Parça bölük yazılar buldum geçenlerde. Farklı defterler farklı kağıtlar birbirine girmiş. Hepsinde üzüntü hakim.


En dipte olduğum zamanlar hiç fark etmemiştim bu kadar derinlerde yüzüğümü. Farkında olmadan bir önceki mutsuzuluklara odaklamışım. Özgürlüğümü kazandım sanmışım. Sonra en kötü olduğumu düşündüğüm zamanlarda o halimden daha iyi durumdaymışım bunu da fark etmemiştim... Gittikçe iyileşmişim. Ama ya şimdi de yanılıyorsam?


Tanıdığım insanların hiçbiri hayatı toz pembe görmüyor. Öyle insanlar varmış gibi davranıyoruz; sanki imkanı varmış gibi. Gerçi hep böyleyiz. Bu yazının sonuna kadar belki bir şeyler hissettiririm okuyana. Yazı biter. Başka bir odak buluruz yine. Acıların yazdıkça geçmediği gerçeğiyle yüzleşen sadece ben olurum. Hayatı toz pembe gördüğünü sandığımız insanlar da böyle. Öyle olamayacağını biliriz de kabullenmeyiz. Kiminle yüzeysel ilişkinin duvarlarından tek bir tuğla çeksek direkt üzüntülerini, karmaşıklıklarını, endişelerini buluruz.


Peki dipteyken bunu ben bile anlamazken hiç mi kimse görmedi beni? Toz pembe bakan insanlardan da değilim halbuki. Gerçi iki cevabım var buna; ya kimsenin anlamayacağı kadar profesyoneldim ya da tahmin edemediğim kadar yalnızdım. O zaman bu bulduğum kağıtlar ne? Bir anlık yazma isteğiyle döktüğüm, biter bitmez üstüne düşmeden sanki hiç yazılmamış gibi unutup sokaklara kendimi vururken aklıma gelmeyen cümleler neden?


Bana saklı kalması gereken şeyleri saklamamaya karar verdim. Bir amaç aramadım. Belki biraz farklı düşünmeye itmeye çalışıyorum. Yıllardan beri böyleyim. Adler, Freud, Jung okuduğum zamanlardan beri böyleyim. Daha doğrusu böyle olduğumu sanıyordum. Meğer bugüneymiş kısmet. Yaşayamadığım beni yaşamaya karar verişlerimi bırakıyorum buraya. Geçmiş olsun bana, geçmiş olsun size...