Kötülüğün sıradanlaştığı bir dönemde iyiliği korumak, geleceğe umutla bakmak için neler yapabiliriz, diye düşünüyorum sık sık. Sosyal medyada veya sokakta moral bozucu o kadar çok olay ve düşünce ile karşılaşıyorum ki kimileyin iyiliğin bu dünyada kalıcı olamayacağı endişesine kapılıyorum. İnsanların iyilikten ziyade kötülüğü yayma gayreti ise bu endişemi destekliyor. 


Oysa toprağa ekilen bir tohumun filizlenmesi gibi gördüğümüz, okuduğumuz, duyduğumuz olay veya düşünceler önce bizi etkiliyor. Kafamızda önce şöyle bir dolaşıyor, vücudumuzda bir yere mutlaka tortusunu bırakıp ağzımızdan söz veya kalemimizden yazı ile diğer hedeflerine varmak için yola çıkıyor. Bu olumsuz düşünceler günümüzde sosyal medya paylaşımları ile aynı anda binlerce insanı etkileyebiliyor. Mesela, bir doğal afet olduğunda, o afette insanlara yardım edenlerden çok durumdan faydalanmaya çalışanlar gündem oluyor. Deprem sırasında yağmacılar, yangında “ben oradaydım” reklamı yapmak için olay yerine akın eden influencerlar, sel felaketinde ürünlerini fahiş fiyata satan esnaf, şehrin ortasında bomba patladığında müşterilerini iki üç katı fiyata taşıyan taksici hikayeleri herkes tarafından sürekli konuşuluyor. Oysa toplumsal olaylarda insanların moralini yüksek tutmak, işleri yoluna koymak için en temel ihtiyaçlardan birisi değil midir? Elbette her toplumda beklenmedik yıkıcı olaylarda elini taşın altına koyan insanlar gibi durumdan faydalanmaya çalışan fırsatçılar da vardır. Fakat gündelik muhabbetlerden sosyal medyaya, görsel ve işitsel medyadan sokak röportajlarına kadar bu insanlar gündemi o kadar çok meşgul ediyor ki asıl konuşulması gereken iyiler gölgede kalıyor. Bunun sonucunda da toplumun iyiliğe olan inancı sarsılıyor. Kötülüğün elbette hukuki bir karşılığı olmalı, bunların yazılıp çizilmesi de gerekli, fakat aynı kalemden çıkmış gibi görünen iletiler ile iyi olanı gölgede bırakırcasına kötüyü konuşmanın, olumsuz davranışları iyi yönde değiştireceğine inanmadığım gibi toplumsal motivasyonumuzu da kırdığını düşünüyorum.


İyi olana yer açmak için kötü düşüncenin sesini kısmak gerekir. Mesela Netflix’te Squid Game adlı dizi yayınlandığında izlenme rekorları kırdı. Diziyi izlemedim fakat dizi ile ilgili birçok yayın dinledim ve içeriği ile ilgili epey bilgi sahibi oldum. Squid Game de izlemeyi tercih etmeyeceğim, The Platform ve The Hunger Games gibi filmlerin yanında yerini aldı. İnsan bu dünyada değerli bir varlık olarak yer alırken oyuncuların para veya yiyecek ödülünü kazanmak için insani davranışlarını terk ettiği, birbirini avlamaktan çekinmediği bu tür görsel, işitsel veya basılı yayınların izleyenlerin zihin dünyasında gelecek umutlarını kırıcı bir tortu bıraktığını ve iyi bir dünyaya hizmet etmediğini düşünüyorum. Bu nedenle bu tür yapımları hem izlemiyor hem de ne çevremde ne de sosyal medyada yayılmasına aracılık etmiyorum. Onun yerine karşılaştığı zorlukları mücadele ve olumlu düşünce ile yerle bir eden Anne With an E gibi dizileri izliyor ve çevreme tavsiye ediyorum. 

İyi filmler, iyi kitaplar, iyi insanlar, iyi müzikler konuşuldukça hem ruhumuzu besleyecek hem de kötü versiyonlarının sesi daha az çıkacak!