Yaşadığınız hayatı bir döngü halinde sonsuz defa yaşamak ister miydiniz? Zor bir soru, üzerinde uzun uzun düşünülmesi gereken ve hatta ne kadar düşünsek de net bir cevap veremeyeceğimiz bir soru... Fakat bu soruyu size Nietzsche’nin cümleleriyle sormak isterim ve sonrasında sizi kendinizle baş başa bırakmak isterim. “Bir gün şeytan kulağınıza eğilip bu hayatı tekrar tekrar bir döngü halinde sürekli olarak yaşayacağınızı söylese o şeytana ağız dolusu lanet mi okursunuz yoksa onun cümlelerini kutsal sayıp ona teşekkür mü edersiniz?”

Evet, istedim ki birkaç dakikalığına hayatınız, yaşadıklarınız zihninizde canlansın; kendinizi, hayatınızı sorgulayın. Nietzsche bu düşünce deneyine “Bengi Dönüş” adını vermiş, yani Sonsuz Dönüş. Kum saati misali aynı kumların tekrar tekrar, saniyesi saniyesine akması… Hayatınızın en küçük noktasının bile hep yaşanması… Bu size nasıl geliyor, korkutucu mu? Korkutucu gelmesinin altında yatan sebep hayatınızı bir başkası gibi yaşamış olmak mı yoksa aslında hiç hayatınızı yaşamamış olmak mı? Peki, özetle şöyle sorayım: "Geçmişinize dönüp baktığınızda bu benim hayatım, istediğim gibi, hayallerimdeki gibi hayatıma yön vermişim diyebiliyor musunuz?" Diyemiyorsanız tahminimce her güne başladığınızda “Hayatım çok farklı olabilirdi.” diyorsunuz. Ve her gün size yeni bir pişmanlık, yeni bir keşke doğuruyor. Ama istediğiniz hayat için yapmanız gereken tek şey ayağa kalkıp mücadele etmek. Her neyse hayalini kurduğunuz, her neyse sizi siz olmaktan alıkoyan ve hayatınızı yaşamınızı engelleyen, onlar için savaşmanız ki savaşırsanız bu soruya “Evet!” deme olasılığınızın artacağı gibi yaşama istenciniz de artar.

Ben bu sorunun temel faktörünün dönüp hayatımıza bakmamızla ilişkilendirilebileceğini düşünüyorum. Yani “Nasıl yaşamışım, kendi kişiliğim mi yön vermiş hayatıma yoksa başka parmakların rolü daha mı büyük?” gibi soruları kendimize yöneltip kendi hayatımızı tanıyabilme olanağı sunduğunu düşünüyorum. Tabii ki de çok daha geniş bir perspektiften bakılması gereken bir soruyu bu kadar dar bir kalıba almak uygun değil. Sonuçta bu sorulara verdiğimiz cevaplar bizi tatmin etse de bunun daha “Hayatımızdaki biz kendimize katkı sağlayabilmiş miyiz; kendimizi, hayallerimizi sabote etmiş miyiz?” gibi soruları var ki insanın kendi içsel hesaplaşmaları daha zor. Yani bu soruya net olarak “Evet” ya da “Hayır” cevabı vermek pek mümkün mü, emin değilim.


Bengi Dönüş kavramına baktığımızda benim aklıma onunla eş değer nitelikte sayılabilecek “Amor Fati” kavramı geliyor. Bunu çoğumuz duymuşuzdur zaten. Amor Fati yani “Yazgını Sev”. Kaderimizi sevmezsek bu yaşadığımız hayat bir ızdıraptan öteye geçemez ki Sonsuz Dönüş’ü de düşündüğümüz takdirde Sonsuz Dönüş’ün içinde sonsuz mutsuzluk demektir bu. Bizler ruhsal acıya dayanamıyorken sonsuz mutsuzluğu her defasında suratımıza atılan ateş toplarına benzetebiliriz. Her ne kadar acıyı mutluluk kadar hoş karşılamasak da hepimizin acılarından alacağı küçük de olsa bir ders vardır. Eğer acılarımızdan gerekli dersi çıkarırsak sonsuz mutsuzluk içinde kaybolmamıza gerek kalmaz. O yüzden acılarımızı da mutluluklarımız kadar kucaklamayı bilmeliyiz.


Son olarak ben olsaydım bu soruya ne cevap verirdim ona değinmek istiyorum. Bugüne kadar ne olursa olsun, ne yaşamış, ne acılar çekmiş olursam olayım, ben o anların hepsinde ben olarak vardım. Kendimdim ve kendim olmaktan gurur duydum. Hayat bana ne sunarsa onları büyük bir neşeyle kabul ettim. Acı sonuçlar doğursa da kimse anne karnından gülerek doğmamıştı. Yani acının da mutlulukla geldiğine inanıyordum. Büyük zaferler elde etmek istiyorsan büyük acılar çekmelisin gibi… Tüm kontrolün bende olmadığının da farkındaydım. Seçenekler üzerinden yolumu çiziyordum ve çizdiğim yolda yine seçeneklerle karşılaşıyordum. Yani bir nevi sonu belli bir oyunu oynamak üzere seçilmiştim. Sonu belli olduğu için oyunu bırakacak değildim. Sonuçta bu yolda gösterdiğin çabadır zaferi güzel kılan. Sunulan seçeneklere kimi zaman boyun eğdim kimi zaman da karşı çıkıp yeni bir seçenek yarattım. Tüm bunları yaparken acılarımı sevinçle, sevinçlerimi acıyla kaynaştırmayı öğrendim. Her zaman mutlu olamayacağımız gibi acının da bu hayatın önemli bir parçası olduğunu kavradım ve acılarıma kucak açtım. Yürüdüğüm yolda sadece benim ayak izlerim yoktu ama devamlılık gösteren tek ayak izleri benimdi. Başrol bendim!


Hepimiz kendi hayatımızın başrolüyüz, hikayemiz yazılmış ya da seçeneklerden ibaret de olsa bu bizim ana karakter olduğumuz gerçeğini değiştirmez. Yaşam, bize gümüş tepside sunulan bir hediye. Kimimiz bunu layıkıyla değerlendirirken kimimiz de tepsinin neden altından olmadığına takılıp parçalarda boğuluruz. Ama asıl olması gereken bütüne bakıp bu hayattaki yerimizi görebilmek. Özümüzün, hayattaki amacımızın farkına varıp hayallerimizi unutmazsak “Bengi Dönüş” kavramı yaptığımız tüm hatalara, tüm acılarımıza rağmen bize göz kırpabilir. İçimizdeki özü keşfetmemiz ve bu hayatın başrolü olduğumuzu unutmamamız dileğiyle!