Geçen gün İstanbul'a çok yağmur yağdı, yaşayan varsa biliyordur. Ben de tam o sırada eve bir şeyler almak için dışarı çıkmıştım. Ben markete gidene kadar yerde ufak gölcükler oluşmuştu. Bir yandan da sevgilimle konuşuyordum, dolayısıyla biraz dalgındım. Onun bana dediği bir şeye gülerken de yanlışlıkla bir su birikintisine bastım. Bu birikintinin pantolonumda devasa bir çamur izi oluşturduğunu da ertesi sabah pantolonumu elime aldığımda fark ettim. İnsan tabii sinirleniyor bu duruma ama paçanıza çamur bulaşmasına sinirlenmeniz o anki ruh halinize ve hatta kişiliğinize göre değişiklik gösteriyor. Eğer çok önemli bir iş görüşmesine gidiyorsanız sinirlenebilirsiniz ancak daha fazla ıslanmamak için eve koşturuyorsanız çok umurunuzda olmaz. Marka takıntılı biriyseniz 800 lira verdiğiniz bir pantolonun batmasına kızabilir, böyle şeyler umurunuzda değilse semt pazarından 15 liraya aldığınız bir pantolonu yıkamadan direkt çöpe atabilirsiniz. Ben de tam bu düşünceye odaklandım ve düşünedurdum. "Paçaya yapışan çamurun dilsel/düşünsel anlamdaki karşılığı nedir?" diye. Eğer hızlı düşünen biriyseniz aklınız, "çamur atmak" deyimine gitmiş olabilir. Ancak iş o kadar kolay değil. Öncelikle mutlak karşılığı olması için o dilsel/düşünsel ögeye maruz kaldığınızda o anki ruh halinize ve kişiliğinize göre farklı tepkiler vermeniz gerekir; karakteri ya da ruh hali fark etmeksizin kimse kendisine çamur atılmasından hoşlanmaz. O sebepten "dalga geçme" eyleminin bunun tam karşılığı olduğunu düşündüm.


En başta dalga geçmek hiçbir şekilde din, dil, ırk, renk, cinsel yönelim ayırt etmiyor. Var olan hatta var olmayan her şeyle acımasızca ve katıla katıla kahkahalar atarak dalga geçebilirsiniz. Tabii bunu yaparken dikkatli olmanız gerekir. Çünkü uygarlığımız dalga geçmememiz gereken şeyler üzerine kurulmuştur. Tanrı, seks, annelik, fakirlik, cinayet, katliam, soykırım, krematoryum, savaş, ölüm, kahramanlar... Uygarlığa mal edilmiş her şey insanlığın ortak malıdır ve yeterince toplumcu olan her birey kendisiyle en ufak bir alakası olmamasına rağmen -kendi içinde öznelleşememesinden ötürü belki de- bu tür hassas konularla dalga geçen insanlar karşısında yolunu değiştirip o insanı hayatından çıkaracağına, öfkelenir. Bu ilkel bir 'sürüyü bir arada tutma' güdüsüdür. Şiddetli bir şekilde uyarılabilir, tehdide maruz kalabilir, dövülebilir, yakılabilirsiniz ve az önce belki de ölümün kendisiyle dalga geçerken gözlerinizi -ölümden sonra neye inanıyorsanız- orada açabilirsiniz.

 

Bir şeylerle dalga geçmek öznelleşmenin ilk adımıdır ve dalga geçmek tek kişilik bir eylem değildir. Bir şeylerle kendi kendinize dalga geçmek bomboş bir salonda ışıkların, nefes almanızı engelleyen sahne elbisesinin, kulakları sağır eden müziğin içerisinde saatlerce şarkı söylemek gibidir. Dalga geçmek doğası gereği bir başkasına ya da başkalarına ihtiyaç duyar; tam da bu yüzden toplumsal bir eylemdir. Konu her ne olursa olsun, ne kadar acı verici, ne kadar trajik, ne kadar korkunç, ne kadar tiksinç ya da ne kadar güzel, kutsal, kusursuz, büyüleyici olursa olsun o 'şeyin' baştan aşağı çamura batması, küçülmesi, kanıksanması için komik bir adama ve ona gülecek bir kalabalığa ihtiyacı vardır. Ona gülecek kalabalığın sayısı ise bu korkutucu ya da kutsal 'şeyin' ne kadar normalleştirildiği, o şeyle ne kadar karşılaşıldığı ve ne kadar eskidiğine göre değişiklik gösterir.

