Şimdi sonsuz bir akşamüstü tenime

İnerdi damla damla,

Değdiği gibi kurşuni birer nefes olur

Senli ve sisli her düşünce

Gözlerime gelen sarsıcı düş, bu tanıdık nefesten daha soğuktu

Bunca sisi kaldırabilir miydi? Bir çift gözün elinden tutmuş bulutlu bir zihin

Düş içinde sen oluşu bu boşluğun kolonlarında betonlaşmış bakışlardan daha soğuk

Ve üşütürdü varlığımı

Anlatacak şey çokken seni nasıl öldürdün?

Susarak mı? Yoksa olarak mı?


Nefsin sürtük egoların altında can çekişirken,

bencilliğin ve ölmüş bir krallığın kölesi olmuşların içinde ve

Bunca yokların arasında yerin karanlığına hapsolmak an meselesiyken

Neyin vardı sana ait, sayılı bin nefes mi? O da emanet verilen...

Ve neyin ispatıydı fiiller? Yoka o kadar yakınken... Ve sen hiçbir isme karşılık değilken...


Tüylerimin ürperişi, verdiğin ıztırabın harareti damla damla şakaklarımı istila ederken

Ve anın yok oluşa sürüklenişini perde perde izlerken

“bu kadar galiba” dediğim radde, an an, his his ruhuna işlemiş miydi?

Karşına cesedini al, gözlerine sor anlayabilmiş mi?


Nihayet.



Ve baharlar geldi yine ama biz-siz baharlar

ve

zamanla geçer dediğin an, geçen zaman olmuştu...