ya da iyileştiremeyeceğini bildiğiniz merhemleri değdirmek istemezsiniz teninize. Bu böyledir ve böyle kalsın da istemezsiniz. İstenilen ve istenmeyen her şeyin bir insan boyunca dizildiği ve tüm bunlarla yapmak istediğinizin koca bir hiç oluşuyla kalmanız, hayatın size kurduğunuz cümlenin sonunu getirememesidir. Anlamsızlık içinde anlamınızın bulunması bir mucizedir ve bununla mutlu olursunuz. Anlamın bulunması için saklanması gereklidir ve tüm güvenlik sistemi derinden sarsılmıştır. Yani aslında anlam bir hazinedir, hazine ise güvenirliğinden emin olmadığımız ellerdedir. Hazinenin bulunduğuna sevinirken hazinenin alınıp kaçılması ve bir ömür ona muhtaç kalmak asıl dramdır. Bir hazinem vardı, bunu aldın ve ben sahip olduğum şeyin gururunu ve mutluluğunu yaşarken yaşam binasının en görkemli katından itildim. Üstelik itilirken sırtımı rüzgar sarıyor sanıyordum. Tüm bu sanrı ve sancıların içinde bir anlam aramak için çok geç. Tüm bu gecikmişlikler arasından bir umut bulmak ve yeniden büyütmek zor. Zorlukların bir zincir olması ve bu zincirin artık eller arasında bir halkasını koparmak zor çünkü bir halkası da benim boynumda. Yani kendi ellerimle kendimi astığım ve bir adam asmaca gibi adım adım hazırladığım sonum; bir oyundur şimdi. Hayat da benim çıkmaya cesaret edemediğim bir sahne ise kendimi göstermeden perdeyi kapatmak da asli vazifemdir.