gözyaşları kadar şeffaftı
dokunduğum ve öldüğüm
hayat
birer birer dökülüyordu mevsimlerin saçları
beni,
benliğimden uzaklaştıran bir karartıya
mecbur kılındığından beridir
ihanetin kamburunu
kendime yurt bellemişim
monoton şehrin en yüksek tepesinde
bir ağacın hüznüne
varlık olan yoldayız
usanç kırıklığının kapladığı yüzümde
kızıllığın ardında kalan
hiç tanımadığım bir okyanusa karşı
kayıp - olandım
silüetlerin nefesleri ruhuma değdiğinde
yağmur anlatır bütün vazgeçişlerin hikayesini
yağmurun anlamadığı şeyler de var
sonu olmayan bir vazgeçiş bu
ölmek bile istemiyorum
ki ölüm için
topladığım karanfilleri yirmilere taşıdım
yalın ayak yürüdüğüm yolda
derimin altına nüfuz eden kin cüzzamlı
bıçaktan daha keskin
gözlerimden yansıyan karanlık.
devşirilen alaca bir çınarı
yonttuğunla yanma yüreğim !
birden
bütün ünlemler niye suskunluğu benimsedi
bir tanrı yarattım inançsızlığımdan
avuçlarımdan kaydı
ben ıskaladım yüreğimi
bu yüzden
sessizlik bile bana inanmıyor artık
ama ben varım
gözlerim biraz daha puslu sadece
ben varım
üstelik onun oğluyum
resim: Simeon Solomon (1840-1905, British) ~ Love in Autumn, 1866
bir şarkı: blueneck - lilitu