Karanlık.


Küçük bir odanın içinde savaş veriyorum karanlığa karşı. Onu burada var eden de benim. İçeri soktuğum kitapların zaman zaman yoldaşlık ettiği gibi zaman zaman da karşı tarafa geçtiği, ihanet ettiği olmuştur. Ben yine itina ile kaldırdım onları düştüğü yerden; kapatırken bile kapağını, üstelik okşayarak cildini. Çünkü kimilerinin içindeki umut bile kâr etmedi mutsuzluğuma, hatta onlara itina edişim bile mutsuz kıldı kendimi. Umudum yok, hiç de olmadı aslında. Benim hep hayallerim vardı, bu ikisini karıştırmayınız. Odaya girip de kapıyı kapatıp pencereyi hafif araladığımda başlıyor bizim savaşımız. Perdeyi hafif aralayarak ve loş kılarak ışığı avans veriyorum karanlığa, ki o ne kadar güçlü olursa sen o kadar saçarsın ışığını. Düşmanını güçlü kılan şey korkundur, korkmuyorum.


Yorgunuz, o benden daha yorgun ve yorgun bir karanlığa iletiyorum kendimi, kendi yalnızlığıma çarptığım yerden. Yükseliyorum bazen, sesim tanımadığım bir tonda aşıyor benden, karanlığa ve kitaplara çarpıyor kelimeler, karşılığı bir toz zümresi. Esir düştüğüm ve esir aldığım da oldu, yenmedim ve yenilmedim de henüz. Sıra ona geldiğinde bir yaban domuzu gibi vurup derin kesikler atıyordu benliğime, açılan yaralardan tüm kusurlar ve hatalar dökülüyordu önüme, zayıflatıcı olabileceği gibi sarsıcı da oluyordu bu. Uzun süredir bu savaşı veriyorsanız sarsıntılar sizi bir sonraki hamleye karşı dayanıklı yapıyor. Susuyoruz bir müddet, susmak kabullenmektir içten içe ve düşünmek, kabullenişe itiraz için. Susup dalarken düşüncelere onun çoğaldığının ve etrafımı sardığının da farkındayım.


İtiraf etmeliyim, her ne kadar kaçmasam da bu meydan okuyuştan. Suskunluklarımda yaktığım sigara ve araladığım pencerenin içeri aldığı ay ışığı yırtsın isterim karanlığı. Derin derin nefeslerle çekiyorum geceyi içime, içime çektiğim nefes de temizlemiyor içimi. Karanlık büyüyor, karanlık karanlık büyüyor üstelik... Ve sonsuz olan o. Sonsuz mutluluk diye bir şey yoktur ama acı sonsuzdur, senle beraber yiterken mutluluk, acı senden sonrakilere miras kalacaktır anılarda.


Kalabalıklar arasında da kendi karanlığıma çarpacak kadar savaş veriyorum. Kendimden başka herhangi bir şeye açılmadığım, savaş vermediğim doğrudur ve kendimden başka kimseye zarar vermediğim de.


Yorgun zamanlar susuyorum, yorgun bir atın umarsız nal seslerine takılarak üstelik. Yılgın ayakların o toz kaldırışlarına hayranlığım. O, zamandan ve mekandan bağımsız düşler içinde yaşamak bu hayatı. Sona varmadan ama sonu bilerek, çaresizce teslim oluş içinde yaşamak bu hayatı. Tutunduğum "sen"in bütün kapıları açacağını sanarak yaşamak ve vazgeçmek bu uğurda; imandan, imadan hatta kendimi inşadan. Teslim olmaktır bu, bütün bir teslimiyet ile koymak yüreğini; aşkın secdesine varmadan gönlüne de koyamayacağın gibi "o"nu.


Ne kadar geç olmuş vakit. Bu saatten sonra uyur muyum bilmem ama uyanacağım kesin. Van Gogh'un öldüğü yaşta, kendimi yaşatmanın savaşındayım. Ettiğim duanın umudu duruyor avuçlarımda. Yüzüme her vuruşumda avuçlarımı, umut umut değil acı acı çarpıyor yarınlarıma.


Kendimi yaşatmanın savaşındayım; iyiliği iyilik ile büyütürken kötülüğü kötülük ile yok sayacağım o yeni savaşımda. İnsanın insana değmiyor dizeleri. Bizim çağımızda, bizim payımıza düşen de bu imiş.