 

Bir ülkede fakirlikle dalga geçmek eğer komik bulunuyorsa o ülke fakirdir. Bir ülkede seks hakkında şaka yapan kadınlar ne denli rahatsız ediciyse o ülke o kadar muhafazakardır, bir ülke tarihsel kahramanlarıyla dalga geçmeye başladıysa uzun zamandır yenisi gelmemiş demektir. İnsan, doğası gereği her şeye alışır. Kokulara, tatlara, hislere, olaylara, trajedilere... Dalga geçmek bir çağrıdır esasında. Memeliler korktuklarında dişlerini gösterirler, insanlar ise korkmaya başladıklarında güler, dişlerini gösterirler. Eğer bir yerde bebek ölümleri hakkında bir şaka yapılıyorsa ve bu kınanmayla değil de kahkahayla karşılanıyorsa o espriye gülenler suçludan ziyade sorumlu hissetmelidirler. Çünkü insanlar bebek ölümlerine gülmeye başladıysa bebek ölümleri değersizleşmiştir ve bu yönde bir eylem alınması gerekmektedir. Size bir zamanlar korkunç gelen şeyler artık komik geliyorsa bu daha kötü, daha modern ya da daha zıt, farklı bir insan olduğunuzdan değil; o korkunç veya güzel şeylerin toplum tarafından sıkça karşılaşılan olağan bir durum haline gelmesindendir. Tam da bu yüzden, soykırımın kendisinden çok onunla dalga geçilmesine kızarız. Çünkü 'değer', 'olaydan' daha önemlidir. Bir evlilik teklifi sunulan mücevherin fiyatına göre güzelleşir. Okullarda, üniversitelerde hep en önemliler anlatılır. Edebiyatımızın en değerli eserlerinin isimlerini ezberleriz ve dostlarımıza, sevgililerimize, ailemize en değerli günlerinde hediye alırız. Bu yüzden oruç tutmak hakkında dalga geçmek, muhafazakar bir ortamda kınanabilecekken oruç tutan farazi bir adamın başından geçenler kahkahalarla karşılanabilir. Biri olayla, diğeri değerle dalga geçer ancak temelde ikisi de aynı şeydir. Bir kutsal, yani oruç dalga konusu olmuştur fakat ikisine verilen tepki farklıdır. Çünkü biri örtük, biri apaçık gerçekleştirilmiştir. İnsanlığın olaydan ziyade değere takmış olmasından mıdır bilinmez, linç edilen tüm komedyenler ve karikatüristler 'değerlerle' dalga geçmelerinin sonucu olarak linç edilmişlerdir. Usta komedyenler olaylar üzerinden dalga geçerek seyircisini aydınlığa taşımaya çalışır. Oysa insanlar değerleri bir kenara bıraksaydı ve olaylara odaklansaydı şimdiye kadar hiçbir savaş çıkmamış, hiç kimse şehit olmamış, kimse çarmıha gerilmemiş ve kimse yakılmamış olurdu.

 

Uygarlığımızın üstüne temellendirildiği değerler, olaylara rasyonel bakmamızı güçleştirdikçe bir piyon olarak yönetilecek; tek ses olarak bağıracak, öldürecek ve öldürüleceğiz. Uğruna en fazla savaşılmış şeylerden biri de din; dinlerin pek çoğu “öldürme” emrini verir ancak tarihe bakarsak tüm kutsal kitaplar, kılıcını “değerler” adına sallayan adamlar tarafından en az bir kere baştan aşağı kana bulanmıştır. Din için öldürdüğümüzü düşünürüz, ancak öldürdüğümüzü yani dinin kendisine ters bir şey yaptığımızı fark etmeyiz. Çünkü gözümüz değere takılmıştır. Bu basit bir insan refleksidir. Daha yakından anlamanız için konuyu biraz derinleştirelim:

 

5 milyar dolar karşılığında, aşık olduğunuz kişiyi tek seferliğine aldatır mıydınız?

 

Değer ve olay çatışması işte burada devreye girer. İnsanlar böyle yönetilir, böyle köleleştirilir ve böyle çarkların arasında kaybolarak mahvolur. Reddedemeyecekleri soyut bir değer (fiziksel ya da toplumsal olabilir) üzerinden her türlü pisliği yapabilirler.

 

Kız kardeşini ‘namusunu’ temizlemek üzerine öldüren erkek çocukları buna bir örnektir.

 

Bir hafta önce koynunda uyuduğu ablasını vururken ona erkek olduğunu söylerler. ‘Namus’ terimi kişiden kişiye değişen ve somut olmayan bir değerken, cinayet tamamen gerçektir.

 

Mizah toplum hakkında çok önemli ve çoğu zaman üzücü bilgiler verir bize.

 

Tam da bu yüzden, dalga geçecek korkunç şeyleri olmayan toplumlar gelişmiştir.