Böyle yapma lütfen. Başka çarem yoktu, biliyorsun. Hem sana hem kendime daha fazla acı yaşatmak anlamsız olurdu. Gidiyorum artık ben, bir şey demeyecek misin?


Adam susuyordu sadece. Bildiği tüm kelimeleri unutmuştu o an. Ağlamaktan kıpkırmızı olmuş gözlerinin bir dakika daha açık kalmaya mecali kalmamış gibiydi. Kafasını yere eğdi. Dünyanın tüm yükü boğazından geçiyormuşçasına tüm sessizliğiyle yutkundu. Sonra sakallarını okşadı bir süre düşünür gibi. Kafasını kaldırdı ve yavaş adımlarla pencereye doğru yürüdü. Ruhu, hisleri, düşünceleri bulundukları odaya sığmıyordu artık. Ama o odadan şimdi çıkamazdı. Yaşanılanlar, yaşanacaklar ne kadar zor gelse de yapamazdı bunu. Eğer vedalaşır da çıkarsam kendimi ömür boyu affetmem diye düşündü ağır ağır yürürken. Pencere kenarına geldi. Yaşamın en hüzünlü şarkısını söyler gibi cama çarpan yağmur damlalarını izlemeye başladı. Odada gerçekten ölüm sessizliği vardı. Kalbi sıkışıyor, nefes almakta zorlanıyordu. Camı açtı, elini cebine attı ve sigarasını arar gibi cebinde gezdirdi ellerini.


Üşüyorum. Camı kapatır mısın? Hem içme şunu yanımda, canım çekiyor bak.


Adam kafasını çevirdi, sitemkâr bir gülümsemeyle kadına baktı. Onaylarmış gibi kafasını bir aşağı bir yukarı salladı, hızlıca camı kapattı. Pencerenin önündeki koltuğa oturdu. Ağlamamak için sıkıyordu kendini, dişleri saldırmaya hazır bir köpek gibi birbirine kenetlenmişti; ağlayamazdı, ağlamamalıydı. Hem son kez görüşleriydi birbirlerini. Yakışmazdı ona böyle yolcu etmek. Ağzından bir kelime çıkacak gibi olsa gözlerindeki zindandan yaşlar tüm özgürlüğüyle serbest kalacakmış gibi hissediyordu. Tüm konuşamaması bundandı işte. Gözlerini kırpmadan birbirlerine bakıyorlardı şimdi. Kelimeler değil de yağmurlarla birlikte gözlerin ezgisi vardı artık odada.


Konuşacağın yok senin belli ki. Son bir şarkı aç bari dinleyelim, zaman geliyor malum.


Adam bunu duyduktan sonra donuk bir ifadeyle saatine baktı. Derin bir nefes aldı. Bu nefes alış odadaki tüm acıyı içine dolduruyordu sanki. Belli etmemeye çalışıyordu ama ciğerlerine giren oksijen, artık yüreğine de ağır geliyordu. Yerinden kalktı, telefonunu çıkardı. Aklında bir şarkı varmış ve sanki yıllardır bu anı bekliyormuş gibi telefonundaki müzikleri dolaşmaya başladı. Müzikleri dolaşırken kayboldu orada. Hızlı hızlı bir şeyler yetiştirmeye çalışırmış gibi heyecanla arıyordu aklındakini. Sonra bir anda durdu. “Hah sonunda buldum!” dercesine bir hareket yaptı ve kafasını kaldırıp yorgun bakışlarıyla kadına baktı. Kadın da yorulmuştu zaten. Ama bunları düşünmek için çok geçti. Şimdi son kez müzik dinleyeceklerdi beraber. Bu anı bozamazdı. Odadaki diğer tüm ezgileri kaçıran ses duyuldu hemen sonra:

Bésame, bésame mucho

 Como si fuera esta noche

 La última vez


Kadının yüzünde şarkıyı duyar duymaz anlamsız bir gülümseme oluştu. Gözlerini kapadı.


Tahmin etmiştim, unutmamışsın” dedi. Şarkının melodisine tüm acılarını bırakır gibi bıraktı kendini. Uzun zamandır ilk defa rahatlamış ve biraz olsun huzurlu hissediyordu. Gözlerini açmadan devam etti.


En sevdiğimiz... Bizim şarkımız. Hatırlar mısın, üniversite balomuzda beni ilk dansa kaldırdığın şarkıydı bu. Şimdi kaç yıl geçti aradan, her şey değişti hayatımızda ama ilk şarkımızın bu olup da, veda şarkımızın da bu olması... Şimdi neden konuşmadığını anlayabiliyorum” dedi ve gözyaşları yavaşça süzülmeye başladı. Ağır aksak açtı gözlerini; önce duvardaki eskimiş, kenarları paslanmaya yüz tutmuş demir saate baktı. Saatin çıkardığı tik tak sesleri de müziğe eşlik ediyordu sanki. Sonra kafasını çevirip adama doğru bakmaya başladı sessizce. Adam arkasını dönmüş, elleri cebinde pencereden dışarıyı seyrediyordu.


Vedalaşalım artık. Vakit geldi, gidiyorum.” dedi kadın.


Adam arkasını döndü bunu duyunca. O da gözyaşlarına hâkim olamamıştı ya artık. Bir yandan sessizce burnunu çekmeye çalışırken diğer yandan göz ucuyla onlara eşlik eden saate kitlendi. Kadının gözlerinin içine bakarak yavaş adımlarla yanına gitti. Ellerini tuttu. Müzik, şiddetini artıran yağmur sesleriyle birlikte onlara son şarkılarını söylemeye devam ediyordu. Adam gözlerini kapadı, hayata tutunmaya çalışırmış gibi ellerini sımsıkı tuttu. Son kez kadınının ellerini, avuç içlerini öpmeye başladı gözlerinden yaşlar süzülürken. Yıllardır doyamadığı insana veda ediyor olma düşüncesi, yaşanılan şu an, ömür boyu kemirecekti içini. Gitme diyemezdi, üstelik bunun bir faydası da olmazdı artık. Dünyadaki hiçbir şey bir daha bu yaşanılan an kadar umurunda olmayacaktı belki de. Kafasını deve kuşu misali avuç içine gömmüştü kadının ve hıçkırı hıçkıra ağlıyordu şimdi. Bir süre sonra kafasını kaldırıp tek bir kelime etmek istedi.

İşte o zaman şarkı bitti.

Yağmur durdu.

Saatin tik tak sesi de durdu.

Ve tabii ki hayat da...


Odanın sessizliğini bozan tek şey, adamın bardaktan boşanırcasına ağlamaya devam etmesi oldu. Acı, oluk oluk dolaşıyordu içinde; her gün şiddeti artan bir ırmak gibi. Ne yapacağını da algılayamıyordu zaten. Tüm bunlar devam ederken odanın kapısı açıldı. Beyaz önlüklü biri kadın biri erkek, iki kişi girdi ardından. O zaman adam da kabullendi gerçeği, açtı gözlerini. Kadının ellerini yatağa bıraktı usulca. Kulağına doğru eğilip “Seni seviyorum, hep seveceğim. Hoşça kal.” dedi ve yanağına son bir öpücük kondurdu. Hızlıca yerinden kalktı ve koşar adımlarla odadan çıktı. Vedanın ardından kalan son seste dudaklardan süzüldü o sırada:


Ötanazi gerçekleşti, ölüm saati 16.13…